- 659 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Düştaşı Kolyesi (Öykü)
D Ü Ş T A Ş I K O L Y E S İ
(Kırılgan Düşler)
Eyüp Sultan’*a
Ne zaman, üzerine yeryuvarın gölgesi düşse, tutulsa / Ay torbaya girdi, yardım istiyor bilirdi / Dede tüfeğini göğe uzatır / Teneke çalardı köylü çocuk… İnsan oğlunun aya ilk ayak bastığı gündü, dün gibi hatırlıyorum. Koca koca pilleri olan büyük radyodan ajansı dinliyorduk. Amerikalı astronotun aya inişini, yürüyüşünü ve konuşmalarını dinledikten sonra, rahmetli dedem. ‘Haşa oğlum, onlar Ay’a inmediler. Bir çöle inmişlerdir...! Allah’ın katına inilir mi!?.. Sümme haşa?..’ dediğinde, yüzüne aval aval bakmıştık.
İşte o gün, Pürenci Memet’in ilk oğlan torunu olmam nedeniyle beni çok seven ninem, üzerinde rengarenk Osmanlı bayrakları ve padişah turaları olan sandığını açtı. Kendisine de anne annesinin verdiği düş taşı kolyesini çıkarıp boynuma taktı. Bana en kıymetli eşyasını veren Eşeli Nine’me sarılarak öptüm. Sülalemde ilk nesil kadınların taktığı düş taşı kolyesi ilk kez bir oğlan çocuğuna takılıyormuş.
Çağın gerisinde kalmış teknoloji ile çalışan, beni strese düşürüp uykumu kaçıran işletmenin ayak oyunlarından da uzaklaşmak istiyorum. Irak savaşını canlı seyretmek beni iyice duygulandırdı.
Arka bahçemizi yol edindi, yoklasan ardında ne var o güleç yüzün / Kabadayı gibi allöş çekmediği kaldı. / ‘Oha var inek durdurur / Oha var zelve kırdırır.’ Petrolün üstüne çöreklenmek isteyen Amerika İmparatorluğu’nun küreselci başkanı Bush’a gerekli hatırlatmaları yapmak istiyorum. Tabi ki şom ağzımdan bal damlamayacak, mim parmağı savaşacağı ülkeyi gösteren, eceli biraz korkutacağım. Ne zaman düş taşıma yaslansam, ılışıyorum...! Yatağa uzanıp yine her zamanki gibi düşlerime sızıyorum.
Özel aygıtlarla donatılmış cep telefonumdan tarih kağıdıyla pişti oynayan Bush’u arıyorum. Kimliğimi bile söylemeden selamsız sabahsız söze başlıyorum.
-Yeryuvarın en büyük kovboyu, diktatör gibi davranıyorsun. Birleşmiş Milletler kararlarına uymuyor, savaşı devam ettirmek istiyorsun. Medeniyetler çatışmasını sen başlattın. Belanı mı arıyorsun..? Zararın neresinden dönersen yeryuvar için kârdır. Afganistan ve Irak’da yargısız infaz ve işkenceler yapıyorsun. Şimdi sana ulaştığım gibi, seni Mesih’e şikâyet edeceğim!..
Hayatın dolgun yanaklarını öpmeye düşleyen kör nefisli başkan, hiç beklemediği bu sözleri duyunca, biraz tutukluk yaptı. Bir müddet sonra kendini geldi.
-Siz kimsiniz? Ne demek istediğinizi pek anlayamadım?
-Ben İmlasız!.. Ezilen, sömürülen yoksul insanlar adına konuşan bir yeryuvar vatandaşı. Benim kimliğim hiç önemli değil. Gelin büyüklük yapın, Birleşmiş Milletler Meclisi’nin kurulmasına öncülük edin. Siz bunu kabul ederseniz, gölgeniz AB ülkeleri de size destek verir!..
-Benim telefonuma nasıl girdiniz bilmiyorum. Ben diktatör değilim.
