KAYDIRAKTAKİ AY IŞIĞI
Nasıl yaşanırdı kasım?
Küçük bir kız çocuğuna tutunan hayatı, bağrına basmaya çalışırken yakalanmıştı, suçüstü. Bağışladığı, akladığı yanlarına sürdüğü umut, sıcak bir bardak süte ekilen tarçın gibiydi üstelik… Mavi gözlü bir resim gibi açıldıkça açılıyordu uykularından kopardığı yüzü…
Sonrasında bulutları örmüştü iki yana tarayıp… Biri doğudan biri batıdan iki tutam, küçük bir tepede buluşmuşlardı – biliyorum – görmüştüm yani…
Öncesinde on yedi yıl vardı on tanesi de sonradan gelmişti, eteklerini toplaya toplaya… Ayağının altından kayan bir taş parçasıydı, bilincine bağladığı… Taş gidince düşleri boğdu kendisiyle birlikte… Bugün yarın derken dünde kalan küçücük bir gamzeydi gülmek dediğin ve artık o çukurda şimdi filizlenen şey ben değil…
Şarkıları tanıttım geceye bilir misin?
Evi kollayan mevsim ve ağaçlar hala yeşil duruyor; oysa çoktan çıtırdaması gerekiyordu bu sabahların, kaldırım ve topuklarımın arasında. ‘ Sonbahar şarkısını unuttu! ‘ diyorum içimden. Benim sesimde çırpınan bir kırlangıç ürküyor derken susuyorum.
Bugün ikimiz için de karanlıklar dilesem?
Eskiden şu karşıda bir park vardı, hatırlıyorum. Kimse yokken deniz oluyordu kenardaki kum yığını. Bir çocuğa kâğıttan gemiler satıyordum, geçmişin karşılığında. Yola çıkıyordu elinde gemiler, içinde garip bir yankıyla. Koca enginde yüzü küçülüyordu ve el sallamayı unutuyorduk. Benim hiç limanım olmadı; unutuşum bundan mı ki?
Yanımda duran, gölgem, sen misin?
Güneşin ardıma kattığını sevmiyorum, ben… Bana bir eskimişlikten dem vurur hep… Ay ışığını görüyorum, balkona tutunan… Tanrım! Ne mağrur bir yalnızlıktır bu! Hiç mi burnu sürtmez?
Yerini yadırgayan sokakta tedirginlik var, eminim! Evin arkasında saklambaç oynarken unuttum, bahçemizi; o günden beri de çocuk olmaktan korktum.
Neden tanrı hep şahit?
Ve neden hep ben sarkacında dururum kendimin?
Boşluğun şekli var nicedir; nicedir sana benziyor sessizlik. Ne çok sustum içimden, şimdi şarkı söylesen ve ben yolda dinlesem tanımam seni.
Yanlış anlama Eylül; ama hep giden sendin!
2007