Busenaz
Bardağın buğusuna bulutlardan inen melekler hayran kaldı zambakları andıran ellerine. Düşüme, hep ellerin girdi,suretin yerine. Sen çay perisi bi misil gül misal. Ben yokluğunun ateşinde tutuşan özge hâl.Behemahal seni düşünüyorum...
Adını sudenazdan busenaza çevirdim. Nerden bakarsan bak nazsın serapa. Yağmurlarında ıslanmak isterdim en çok. Çöllere düştüm. Dilim damağıma yapıştı. Sen giderken kara kıştı. Kaç bahar oldu dönmedin. Oysa en çok nisana ve erguvanlara yakışırdı nefesin. Nerdesin gül yağmurum nerdesin...
İstanbul’la seni birlikte görmek isterdim erguvan mevsiminde. Nasip olmadı bir türlü. "Felek her türlü esbab-ı cefasın toplayıp geldi." Cefa, sefa, vefa kelimeleri kaynaştı ruhumda. Ruhum alev alev. Mesken tutamadım sensiz İstanbul’u. Pulsuz adressiz mektuplar gibi dolanıp durdum...
Ah benim umudum! umutsuzluğum. Kerbela susuzluğum.
Şimdi özetini çıkarıyorum yokluğunun. Bir gün ölüm kapımı çalacak biliyorum. Karacoğlan’ın dediğini tekrarlıyorum. "Ölüm ile ayrılığı tartmışlar elli dirhem fazla gelmiş ayrılık..."
Ellerin, içime işledi. İçimde zambaklar açtı hasret renginde. Ve ellerim boş üşüyor. Ben titriyorum hasretinle.Bir zeytin tanesinin siyahlığında gel. Suyun berraklığında gülümse. En önmelisi, yine bir acı çay demle. Çayını bölüş benimle
Şayet gelmeyeceksen iklimime. Ayn, Şın ve Kaf’dan müteşekkil tek hece tek kelime. Ellerin girsin yeter düşlerime. Zambakları kıskandıran ellerin...
Ankara,25.01.2011 İ.K
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.