-Bu güzel yeryuvarın rölantisini bozdun!.. Fırtına ekiyorsun. Sana seçimlerde destek sağlayan küreselci silah tüccarları için savaşlar başlatıyorsun. Yeryuvarı yoksulluktan ancak seçimle işbaşına gelen, Birleşmiş Milletler Meclisi kurtarır. Lütfen, benim bu söylediklerimi bir düşünün. Ülkenizi terörist olayların içinde bulmak istemiyorsanız, bu savaşı bir an önce kesin.
Telefonu kapadığımı zor hatırlıyorum, uyuya kalmışım. Yoksulluk, çukur gibi içinden alındıkça büyüyor ve bedenlerimizi acıtıyor. Düşleri kendim için bulabiliyorum ama hayallerle harmanladığım umuttan yoksullara veremiyorum. Onların da buna ihtiyacı var…
Orman arazilerini istimlak edebilmek için yakıp yıkıyoruz, bir gün doğa saltanatımızın çöküşüyle ağaçtan atlara binecek, kırış kırış olan bulutları seyredeceğiz. Serin bir hava için kanat çırpanken yüreklerimiz kırkikindi yağmurlarına hasret kalacağız… Hiç kere hiç yağmurları yüzlerimizi bile serinletemeyecek..!
Köyümün yaslandığı yamaçlardaki dev gibi bir kayanın gamzesinde oturuyorum. Gecenin yalımı yüzüme vururken, dolunay altı morlaşan bulutların arasından köyümü aydınlatmak için kendine yer arıyor. Arkamdaki ağacın ayıbını örten yapraklar hışırdadıkça korkudan tüylerim diken diken oluyor. Mezarlığı seyrediyorum... Yüzümü yüreğine seren, gözleri iki nergis çiçeği / Bir öpümlük yaşayan türkü anamı bana verin / O içime düşen seyhan damlası…
Yıllar önce hakkın rahmetine kavuşan annem, üzeri köpük gibi lüle lüle olan beyaz bir gelinlik giymiş. Kelebek kadar narin ve bir balerin gibi seke seke yürüyor, Akdeniz meltemi deniz dalgası gibi ırıp ırıp vurup üzerimdeki giysileri savuruyor. Arkasında kendi gibi nur yüzlü Arzı ile Hacer mezarlığa doğru dans eder gibi seke seke yürüyor. Gözlerinden eflatun bir ışık sızıyor, ruhuma ney üflenmiş gibi hafiflemişim. Kayanın başında otururken bir el mi, gelip bana dokundu veya hayal mi, görüyorum farkında değilim..!?
Köyümüzün mezarlığına doğru gidiyorlar, kayadan inip ben de arkalarından yürümeye başladım. İçimden ışık gibi ılık bir şey akıyor. Onlardan beş altı metre kadar gerideyim, üzerlik tütsülenmiş gibi kokuyorlar!.. Ahmet Kahya’nın derin su kuyusunu geçiyoruz, titreyen gölgeler gibi duran mezarlığa on metre ya var, ya da yok. Ölüme karşı hep dik duran ruhum köpürüyor. Birden önlerine doğru koşmaya başladım… Gözlerime kor ve kızıl renkte ufalanmış yıldızlar dökülüyor…
Akdeniz meltemi serin serin yüzümü yalarken ayın şavkı alnımı ısıtıyor. Ruhum, bedenimin bir metre kadar üzerinde bulut gibi benimle birlikte gidiyor. Öyle duyumsuyorum. Birden semazen gibi sağ ayağımı ileri atıp, sol kolumu aşağıya sağ kolumu da yukarıya doğru açıyorum. Arkamdakiler de benim gibi yapıyorlar, bu şekilde Allah’a dua ediyoruz. Bizi yukarıdan seyreden ayla göz göze geliyorum!.. Kendimi yanaklarımdan öpülmüş gibi duyumsuyorum. Ay yüceliğine hep inandım… Ne zaman yeni doğan bir hilâl görsem, amentü okurum.
Kabin gibi yan yana dizilmiş ve bekleme odaları gibi duran mezarlıkların yanı başındayım. Sonsuzluk burada her sonlunun boşluğu... O bilinmeyenli denklemi görüp çözmek geçiyor içimden!.. İrkiliyorum!..
