- 864 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kaybolan Adam
Akşam geç saatlerde eve geldim.
orgun ve bitkin bir şekilde kendimi yatağa bıraktım. Tabancamı eski bir bezle sarıp, yastığımın altına koydum.
Sonra birkaç dakika içinde kontrol etmek için elimi tekrar yastığımın altına koyduğumda, tabancanın orada olduğunu anlayıp, gözlerimi güvenle kapadım.
Birkaç dakika içinde dalmış, gitmişim. Derin bir uykuya daldım. Hem de öyle derin bir uykuydu ki rüya bile göremiyordum, belki de görüyor, hatırlamıyordum.
Dışarıda yağan yağmurun sesini bile duymuyordum.
Sabaha doğru ezan sesiyle birlikte uyandım. Gözlerim yarı açık, ezan sesi çok uzaklardan geliyormuş gibi, kulaklarımda sanki gözlerim gibi yarı açık bir şekilde işitiyor sesleri.
Ayağa kalktım. Yatağımı hızla topladım. Ama nereye gidiyordum bu saatte.
Acele acele saate baktım. Saat beş buçuktu. Ne yapacağımı bilemiyordum.
Bilinmezlik çoğu zaman yanında bir şey getirir.
Üstümü başımı değiştirdim. Pencereyi açtım. Dışarıda buz gibi bir hava vardı.
Don tehlikesi olabilir diye söylemişti haber bültenleri. Ama yanılıyorlardı.
Hem böyle bir tehlike olsa ne çıkar, kalkmışım bir defa, soğuk ya da sıcak, üstümü değiştirmişim, tabancamı belime takmışım, her şey hazır.
Sessizce kapının anahtarını çevirdim, kimsenin uyanmasını istemiyordum. Uyandıkları vakit, soracağı soruya ne gibi bir cevap verecektim. Hiç. Belirsiz.
Kafalarını karıştıracaktım sabah sabah. İşi çıkmaza sokacaktım.
O yüzden işimi sabırlı ve dikkatli bir şekilde yaptım. Merdivenlerden inerken aşağıdan bir insan sesi duydum.
Apartmanın ışığı yanmıyordu. Karanlıkta, kör gibi iniyordum basamakları. Bir ses daha duydum. İkinci katta durdum. Bekledim. Sesler kesilmedi. İnsem mi inmesem mi; bir kararsızlık içersindeydim. Belimden tabancamı çektim.
Mermi ya da ölüm ikisi de namlunun ağzında sabırsızca görev anını bekliyordu.
Yavaşça indim basamakları, tabanca elimde, namlusunu aşağıya doğru tutuyor, seslere doğru yaklaşıyordum.
Birinci kata indim. Sesler bir alt kattaydı. Demirlere tutunarak iniyorum basamakları. İki tane adam, elinde el fenerleriyle, bir gece yarısı, bir apartmanda, bilmediği bir kapının ardındakine kavuşma arzusuyla çıkmış sokağa.
Bir adım daha indim. Hemen fark ettiler beni. Ama hiç telaş etmediler. Sanki kendi evlerine girmeye çalışıyormuş gibi bir hal takındılar.
-evet, İsmail anahtarı bulamadın mı daha
-diğeri hayır bulamıyorum, düşürdük mü acaba?
Evet, bu düşürdük mü acaba bir tek şeyi ifade ediyordu, kaçmak, hızla apartman kapısını açıp, koşmaya başladılar arka sokaklara doğru. İkisi de ayrı ayrı sokaklara dalmıştı. Bir tanesi Kağıthane’ye doğru, bir diğeri de caddeden doğru koşmaya başladı. Çok hızlı koşuyorlardı.
Arkasından ateş ettim bir tanesinin. Şişman, iri yapılı bir adamdı. İlk önce durdu. Sonra aniden yere yığıldı. Hemen uzaklaştım oradan. Sokaklar, caddeler bomboştu. Adam kanlar içinde yerde yatıyordu.
Bir insanı öldürmüş, yok etmiştim. O insan artık yoktu. Peki arkadaşı nerdeydi? Nasıl bir arkadaştı bu. İnsan arkadaşını böyle bir sona terk edebilir miydi? Anladığım kadarıyla bu gibi işleri yapan insanlar kendilerini bu gibi sonlara alıştırmışlar, ölüm de olsa, yakalanmakta olsa sonuç hep aynı. Peki benim ne yapmam gerekiyordu. Adam kanlar içinde yerde yatıyor, ya yaşıyorsa? Biraz sokaklarda dolaştıktan sonra tekrar adamın bulunduğu sokağa girdim.
Fakat adam yoktu. Kan lekeleri duruyordu asfaltın üzerinde. Biraz sonra yağmur yağacak ve kan damlaları da adamın esrarengiz kayboluşu gibi sabahın sessizliğine karışıp gidecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.