- 1325 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GÜN ANLARSIN
Bir gün anlarsın
Ufacık bir aparata damlattığın idrarın kızıllaştığını gördüğünde, içindeki sevinç çığlıklarının, satıh satıh yükselerek, dudaklarının arasından fırladığı anda hissedeceksin ilk kez, anne olmanın dayanılmaz mutluluğunu. Sonra kasıklarında duyduğun ilk kıpırtılar, sonrasında ise karnındaki ilk tekmeler gelecek ard arda. Bedeninde meydana gelen değişiklikler ya da midendeki bulantılarla, gırtlağına kadar yükselen o cehennemi yanmaları silip süpürecek anne olmanın dayanılmaz güzelliği. Öylesine sabırsız bir bekleyiş başlamıştır işte o ilk kızıllığın arkasından. Bütün zorluklara rağmen, hayatından vazgeçecek kadar değerlidir beklenen yolcu çünkü.
Örgü şişleri alınır, minicik, pembe, mavi patikler örülür, içine yüreğini katarak. Sıra sıra dizersin örmeyi bitirdiğin her parçayı ve hayranlıkla izlersin, dünyanın en büyük şaheserlerini izlercesine. Her ay hayat senin için daha da zorlaşırken, yine de düşlerindedir, ya kara, ya da renklerin her türlüsünde gözleri. Bazen duymadığın kahkahaları yankılanır kulaklarında.
Nihayet, bir gece, belki de sabaha karşı, ya da kahvaltı sofrasında sinyaller vermeye başlar beklenen yolcu, ben geliyorum diye. Giderek sıklaşan sancıları da yanına alarak gidersin hastaneye. Her sancı kemiklerini ayırırken birbirinden, acı çığlıkların yankılanır hastane koridorlarında, ama sen yine de gülümsersin. “Başı göründü, hadi, son ama sıkı bir ıkınma daha” demesiyle, can verircesine ıkınırsın, beklenenin sağ salim gelmesi dileği ile. Bir bebeğin ilk çığlıkları duyulurken ameliyathanede, bütün hücrelerini saran mutluluk karılır gözyaşlarına, tebessümle. “Onu görebilir miyim” derken, henüz gözlerini bile açamayan yavrunu alırsın kollarına, beyaz bir örtü içinde. Sonunda anne olmuşsundur işte.
Ne geceleyin seni uykunun en tatlı yerinden uyandıran ağlamalar, ne de altını temizlerken burun tıkatan kokular değiştirebilir düşüncelerini. Sevgiyle, tebessümlerle, hafiften çıkan o “acıkmış mı benim meleğim” ya da “aman da altını mı kirletmiş benim miniğim” diyen bir sesle sararsın şefkatle. Çünkü sen annesin. Öpücüklerle temizlersin altını, yavaşça bırakırsın yatağına. Farkına varmadan keşfedersin hiç bilmediğin, gizli yeteneklerini. Meğer ne kadar da sabırlı, fedakâr, şefkatli, sevgi dolu ve korkusuzmuşum, diye düşüneceksin bazen gurur duyarak, kendinle. Oysa bilmeyeceksin ki anne olmaktır aslında, gerçekleşen mucize.
Bir gün bebeğinin “agu”ları arasında heceleyerek çıkardığı iki hece, an-ne, verilebilecek en güzel hediyedir, gözyaşların içinde. Sevinç çığlıkları atarak, anne dedi biliyor musunuz diye söylersin, önüne gelen herkese. “An-ne”…
Sonra ilk emeklemeler, tutunarak ayağa kalkma denemeleri, sonra ilk adımlar gelir peşpeşe. Öylesine meraklıdır ki bu dünyanın yeni misafiri, herşeyi ağzına götürür ya da kaldırıp yere atar, tanımak adına. En sevdiğin örtüye dökülüverir bir fincan kahve. Tek tek toplarsın salondaki bibloları, hani ya kırılırken zarar verir belki de sevgiline. Bazen yüz kere sorar aynı şeyin ne olduğunu ve sen bin kere cevap verirsin, öfkelenmeden.
Tüm isteklerin geride kalmıştır, o en sevgili uğruna. Görmek istediğin yerler, yapmak istediğin işler, idealler.
Kimi zaman yoksul, kimisinde orta hallidir anne denen varlık. Sofradan erken çekilir zaman zaman, evladının karnı doysun diye. En sevdiğin tatlıdan vazgeçersin, bebeğin yesin diye.
Bir gün okul kapısında bulursun kendini. Yepyeni ayakkabıları vardır ayaklarında ve kalın bir mont vardır sırtında. Bebeğin sıcacıktır, ama sen üşürsün. Yıllarca giyersin ayakkabını, elbiselerini, mantonu. O görmez, bilmez, anlamaz. Param yok demezsin, ihtiyaç duyduğunda. O anlamaz, ya da anlamak istemez. Belki de kabullenemez annesinin zayıflığını. İnsan olduğun unutulmuştur ve giderek bencilleşmeye başlamıştır gözbebeğin. Halbuki bilmez senin nasıl bir mimar olduğunu ve kendisinin en büyük eseri olduğunu.
Bir gün gelir, çekip gider evden, bilinmeyen bir dünyaya doğru. Artık büyümüştür ve üniversiteli olmuştur. Anlamazsın ayrılığın ve yabancılaşmanın ayak seslerinin beyninde oluşturduğu o ölümsüz darbeleri. Senin yerini alan başka kahramanları olmuştur artık. Sana karşı tahammülsüz ve anlayışsızdır. Giderek derin yaralar açılmaya başlamıştır yüreğinin ortasında. Görüştüğünüz, bir araya geldiğiniz zamanların giderek azaldığını fark edersin, hüzünle. Yalnızlık denen insafsız, sessizce gelip oturmuştur evinin bir köşesine. Suskunluk ise baş tacı yaptırır kendisini, dört duvar hücrende. Ne sen anlatabilirsin kendini, ne de o anlar seni.
Bir gün, bir yerlerde, bir şeyler olur. Zaman durur, geçmiş tükenir. Sen yaşarsın… Hastasındır ve aynı memlekettesindir. Ama herşeyin olan evladının hiçbir şeyi bile olmadığını farkedersin. Küsmüştür sana ve gelmemiştir görmeye. Ağlarsın…
Sen, sen bir gün, bir gün anne olduğunda, sen de beni anlarsın. Doğum günün kutlu olsun.
Eylül GÖKDEMİR… 28 Ocak 2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.