- 1641 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLUK ÜZERİNE YALIN AYAK
Bir paragraf yazmaya karar verirken ilk cümlesi ne olsun, hangisi daha iyi anlatır diye o kadar düşünürüm ki yazacaklarımın hepsini unuturum. Ben hayata ‘tıpp’ diye başlamadım ki paragrafa ‘güm’ diye gireyim.
Düşüncem o ki olur da bir gün meslek sahibi olamasam yerine getiremediğim sorumluluklarımın hesabını veren benim ya yaşamadığım gençliğimin hesabını kim verecek? Dersler aksayacak diye yaşayamadığım bir tutam sevdayı kim ödeyecek? Hep ikinci planda bırakıp da orda unuttuğum gençlik istek ve arzularımı yaşayamadan mı öleceğim. Onca hayallerim vardı oysa çocukken. Yakışıklı bir genç olunca bir motosiklet alacaktım. Siyahlarla bezenmişi bir mont, siyah gözlük ve uzaktan bile fark edilebilen bir spor ayakkabısı alacaktım. Bağlarını sıkıp doğrulacaktım. Öyle özgüvenli öyle kendinden emin yürüyecektim caddelerde sokaklarda. Her zaman olduğum boyun daha uzununu göstermek için ayaklarımın ucuna basarak yürüyordum ya artık ona gerek kalmayacaktı. Parmakla gösterilen adam olacaktım kısacası. Çevremdekilerin dikkatli bakışları altında atlayacaktım motosikletime. Arkasından tozlar dumanlar bırakarak asfaltı inletircesine gözden kaybolacaktım.
Bir sevdiğim olacaktı. Onu da motorun arkasına alacak ve bilinmezlere yol alacaktım. Aşk sevda ve öbür tüm duyguları her vızıldayan rüzgârda sayıklayacaktım. Aldığım her nefesimde onu sevdiğimi söyleyecektim. Sarılacaktım doyasıca içimde hissettiğim boşluk dolacak ve gökten düşen üç elmayı da ben kapacaktım.
Olmadı işte bak. Büyüdüm. İlim irfanla sınandı gönlümüz. Sevgili diye kaleme sarıldık, motor diye sıraya oturduk. Hayallerimizden de eser kalmadı artık. Artık hiçbir şeker beni tatmin etmiyor. Hiç bir oyuncak dikkatim çekmiyor ve hiçbir bayram için önceden şeker poşeti toplamıyorum. Şuracıkta ağlasam çevremi saran bir sürü insandan tanıdık bir yüz bulamamak acı veriyor. Ne annem ne babam ne de çocukluk arkadaşlarım…
İstediği alamama duygusu çok zor. Bir daha geri gelmeyeceğini bildiklerinden emin olduğun kaybettiklerin, aklının her karışına işliyor. Özlemlerin yüreğini dağlıyor. Kendi başına olduğun bir zamanda vakitsizce gözlerinden dökülüp yanaklarından boşalan bir gözyaşı oluyor. İçine hüzün çökünce her yanını sisler kaplıyor. Sana düşman gibi her şey. Dibinde oturduğun ağaç bile çatık kaşlarıyla dal sarkıtıyor. Yapraklar kendi hallerinde rüzgârla dans ediyor. Sen ise karamsar olmamaya çalışan ama karamsarlık içinde boğulan, dört duvar tarafından sıkıştırılan bir adam!
Özlüyorsun ne çare
Ellerin biçare…
Gözlerinin önünde canlanır eskiden oturduğun semt. Ya şimdi ne haldedir. Ağaçlarına kıyıp kestiler mi? Acaba sürekli üstünde oturduğun taş hala yerinde midir? Yoksa serseri bir el onun senin için ne kadar değerli olduğunu bilmeden yok mu etti? Acaba bir daha göremeyecek miyim o taşı? Tesadüf bu ya, belki de onu arabaya atıp öğütmek için götürürlerken buralarda bir yerlerde düşmüştür. Neden olmasın ki.
—şuraya bakayım hele yoksa dönerim. Bu düşünceler bir şeyi alameti olmalı. Ya sahiden o taş düşmüş de buradaysa. Allah’ım ne güzel olurdu.
—yok, yok yok! Yok işte.
Tarih çocukluğumla birlikte tüm nesneleri yutmuş. Felek hiç gülmüyor bana. Elinde bıçakla yaşama uzanan tüm bağlarımı kesiyor. Anılarıma uzanan tüm yollarımı tıkıyor. Keskin bir düşünceyle yanlarından geçerken elimi uzatıyorum. Yok. Ben uzandıkça onlar kaçıyor. Ben kovaladıkça onlar daha da uzaklaşıyor. Bir vakit sonra gözden kaybolunca içimde denizler çalkalanıyor. Yalpalayarak bir taşın üzerine oturuyorum.
Her şey yine başa sarılıyor. Yine özlüyorum, bir daha bir daha, sonra bir daha… Paytak bir düşünceyle anılarını bitirmek bir kompozisyon bitirmek kadar zordur. Uzadıkça uzayınca düşünceler kendini sabit tutamıyorsun. Düşündüğümüzün hepsini anlatabilseydik ayağımızın bastığı yer karda gül biterdi.
Şaban DAŞ
(15.05.2009)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.