- 4054 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Descartes’in Felsefe İlkelerine Dair Birkaç Düşünce ...
Felsefenin sofistik yapısına dair özel bir sistematik çalışma yapan ve varsayımları ile beraber de gerçekleri şüpheye düşürten ve devinim mekanizmasını hem zihinsel hem de fiziksel olarak işlevselliğinin faal bir düzene ve teoreme dönüşmesini sağlayan Descartes;bu çalışmalarında önemli bir noktaya ulaşmıştır. Evrenin temel düzenlerinden ve de sosyal yaşam içerisinde yer alan bir fikrin varsayımlar kurallarının muhafazasına binayen zıtlıklar; insanları ve doğanın gerçek benliğine kavuşmasını sağlayan niceliklerdir.Bir maddenin statik olarak durumunu muhafaza ettiği yerde devinimsiz olarak mevcudiyetini koruması imkansızdır.Bu imkansızlık Rabbin yaratmış olduğu düzen dahili içinde abese iştigal etmeyen bir durumu izah etmektedir.Devinim şart değildir gibi gözükse de;devinimi durduran da başka bir devinim ve de pasif bir halde durağan bir maddenin devinim kazanması içinde bir devinim gerekmektedir.Devinimin yargısına varmadan önce isterseniz ilk önce uzay kavramından başlayalım.
Esasında bilimsel olarak yapılan araştırmaların sonucunda,dünya ekseni ve dünya dışı olarak kabul edilen mekanlarda-biz buna uzay diyoruz- bulunan sonsuzluk,gerçekçi bir sonsuzluk mudur?Yani bütün gök cisimleri,meteorlar,yıldızlar sahiden de var mıdır?Yoksa bizim sahip olduğumuz zihinsel ve maddesel gereçler sonucu böyle mecburi terimleri mi uyduruyoruz? Keşfedilen gezegenlerin,yıldızların olmadığı konusuna girmeden,mekanın asıl özelliğini irdelemek lazım.Yani,illa ki güneş var diye ya da gezegenler sıralanabiliyor diye mi uzayı nitelendire ve de ayrıca uzayın sonsuz olduğu düşüncesine dalıyoruz?Önemli olan uzayın sonsuzluğunun nasıl gerçekleştiğini düşünmek.Sonsuz varlık sadece uzayıp giden ve gözle görülmeyecek kadar büyük mesafelere sahip ya da çok büyük maddesel kütleye mi sahiptir? Descartes’in fizik kuralları adına varsayımları buna bir çözüm bulabilmektedir.Descartes bir filozof olduğu kadar,fizik ve matematik üzerinde çok başarılı çalışmalar yapmış bilim adamıdır.Düşüncelerinde kuşku ile başlayan sonra da ilk takipçilerin gerçek zihniyetine dönüp,düşünce yağmurlarının ardı sıra her şeyden kuşku duymanın faydasını görmüştür.Analitik geometrinin de icatçısı olarak bilinen Descartes;varoluşun varsayımları üzerinde yaptığı başarılı çalışmaları ile zamanından günümüze kadar geçen süreç içerisinde ki bilim adamlarını da bir nevi etkileyen insan olmuştur.Tabi anlatmak istediğim bu filozofun düşünce yapısını oluşturan ilkeler.Eğer kısa bir madde özeti olarak bu ilkeleri saymak gerekirse şunlardır:
*Bilge kuramı ve Metafizik(Fizikötesi)
*Maddeler dünyasının ilkeleri
*Evrenbilim üzerine öğretiler
*Yerin fiziksel yapısı
*Bitki ve Hayvanlar
*İnsan
