- 883 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ARTIK TARİHÇİLERE DAHA ÇOK İŞ DÜŞÜYOR
ARTIK TARİHÇİLERE DAHA ÇOK İŞ DÜŞÜYOR
Biz yayınlanmakta olan ve en çok tartışılan dizi olma rekorunu kıran film sayesinde, tarihimiz konusunda pek de bir şey bilmediğimizi nihayet anladık. Hayır gördüğünüzde şer, şer gördüğünüzde de hayır vardır kuralı gereğince, belki bu şerden de bir hayır çıkacaktır ki, o da tarihimize ve ecdadımıza olan ilgi ve gerçek tarihimizi öğrenme arzusudur. Bizim nesil maalesef komik Emin Oktay tarihiyle eğitildi ve uyutuldu. N. Fazıl bu komik tarih eğitiminden, “Bahset tarih bahset balığın tırmandığı kavaktan” diye alay eder.
Toplumların DNA’sı demek olan tarih, aynı zamanda onların hafızalarını teşkil eder. Tarihini inkar etme bahtsızlığına düşen milletlerin, hafızasını kaybetmiş insandan farkı yoktur.
Maziyi bilmek, istikbalin de teminatıdır. Zira ağaçların kökleri neyse; toplumların tarihleri de odur. Birçok toplum kendi kısa ve kısır tarihlerini destanlaştırıp nesillerine öğretirken; dünya üzerinde bizim kadar bağrından sayısız kahraman çıkarmış, dillere destan zaferler kazanmış, ilim, kültür ve medeniyette çığır açmış başka bir millete rastlanmadığı halde, ne yazık ki biz tarihimizi, yaptığımız kadar yazamadık ve nesillerimize anlatamadık.
Bugün kanayan bir yara ve kaynayan bir kazan olan Balkanlar ve Ortadoğu’da, asırlar boyu sulh, sükun ve huzur içinde toplumları yöneten, yaşatan ve her yerde aranan Türk adaletini ve toleransını,insanımızın ahlâkî ve insanî özelliklerini ve güzelliklerini gençliğimize kavratamadık.
Atalarımızın küçük bir aşiretten Büyük bir Cihan devleti çıkarmalarını tesbit etmekle yetinmeyip derinliğine ve genişliğine bütün gelişmeleri tahlil de ederek, özellikle de genç nesillere ibret ve ders olsun diye veremedik. Gençliğimiz, kimliğini, kültürünü ve özünü bilsin ki, diğer milletlere karşı kendine güven duygusu gelsin. Böylelikle, mazi, hâl ve istikbâl köprüsünü sağlam temellere oturtabilsin.
Geleceklerini teminat altına almak isteyen milletler, geçmişlerine dayanıp kuvvet almak zorundadırlar. Zira geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Mazisi engin ve zengin olan milletler, tıpkı köklerini toprağın derinliklerine dalmış ve etrafa dal budak salmış görkemli çınar ağaçları gibidirler. Sığ göl gibi değil, engin deryaya benzerler. Ancak kuru kuruya geçmişle övünmek, bir takım hamasî nutuklarla her şeyi tarihten beklemek değil, tarihi bilmek ve ondan ibret ve güç almak suretiyle, istikbâle daha çok çalışarak hazırlanmak gerektiği gerçeğini maalesef anlatamadık.
Yarının mayası dün olduğuna göre; “Tarih, en büyük muallim-i siyasettir. Hiç bir fert onun rahle-i tedrisinden müstağni kalamaz.” sözüne hak vermemek mümkün mü?
Avrupalı, Osmanlı’yı hep İslâm’ın vurucu gücü olarak görmüştür ki, Osmanlı’dan ziyade Osmanlı’nın İslâmı’na saldırmıştır. Şimdi de aynı şey mevzubahis değil midir? Türk’ün şahsında Avrupalı, kronik İslâm düşmanlığını sergilemektedir.
Hunlar ile başlayan, Avarlar, Göktürkler ve Uygurlarla devam eden Türk tarihi bugüne kadar bağrından irili ufaklı yüzden fazla devlet ve onaltı da imparatorluk çıkarmıştır.
Uygurların yerine geçen Karahanlılar İslamiyeti seçerek o günden sonraki tarihimizde belirleyici bir rol oynamışlardır. Aslında Talas savaşından (751) sonra başlayan Türklerin Müslümanlaşma hareketi onuncu asırda tamamlanmıştır.
1040 yılında Gaznelileri yenen ve Karahanlıların yerine geçen Selçuklular, hem açık denize çıkarlar, hem de Büyük Selçuk’lu Devletini kurarlar. 1071 Malazgirt zaferiyle de Anadolu’yu ikinci anayurt yaparlar. Dolayısıyla Türkiye Tarihi de böylece başlar. Selçuklularla başlayan Türkiye tarihi, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri ve Osmanlılar kanalından Türkiye Cumhuriyetiyle devam edecektir.
Müslümanlaşan Türkler, bundan sonra zaten hayatlarında var olan mertlik ve yiğitlik hasletlerine, müslümanlığın gaza ruhu ve şehitlik idealini de eklemişlerdir. Maddî gücün manevî güçle sentezinden sonra ve İ’lay-ı Kelimetullah aşkıyla, cihan hakimiyetine giden yolda yıldırım hızıyla koşan Türkleri, artık hiç bir güç durduramayacaktır. İşte bu keyfiyettir ki, aslında bir uzak doğu kavmi olan Türkleri, Söğüt’ten ta Viyana’ya kadar ulaştıracak ve batı toplumları içine katacaktır. Fakat yedi asırdır batılı hâlâ bu durumu bir türlü içine sindiremeyecek, her fırsatta kin ve düşmanlığını ortaya koyacaktır. Nitekim bugünkü olaylar da düşüncelerimizin şahidi ve tercümanıdır.
Düşman düşmanlığını elbette yapacaktır. Ancak acı olan şudur ki, bizim içimizdekilerin tarihimizi değerlendirirken, düşmanlarımızın ağzına bakmalarıdır. Onların argümanlarını ve gözlüklerini kullanmalarıdır. Asıl hadisenin arka planı da budur zaten.
Osmanlıların kuruluş aşamasında, sevgi ve hoşgörü simgesi Yunus Emre’nin, sade bir Türkçe ile söylediği şiirleri ve ilâhîleri, zaferden zafere koşan askerin maneviyatını coşturuyordu. Bunun yanında gönüller sultanı ve hoşgörü deryası Mevlana, göçebe ve gezginci Türkler arasında Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli ve Nasrettin Hoca gibi yüce kişilerin de, Osmanlı hamurunun mayasında büyük hisseleri vardır.
Osman Gazi’den Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar olan sürede gerçekleşen tablo, gerçekten gözleri kamaştıracak niteliktedir. Onyedinci asra kadar devam edecek olan büyüme sonunda, Osmanlı, bugünkü Türkiye’nin yaklaşık 25 katı büyüklüğüne ulaşacak ve dünyanın süper gücü olacaktır. Böylesi muazzam bir hareketin hangi ruhla ve hangi merhalelerden geçerek, Söğüt’ten Viyana’ya uzandığını iyi tahlil etmek lazım. Kalın sağlıcakla…
mustafaturan11.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.