33
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
3477
Okunma
Çocuk muyduk?
Genç miydik?
Ya da ikisinin ortası. Yada iksinden de biraz biraz.
Yaşımız onaltıydı. Çıktık yollara.
Yıl 1966 Ekim ayının üçü...
Öptük anamızın, babamızın ellerini. Boğazımızda kırk düğüm ağlamamak için.
Dayımızın, emmimizin ellerini öperken, elleri cebimize girdi. Para soktular cebimize.
Biz bindiğimiz önden kolla çalışan otobüste ağladık. Anamız, babamız otobüsün eksoz gazına bıraktılar göz yaşlarını...
İmtihanlara girdik. Sarı zarflarla gelen"Kazandınız" cevabıyla yollara düştük.
Geldiğimiz dört katlı binanın önüne tespih gibi dizdiler bizi.
"Hava Kuvvetlerinin en büyük Komutanı sizinle tanışacak. Fazla konuşma yok.Adını
Soy adını, memleketini birde babanın işini söyleyeceksin. Başka söz yokkk, yokkk"
Hava kuvvetleri neydi? Komutan kimdi? Hele en büyük komutan nasıl olurdu?
Bilmiyorduk. Ama öğreteceklerdi. Öğrendik de.
" Hasan oğlu Hüseyin. Çorum. Babam işsiz."
" Hüseyin oğlu Hasan. Yozgat. Babam inşaatlarda amele "
" Hasan oğlu Hasan. Çankırı. babam çiftçi."
" Hüseyin oğlu Hüseyin. Kırıkkale. babam öldü."
" Ali oğlu Bedri. Amasya. babam gece bekçisi."
Saçlarımız kesildi. Dörde bölündük. Kel İbo’lar, Baba Kazım lar Komutanımızdı. Babamız oldu.
Gece "Yat" ta nevresimlerimiz göz yaşlarımızla ıslandı. Yataklarımızı yaptık, üstünde para zıpladı.
Terliklerimizin biri bir santim önde diye cezalar aldık. Şehre çıkamadık, hafta sonlarında.
Mektuplar beklendi memleketlerden. Gelenler sevindi. Gelmeyenler üzüldü. Zarflarımız açıktı hep. "GÖRÜLMÜŞTÜR" damgalıydı.
Nöbetlerimiz de sılalarımıza gittik.
Bakır karavanalarda yemekler yedik.İçinde et vardı. Ama on yıllık, ama on günlük. Et etti.
Memleketlerden gelen paraları bölüştük. Bir tek sigarayı ortaklaşa içtik.
İmtihanlar olduk. Sınavlar değil. O yıllarda Sınav kelimesi de yoktu.
İmtihanı kazanamayanlar okuldan atıldılar. Atılanlar da kendilerini okula çok yakın olan pist te uçakların altına attılar. Ölenler oldu.
1968 senesinin 30 Ağustosunda, artık "Astsubaysınız" dediler bize...
Kuralar çektik. Görev yerlerimiz için. İlla yine memleket diyorduk hala.Bazılarımız gitti
memleketlerine. Çoğumuz gidemedi.
Çok sürmedi Mürüvvet girdi devreye. Merak ediyorum o mürüvvet hala yaşıyor mu? Ne olur onu birileri öldürsün de, gençler kurtulsun ana baba emriyle evlenmekten.
"Oğlum mürüvvetini görelim". Yani evlen...
Evlendik. Gördük anamızın mürüvvetini.Sonra çocuklarımız oldu. Biz hala çocukken.
Onlar büyüdü. Evlendiler. Onlarında çocukları var şimdi.
Tayinler gördük. İki satır yazıya köle. Falanca Filan yerden Falan yere.
Yazmak kolaydı.Ya yaşananlar?.Eşyalar koliledik.Koliler açtık. Camlara bakmaktan boyunlarımız ağrıdı " Kiralık Ev" yazısı göreceğiz diye...
Komşularımız oldu. Sevdik. Ayrılırken ağladık. Komşularımız oldu. Ayrıldık kurtulduk.
Tam otuz yıl yaşadık bu acıları...
Tam otuz yıl yaşadık o tatları...
Sonunda emekli olduk.Yaşlandık. Ama gönül uslanmadı. Yaşlılığı bir türlü kabullenemedik. "Amca", "Dayı" diyenlere kızdık. " Ne o Ağabey demek çok mu zor". Diye söylendik.
Sonra hastalıklar başladı. Ben yüreğimden görünmez bir kurşun aldım. Yeşil elbiselerini giydiler, maskelerini taktılar çöktüler üstüme... Ama kurşunu çıkaramadılar.
"Kim sapladıysa yüreğine o kurşunu gelsin o çıkarsın" deyip bıraktılar beni.
Ben hastayım. Yüreğimden başka her yerim sağlam.
Al istediğin organımı. Sen hasta olma yeter ki.
Senin hasta olmak gibi bir hakkın yok... Sen hasta olursan bana kim bakar?
Kim çeker nazımı benim?
_______________________________
Bu öylesine bir mektup işte.Mektubun sahibi bunu alır dörde katlar sol göğsünün üstünde saklar. O kendini biliyor. Sizde biliyorsunuz onu...