Bunların hepsini bütün olarak düşünerek felsefenin kuşku dolu yollarında gezinen Descartes,Felsefeyi ilk başta sistematik olarak inceliyor ve de kuşkunun olmadığı yerde felsefi olarak bir düşüncenin olmayacağını belirtiyor ve haksız da değil.Ayrıca gerçeği arayan bir insanın yaşamında bir kez tüm nesnelerden gücü yettiği ölçüde kuşku duyması gerektiğini belirtmektedir.Bununla beraber,kendisinden kuşku duyduğu bir şeyin yanlış olduğunu zannetmek ve de bu kuşkunun hiçbir zaman işlerini yönlendirecek bir yöntem olmaması için,matematiğin kuralları sabit gibi gözüken kanıtlarından dahi şüphe edebilmelidir.İnsanın ve tüm canlıların rabbi olan Allah için de şüphe edilmesinin tek manası,şüphe ettiğimizde karşımıza çıkacak ilk doğru bilginin yine Allah olmasından kaynaklanmaktadır.Bunun için de,Descartes de kendi tezinde bunun kanıtlanması adına çalışmalar da bulunmuştur.Önyargılı varlıklar olarak,İlahdan şüphe etmemizi gerektiren esas sebep de,O’nu daha iyi anlayabilmektir.Allah’ı daha iyi anlamanın yolu da,ona karşımızı önyargımızı kıracak şüpheden geçmektedir.Descartes bunu kuşkulu bir dille anlatmıştır ve de vazgeçmiştir.Aslında tam da tecrübeli olmadığı için,Descartes bu tür fikirlerinde bir ikincil düşünceye düşmese dahi,eksik bir sav ortasına kendisini salıvermiştir.Aristo mantığı ile bu daha iyi de anlaşılabilir.Sofistik bir yargı olmasından korksa da,Rabbin olmasının ve O’nu her şeyi yaratmasının önünde hiçbir engel yoktur ve düşünce yolu ile de çıkarılabilecek en iyi inanç sistemi;Rabbin varlığına kanıttır.Tabi ki dini Allah gönderiyor;ama akıllarda beliren ilk din,yaşadığımız ortamda bize sunulan canlıların duygusal dna’larını anlamak için verilmiş iradi din mantığıdır.Bu da en mantıklı ve akılcı çıkardır.Bilakis daha farklı düşünce türevlerinde gerçek bir neticeye varmak imkansızdır.Hep bir yerde tıkanma mevcuttur. Doğan her bir çocuk,dini olarak Rabbin belirttiği en büyük din olan İslam’a bağlıdır.Bunun esas açıklaması şu yönden yapılırsa,buluğ çağına erişmemiş insanlar için ölüm gerçekleştiğinde ahrette azap olmaması ve de Rabbin onlara neler yapacağının meçhul olmasına rağmen,başlangıç itibari ile Rab inancı adına şüpheyi,Rab kendisi vermiştir.Bu hem derin bir mevzudur hem de anlaşılması güç olup,Descartes’in dediği gibi ‘I think therefore I am’ mantalitesi çerçevesi dahilinde tekrardan mülahaza edildiğinde,reçetesini avamdan birine yazdırmış ağır hasta gibi kendisine zarar verecek bir alışkanlıktır.Çünkü her insanın bunu düşünme ihtiyacı ve zorunluluğu olmasına rağmen,herkes bunu idrak edemez ve Montaigne tarafından defalarca tekrar edilen hafızanın(belleğin) gücünün rampa ardınca azami hız sınırını aşıp defalarca takla atan araç misali bu fikir etrafında da dolaşması ve sonucunda inançlı bir varlığın şüphe ile ateist denilen güruh içerisinde sesini yükseltmesi abesle iştiyak neticesidir.Çünkü bir insan derin bir mevzunun ağırlığını ruhunda kaldıramıyorsa;o insanın bu işe girişmesi abesle iştiyak olur.
