- 606 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çağlar Boyunca Kadınlar
Tarih Boyunca Kadınlar:
Kadınlar yuva kurarlar; yuvalarını doğurdukları çocuklarıyla şenlendirirler. Yuvasında eşi ve çocuklarıyla mutluluğu yaşaması gerekirken ne acıdır ki ıstırap dolu günler yaşamışlardır. Kadınların tarihi serüvenlerini görebilmek için tarihin tozlu, buruşmuş sayfalarını birer birer çevirdiğimizde Ortaçağ’ın karanlığında kaybolan kadınların hak ettikleri ilgiyi, alakayı, sevgiyi ve şefkati maalesef hiçbir zaman görememişlerdir. İşte, insanlığın yüzünü kızartacak gerçekler:
a-) Çinlilerde Kadınlar: Çinliler, kadınları insan yerine koymamıştır. Ka-dınlar onlar için değersiz varlıklar olarak görüldüğünden isim bile verilmemiştir. Kadınları sayılarla çağırırlardı. Bir numara, iki numara, üç numara vs. Çinli bir aile, çocuk sayısını söylerken erkek çocukların isimlerini göğüslerini gere gere söylerken; kızları için de; “şu kadar domuzum var” demişlerdir. Çin toplumunda horlanan kadınlar, toplumun en ağır iş-lerinde kullanılmış ve hiçbir zaman saygı görmemiştir.
b-) Japonlarda Kadınlar: Japon baba, erkek evlatlarını el üstünde tutarken; kızlarını pazarlamaktan geri durmamıştır. Japonlarda bu çok tabii görülmüştür.
c-) Senegal’de Kadınlar: Kadınlar, bir mal gibi alınıp satılmışlardır. Bir hayvana verilen değer, bir kadına asla verilmemiştir.
d-) Roma Döneminde Kadınlar: Kadınlar veya kızlar, şehvet malzemesi olarak kullanılmıştır. Bir Roma erkeği, kızını ve karısını aynı anda kiralamak veya satmak suretiyle gelir elde etmekten çekinmemiştir. Bu iğrenç durum, Roma toplumunun vazgeçilmezleri arasında yer almıştır.
e-) Araplarda Kadınlar: Arap toplumunda kadınlar, en ağır zulümlere ve hakaretlere maruz bırakılmıştır. Kızlar utanç verici varlıklar olarak nitelendirilmiştir. Bu utançtan kurtulabilmek için masum kız çocukları diri diri toprağa gömülmüşlerdir. Yine bu toplumda kadınlar, fuhuş sektörünün en önemli parçaları olmaktan kurtulamamışlardır. 611 yılında İslam’ın bir güneş gibi doğmasıyla kadınlar, insan olduklarının farkına varabildiler. İslam, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmelerini ve kadınlar üzerinden (fuhuş) para kazanmayı şiddetle yasaklamıştır. Böylece kadınlar, evlilik müessesesinin yeniden teşekkül etmesiyle kutsal yuvasının ‘Dişi Ku-şu’ olmuş, topluma şerefli ve haysiyetli nesiller yetiştirmenin haklı guru-runu yaşamışlardır.
f-) Avustralya’da Kadınlar: Avustralya toplumunda kadınlar, misafirleri eğlendirmek ve onları hoşnut etmek için ellerinden gelen her şeyi sunmak zorunda bırakılmışlardır. Dans etmek, erkeklerle içki içip, fuhuş yapmak geleneksel bir anlayış olarak benimsenmiştir.
g-) Türk toplumunda Kadınlar: Eski Türk toplumunda kadınlar ile erkekler eşit görülmüştür. Bunun en belirgin örneği; kadınlar, tıpkı erkekler gibi ok atmayı, kılıç kullanmayı ve ata binmeyi öğrenmişlerdir. Türk toplumunda kadınların fuhşa malzeme yapıldığına dair hiçbir bilgi ve belge bulunamamıştır. Zira Türklerde fuhuş ve zina en ağır şekilde cezalandırılmıştır.
h-) Orta Çağ Avrupa’sında Kadınlar: Kadınlar, murdar olarak kabul edildiğinden erkekleri felakete sürükleyen şeytanlar olarak değerlendirilmiştir. O dönemin derebeyleri, körpe kızları alıp, istedikleri gibi kullanmışlardır.
I-) Musevilerde Kadınlar: Musevilerde kadınlara hiç değer verilmemiştir. Oğlu olmayan aileler, hiç çocuklarının olmadığını söyleyerek kızlarını evlat yerine koymamışlardır.
Kadın Hakları ve İslam: Orta Çağın karanlığında sürekli istismar edilen kadınlar, İslam’ın getirdiği düzenlemelerle hak ettikleri yerlere ulaşmış-lardır. Şöyle ki:
*İslâm, kadına insanlığını ve saygınlığını iade etmiştir.
*İslâm, kadına bağımsızlığını vermiş, kişiliğini kazandırmıştır.
*İslâm, kadına din ve ibadet hürriyeti getirmiştir.
*İslâm, kadına erkek kadar ticaret hakkı tanımıştır.
