- 607 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YABA VE ŞANA / ARDAHAN ÖYKÜLERİ- 157
Açık yeşil plastiğe boyalı oda üç adam alacak kadardı. Üç adam oturmuş muhabbet çıkarıyor. Neşeli ortam duvarın renginden filiz-i yeşille yüze çıkmıştı.
Asabiye hekimleri hastalarına yeşillik mahal’e yerleşin. Yeşil sükun’a iyidir, dermiş.
Hatta örnek getirmişler: Yeşil olmasaydı insanlar çıldırırdı.
Kırmızı boyanmış bir odaya iki gün çekmez kapatılan şahıs çıldırır diye söylenir.
Varın siz tahayyül edin odanın ahvalini. Posofun neşeli yeşilliğini aklıza getirin. Halas olalım.
Okuyucu ve yazar arasında borç harç kalmasın.
Müslüm kaloriferi yakıp gelmişti. Yüzünü git yıka dedi. Özüne ayna’da. Müslüm kendine dönük eleştiri başlatınca misafir Kağızmanlı yol almış su gibi baştan dığarlandı:
- Get allahın seversen yüzüne su çırp!
Nedendi, fırsant düşende bu insan kısmı degenegi yıkılana çalar! Kağızmanlı, karnının ağrısı neydiyse köpünü döktü.
Anan ölmesin Müslüm kaçın kurrasıydı? Anası ölmüştü sahi!
Neyse başı ölmemiş bunu bir kenara yazerdi. Dalından ne çıkacaktı?
Üç kişiydi, kendi aralarında.
Çin su kaynatıcısında su kaynayordu. Müslüm evsahibiydi.
Lüks tuvalet yaptırmıştı okul’a hayırsever. Aynaların şıkır mıkır oynadığı parıldak beyaz lavaboların giriştekinde elini yıkadı. Elin çektin mi su kesildi. Müslüm musluğu hayın çamuşa benzetti. Çamuş kısmıda inatlandı mı? Tersinesine hareket ederdi.
" Menle musluk kafa bulur diyesen." dedi. Üfürükte koymuşlar havlu yerine, elini kuruttu. Öğrencinin biri başını sıcak suyla yıkamış üfürüğe kafasını tutmuş kurutuyordu. Diğer çocuklar ve Müslüm: Elektrik çeker allah korusun dedi.
Çocuk duydu; duymamışlıktan geldi.
Denizli’li öğretmen, dırda burun kişinin marketten birkoşu bisküvi alıp gelmişti. Kepekli yuvarlak bisküvi. Bardakları doldurdular. Kağızmanlı bisküviti ağzına attı. Kaşık nerde? dedi. Müslüm kalemle karıştırıyordu. Aha bundan eyisi? demiş oldu.
Muhabbet çıkmıştı. Nurtopu gibi bir şakamız olmuştu. Adı: Kaşıktı. analı, babalı büyür’dü inşallah.
Denizlili dinleyer. Kağızmanlı mahana bulduya özüne göre şakalaştı: Kürek yok muydu?
Odanın kapı açılmıştı, salondaki uşak, öğretmenlerin hepsi gülüştü: " HAHHHHAAAAAAA!"
Müslüm cevaben:
_ Yok YABA var! Olar mı?
Bir yarışma muhabbet ekseni oluşturmuştuk. Kağızmanlı az değilmiş. Otomatikman cevapladı.
_ Yaba olmaz ŞANA yok muydu?
HİİHHİİHİİHHİİ at kişnemeleri efektiyle gülünürdü buna, espiri fazlaydı! Şana yabanın büyüğüymüş. Tövbe bende görmemişim. Evvelce duyduğumda yok.
Cıgaralar yakılmıştı. Resmen duman bacasındayız. Çayları bir fasıl daha uzattılar. Ben de muhabbete rabıtalanmışım. Resim çiziyorum. Kağızmanlı sandalyede ayağı ayak üst’e. Güzel bir harekette etüd ediyorum. Figürü alıyorum. Detaylar, atlıyorum. Çizdikçe aklım bir yandan analizlere kayıyor: Kağızmanlı bir figürken aslında parçalardan porsiyon dediğimiz şeyden oluşuyor diye deh düştüm. Öğrencilere böyle anlatsam iyi olur. Her porsiyon en ve boydan oluşuyor. öğrencinin dikkatini böyle çeksem? En ve yüksekliğin şeklini benzeterek kağıda yansıttık mı? Başarmış oluruz! Parçanın yön derecesini uzayda doğru açıda yansıttı mı öğrenci; her figürü yansıtmaması işten bile değil! Parçaların birbirlerine orantılarını doğru ölçtük mü? Hangi figürü çizersek çizelim yansıtılırdı.
Çizerken böyle düşünerekte analizlerle yeni ufuklar önümde açılıyordu. Öğretimin en yeni yöntemleri İngiliz akademilerinden geliyordu. Demek dedim: " Adamlar yetinmeden her an düşünüyor. Yeni, yeni, yenininde yenisini gerçekleştiriyordular. "
Bandacının arabasına it’i bağlamışlar onu anlatıyor Haydar.
Kağızmanlı dediği Müslüm’ün, Haydar Efendiden başkası değilmiş.
Çağrılmaya alıştırmışlardı. Askerden kalan alışkanlık. Kandıralı sen de dur... demişe çavuş.
" - Buz’un üstünde işimiz ne?"
Odadaydık bayağ!
" Ölüm Allahın emri ayrılık olmasaydı."
Sandalye camlı buz yüzünde kayer. Hepimizin hoşuna gitti. Rüşvet miydi?
Hariç ısmarlamıştı; dahilden bizi avlamıştı.
Bardaklar tütsüleri ile donmuş vaziyet herkesin elindeki kendi elinde. Herkes bir fırt çekti. Sıcak hücrelerime hırteğimden evel indi. Canımız gızdı.
" - Haydar bahçe odadan güzelmiş he mi?"
Haydar:
" - Tamam!.. Debertme!" dedi. İşmarlı, mışmarlı...
" Fıs, pıs!.."
Nedendi bardaklar tekrar dondu. Müslüm hersle bardağı buza çaldı.
Haydar: " Şüşeyi kıracan " dedi.
Buz; cam ne varsa kırıldı.
Cam çatladı. Bardakların tümü unufak. Buzlar inceymiş. Sandalyede kayık kayan bir cemaat insan sandalyeden salındı. Hava çok ayazlamıştı yerin otuz santim yukarısı bir dünya fakat aşağısı: sıcacık: " Kuk oturun!" dedi Adam, sonradan öğrendiğime ismi: Fiko’ymuş.
Hayde, kim anlatıyordu bandacıyı?
Lazım ki hikaye eda edile. Bu, bunu diyen haklıydı. Çok uzamıştı masalımsı muhabbet.
Vaveyla ile bir seda:
" - İşte , efendimde, sepetimde..."
" - ... Bandacı bandayı ahorada keçiyle trampa etmiş. Yola düşmüş. Mahalle çocukları: Keçiyi hileyle çözün. İt eniğini kor arabaya bağlayın. Köyüne yetende bandacı enik havlamaya, zığıldamaya başlasın.
Bandacı:
- Köve yaklaştık diye itleşmeee!" demiş.
- Haydar bu muydu hekiye?
- Heee!
- Bu olmadı oğlum. Neresi komik?
yalçıner yılmaz
27-01-2011
gebze
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.