Esasında varoluş ile alakalı problemlere Descartes’in fizik kuralları adına varsayımları ile bir çözüm de bulunabilmektedir.Uzayda ki tüm varlıkları bir toz parçası olarak görmek ve kuşku ile bu noktada tekrardan ve tekrardan düşünmek tekdüze birikimlerin ve de onlarca da olsa kirlenmiş deneylerin tekelliğini bozan bir devinimdir.Devinim demişken;hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin mazereti olmadan devinim(hareket) halinde bulunduğunu da belirtmek lazım.Esas mevzu bizim düşünce yapımız adına da olsa,acaba bize istenildiği şekil ve yol bu idi gibi bir fikir gelse,gerçek olarak ne kadar gerçeğe ulaşabiliriz?Yoksa realizm sahte bir duygusallık içerisinde bize dünyayı süslü mü göstermektedir?Zor bir izah yerine,basit bir kuralın üzerinden yola çıkarsak,açıklanması zor zannedilen meseleler daha kolay bir şekilde anlaşılabilir hale gelebilir. Örneğin;yüzlerce fizikçinin ve matematikçinin kabullendiği hareket kanunları;çok basit ve anlaşılabilen normlara sahiptir.Üç kanunu vardır.Birincisi;duran bir cisim durmaya devam eder.İkincisi;hareket eden bir cisim,hareket etmeye devam eder.Üçüncüsü de;hareket eden bir cisim,sabit bir cismi etkilediğinde sabit cisim hareket kazanır ve burada hareket eden cisim hareketinden bir miktar kaybeder.Bu hareket ilişkisi esasında bizim gözümüz için yanılgılarımızdan uzaklaşmak adına da bir yoldur. Bir örnek ile uzun düşünce yolumuza bir ara vermek istiyorum.Şöyle ki;siz kendinizi durağan bir örnek olarak belirleyin ve karşısınız da bulunan kamyonun üzerinde bulunan en yakın dostunuz,kamyon ilerlerken size hareket ediyormuş gibi geliyor.Aslında dostunuz o anda hareket halinde değil.Devinimi gerçekleştiren kamyon olmasına rağmen,dostunuz da hareket ediyormuş gibi gözüküyor.Bu çok normal bir durum;elbette.Çünkü devinim yasalarının üçüncüsü bunu açıklıyor zaten.Ama bunun fiziksel olarak gerçekleşeceğine inandığımız içine hep;bu tür hareket bilincini göz yanılgısı ve yanılması olarak görüyoruz.Bunun esas örneği de ,dünyanın daima hareket halinde bulunmasıdır.Demek istediğim,esasında bu dünya da dinlenme şeklinde ve durağan halinde geçen tek kavram zaman.Zaman içinde ayrı bir konu açıp,irdelemek lazım.Şüphenin ve dünyada ki varoluşun aslında yatan şüphe kavramını kanıta indirgemeden,sadece nesnel ifade tarzı ile açıklanması gerekliliğini bu yazıda ele almaya çalıştım.Karışık olduğunu biliyorum;ama karışıklığın içerisinde en basit ve en yalın ifadelerin olduğunu iyi biliyorum.Aynen;olgunlaşmak için bazen zıt durumlara ihtiyaç duyulan hayat gibi.
Adem Orhan
YORUMLAR
Yazın başarılı, ve giriş, gelişme ve sonuca bağlam, konusunda profösyönel bir anlatım olmuş.. Tebrik ederim... Bildiğimiz gibi felsefenin yapıtaşı "şüphe"dir. Filozoflar dünyaya farklı gözle bakan, hayret eden, sorgulayan, ve araştıran insanlardır.. Aynen hayata yeni gelmiş ve onu keşfetmeye çalşan çocuklar gibi... Bence bir filozof, yada bilimadamı işini yaparken, inanç, din, ve benyninde var olan gerçekliğini kabul ettiği, bilgilerinin hafıza kartını çıkarmalı, ve öyle sorgulamaya devam etmelidir... Öyleki yeryüzünde, bize yön veren, kur-an gibi bir pusula varken, gerçek sorgulanmaz! Lakin, bu sorgular, bizim dünyayı ve yaşama gayemizi, daha iyi anlamamıza ve kabullenmemize yardımcı olur... Ve doğadan alıp, hayata kattığımız çoğu icattlarda bu sorguların neticesinde oluşmaktadır... İnsan düşündükçe, tasarlar ve uygulamaya geçer...
Haritaya bakıp, vardığımız bir yere isim koymamız, onu bizim keşfettiğimiz anlamına gelmez....
Felsefeyi severim :) sokrates'in akropolisi sevdiği gibi :)
Descartes'in şüphecilik üzerine fikirlerine ne kadar katılmalı bilmiyorum. Çünkü o herşeyden şüphe ederek düşünce yolunda ilerlemeyi ön görüyor. Şüphe ona göre ilk bilgidir ve bütün bilgiler bu ilk bilgiden kaynakla elde edilebilir. Mantıken bakacak olursak doğru. Ama bir Müslüman olarak bakarsak; önce Allah'tan şüphe edip, sonra gerçeğe doğru ilerlemeye çalışmamız ne kadar sağlıklı, işte onu bilemedim.
Güzel ve etkileyici bir anlatımınız var. Zaten felsefeyi sevdiğim için okumakta zorlanmadım. Karışık da gelmedi doğrusu.
Saygılar.