*İslâm, kadına sosyal faaliyetlere katılma hakkını tanımıştır.
*İslâm, kadına kadınlığına yaraşır işlerde çalışma hoşgörüsünü getirmiştir.
*İslâm, kadının ev, aile işleri idaresiyle çocuk eğitimine iştirakini sağla-mıştır.
*İslâm, kadına nazik davranılmasını ve kişiliğine saygı gösterilmesini emretmiştir.
*İslâm, kadını mal ve sözleşme yapma hususunda tamamen erkekle bir tutmuştur.
*Ve de kadına bağımsız yargı yetkisi vermiştir. Şayet bugün İslâm ülkelerinde, hayatın her alanında kadın, kalkınma ve gelişmeye engel teşkil edecek bir ilkellik arz ediyorsa, bunun sebebi Müslüman toplulukların her alanda olduğu gibi bu hususta da İslâmî prensiplere tamamen ters düşen bir yaşam sergilemiş olmalarıdır. İnsan ilişkilerine hükmeden eski ve köhne geleneklerin hala terk edilmemiş olmasıdır. İslâm’ın parlak dönemlerinde kadının konumu ile ilgili ufak bir araştırma yapılması halinde; söylediklerimizin ne kadar doğru olduğu çok çarpıcı bir biçimde ortaya çıkacaktır.
Türk kadınları, tıpkı cephede savaşan erkekler gibi gerek cephe gerisinde, gerek cephede bulunmak suretiyle Kemal Atatürk ile birlikte düşmanlara karşı savaşmış, Cumhuriyetin kuruluşuna büyük katkı sağlamışlardır. Kadınların fedakârlığına bizzat şahit olan Kemal Atatürk, kadınlara hak ettikleri değerin verilmesi gerektiğini düşünmüş; ilk adım olarak Medeni Kanunu 4 Nisan 1926 yılında yürürlüğe koymuştur. Medeni kanunlar ile kadının sosyal yapıdaki önemi ortaya konulmuş, Türk aile yapısı sağ-lam temeller üzerine oturtulmuş ve aile içindeki statüsü güçlendirilmiştir.
Kemal Atatürk, aile hakkında şu fikirleri dile getirmiştir:
“Sosyal hayatın kaynağı aile hayatıdır. Aile, izaha lüzum yoktur ki; kadın ve erkekten kuruludur” diyen Atatürk; “Medeniyetin esası, terakki ve kuvvetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık; muhakkak içtimai, iktisadi, siyasi aczi mucip olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların hukuku tabiyelerine malik olmaları, aile vazifelerini idareye muktedir bulunmaları lüzumundandır” Kemal Atatürk bu sözleriyle toplumda, diğer sosyal kurumlarla ilişki içinde bulunan ailenin yapısında meydana gelen bozulma ve çözülmelerin diğer kurumlarda da bozulmalara yol açacağını ve bu yolla toplumun tümünde bir bozulmanın ortaya çıkabileceğini çok çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir.
Ne acıdır ki; 21’nci yüzyılı yaşadığımız şu günlerde bile Ortaçağ karanlığını aratmayacak derecede kadınların acımasızca istismar edildiğini görüyoruz. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde kızların, berdel usulü evlendirilmelerinin yanı sıra, kız evinin kızına karşılık başlık parası istemesi, kadın kısmının bir eşya yerine konulması ve kadınların sadece doğuran ve dayağı hak eden varlıklar olarak görülmesi eski çağ-ları aratmayacak kadar ilkeldir. Ülkemizin bir kısmında yaygın olan “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” anlayışı maalesef modern çağı yaşamamıza rağmen ülkemiz adına utanç verici bir anlayış olarak halen varlığını sürdürmektedir.
Ayrıca; kadın istismarcıları, dünyanın pek çok ülkelerinde örgütlenerek fuhuş sektörünü oluşturdular. Kadınların gerek ekonomik, gerek sosyal zaaflarını sektörel kazanca tahvil ettiler. İnsanlığın yüz karası bu istismarcılar (pezevenkler) kadın eti satmak suretiyle kazançlarını artırmaya devam ediyorlar. Dünyanın medeni geçinen pek çok ülkesi, kadınların acımasızca istismarına maalesef göz yumuyor. Çünkü fuhuş turizmi ile istismarcı ülkeler, milyar dolarlık gelirler elde ediyorlar.
Şu cennet vatanımız, fuhuş turizminin üssü haline gelmiştir. Dünyanın çeşitli ülkelerinden kopup gelen hayat kadınları ve onları yönetenler (pezevenkler) ‘paranın dini imanı olmaz’ anlayışı ile bu alçaklığı rahatlıkla yapabiliyorlar. Fuhuş yoluyla ortaya çıkan pek çok hastalıklar göz ardı ediliyor. Hastalıkların göz ardı edilmesinin yanı sıra, toplum ahlakını ve düzenini bozucu bir faaliyet olduğu da dikkate alınmıyor. Ülkemiz adına bu ne hazin bir durumdur…
Kadınlarımızın, başımızın tacı olduğunu unutmamamız dileklerimle…
Halit Durucan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.