Çocuk zamanlar
Duvar önlerinde selpak satan çocuklara benziyorum bazen bir şeyler satmak için hayata uzanırken ellerim… Eve boş dönmenin acısından olsa gerek… Acıyan yanlarıma vuruldukça süslenmiş kırmızı güllere benziyor… Sarılarak uyuduğum yanlarım… Bir başka buluta uzanır gibi gecenin çarşafını çekiştirirken üstümde… Yıldızların kaydığı zamanlara takılıyor gözlerim… On iki yönünden başlıyor bazen ikiye bölerek ilerliyor… Dudaklarımdan içime doğru…
Hep sağlam tutunmak için mezar taşlarından çaldığım isimlerden oluşturduğum anlamları… Ceset kokulu evlat acılarında saklandım… Kavanozların kırıldığı ve çatladığı çocukluk yıllarımdan bu yana hiç ellerimi içime sokamadım… Kırılacağı korkusuyla tamir edemedim üstüne basılıp giden yanlarımın…
Hep uzun bir tarlanın yanmış otlarından… Çamurlarla evler yaparak üstümüze sinmiş kokuları ve korkuları sahipsiz bıraktığımız o top sahasından çıkmaya kalkışmadım hiç… Kalelerin arkasına çarşaflar sererek ev diye sahiplendiğimiz gecelerden sonra… Gündüzün yalanlarımızı gölgelerimize sakladığı o günlerden zoraki geçtik hep… Anlatılanları dinleyecek kadar büyümemiştik daha… Ellerimizde daha küçüksün yazılı bayrakları sallarken daha büyük olduğumuzu söyletmeye çalıştıkları ezberlere kafa yormamızı istiyordu insanlar… İstediklerini olmayı düşerken tek kaldığımız zamanlarda kaldırım taşlarıyla dertleşirken anladık… Yağmurun yüzümüzü kimsenin okşamadığı kadar içten okşadığı o ıslak hasta zamanlarda mutluluktan ağlamayı becerememiştik… Ama ağlamakta gelmiyordu içten… Gözlerde kalanları da bırakmak korkutuyordu insanı… Sahipsiz kalmak neydi biliyorduk anlamını…
Daha küçüktük fırınların camlarına yapışan dudaklarımızı eriterek dişlerimizi kırdığımız yaşlarda… Bakkala gitmeye korkardık elimiz bir diğerine uzandığında paramızın yetmeyeceğinden… Hep evcilik oyunlarında karın tokluğuna çalışarak hayattan geçtiğimizi sandık… Boş masalarda ıslak kirpiklerimizi saçlarımızla kapatarak…
Yeniden bir gün sonraya uykulu ve serseri bir rüzgarın bize getirdiği şeylerle başladık çoğu zaman… Hep ateşin etrafından soğuk karlı yollara atılırdık… Üstümüzde söküğünü dikemeyecek kadar acılı yanları olan giysilerle giderdik… Yetmeyince olmuyordu işte renkleri solan güllerden yakamıza takarak kızların ardından gittiğimiz zamanlarda olmuştu… Evet cevaplarından yoksun büyümenin verdiği ağırlıktandı omuzlarımızı biraz öne eğerek ellerimizi dudaklarımızda buluşturmamış… Herkes ağzımızın dolu olduğunu sanarak kaçıyordu belki ama avuçlarımızda olmayan hayaller bile ısınıyordu… Gözlerimiz üşürken soğukta…
Daha çok görünen dağ ve uzunca bir deniz olmayı hayal ederek uzaklara dalmak gibisi yoktu… Bir şişe suyun gölgesinde sırtımızı ağaçlara emanet bırakırken… Denize açılarak kaybolmak bile daha güzel geliyordu… Hep kuşlara özenilen günler olurdu… Bir gün hatırlamasak ta diğer günler usanana kadar düşünür kuşların peşinden koşardık… Belki konduklarında bizi de götürürlerdi… Hayalini kurduğumuz o çocukluk anılarının topallamadığı bahçelere…
İçimizde büyümek yoktu hiç… Düşüncelerinden kurtulduk dedikçe yakamıza yapışan eller gibi günler sonra teslim oluyorduk hep… Çocuktuk bir zamanlar büyümek yoktu içimizde…
Düşlerim avuçlarımdan akıyor
Biter gibi kum saatler geçiyor
Aklım yerinde değil
Bilmeden eriyor bu yüzümdeki
Karlar
Esiyor rüzgar yine ben sürgünüm
Bir başka yere koşuyorum
Hep onu düşünerek
Belki çıka gelir şuradan
Titrek sözcükleri bekletiyorum dilimde
Uçuyor kuşlar yine o namı gidiyor
O namı bütün gemiler…
Tek kalmışım sokaklar arasında
Dişlerim vuruyor birbirine
Sesler yok
Yok artık kimseler
Gelmiyor gelmiyor gidenler…
Çocukça bu gitmeler
Taş duvarlar örüyor
Ayaklarıma takılıp düşenler
Çarpıyor her çocuk sesinde
Bir yıldırım gibi hıçkırıklar
Korkuturken aklımı
Sessiz ve soğuk duvarlara
Yırtınıyor ellerim…
(Se)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.