Bu gün yine küreselci patronuma istediğinden daha fazla hizmet ettim, yorgunluktan dizden aşağım tutmuyor, kafam sepet gibi… Televizyonda iyi bir program yok, hangi kanala geçsem, Kemal Sunal filmi..! Medya telif hakkı ödemiyor ya, beleş buldular gösterip duruyorlar. Yatağa girdim ama uyuyamıyorum, at gibi debelenip duruyorum, köşeye sıkıştırılan ruhumla içsel yalnızlığı bulamıyorum. İşletmenin incir çekirdeğini doldurmayacak sorunlarını da belleğimden kovamıyorum. Küresel düzeni değiştirmek adına terörist imgelerime tutunuyorum..!
Bize yaşayın diye verilen bu yeryuvar, Bush gibilerin dünyası olmayacak… Cep telefonumdan Washington’da dem süren senato başkanını arıyorum.
-İki gün önce başkan Bush’la görüştüm.
-Kim dediniz?
-Hançeri göğsüne yakın tutan Hitler kılıklı Bush’la görüştüm. Amerika’nın Birleşmiş Milletler kararlarına uymamasının büyük bir yanlış olduğunu söyledim. Başkanınızın etrafı siyasi dalkavuklarla dolu, yanlış yönlendiriliyor. Başkan diktatör gibi hareket ediyor.
-Bana kim olduğunuzu söylediniz mi?
-Ben İmlasız. Yeryuvarda hukukun üstünlüğünü savunan biri!.. Siz, yeryuvar vatandaşı..! Bir yargıç diye de düşünebilirsiniz. Başkanınızın parmağı ne menem şeyse… O diktatörün mim parmağı kimi gösterirse, ona savaş ilan ediyorsunuz!.. O ülkenin mazlum insanına acı çektiriyorsunuz..!? Senato başkanı olarak size soruyorum, bu demokratik bir şey mi?.. Lütfen cevap verin.
-O başkan.
-Başkan istiyor diye savaşa giriyorsanız!.. Sizin Nazi Almanya’sından ne farkınız var? On bir eylül de benim de yüreğim kanadı. Elbette, ikiz kuleleri vuranları yargılayalım… İlkel insanlar gibi öç almak niye? Amerikan İmparatorluğu medeniyetler çatışmasını resmen başlattı. Senato başkanı olarak sizin de sorumluluklarınız var… Hemen müdahale etmelisiniz. Aksi takdirde ülkenizde başlayan terörün sorumlusu siz olacaksınız!.. İyi günler diliyorum. Lütfen söylediklerimi bir düşünün.
-Sizin demokrasi anlayışınız bu mu? Bana konuşma hakkı vermediniz.
-Medeniyetler çatışmasını siz başlattınız..! Savaşı da bitirmek sizin elinizde…
Yeryuvarı yaz boz tahtasına çeviren Amerika İmparatorluğu kan desenli seccadeler dokuyor. Yarınları olan günlerde öykünün çatısını kuracağım.
Yırtığı hep teni ve yüreğinde hisseden, ölümü çoktan öldürmüş, kör hırsından arınamayan küreselcilere kılıç çeken bir İmlasız olacağım… Küreselleşen yasalara, şair ve yazarların ne dediğine aldırmadan, gezgin gibi ışıklı yollar arayacağım.
Mıhceren’in üstünü tuvali bozuk bulutlar örtmüş, güneş kendine çekiliyor. Serçe parmağım kadar küçük kuşun albenili sesi içimi okşuyor. Kendini yaşamakta olan doğanın şiir gibi güzel sesini dinliyorum.
Beni telefonla arayan babama yardım etmek için köye gittim, akşama kadar karpuz bostanın içinde çıkan otları kazmaladım. Akşam olunca yorgun argın köye döndüm, duş alıp yemek yedikten sonra damdaki yatağa uzandım. Boynumda asılı duran düş taşını okşarken, hayallerimi yavaş yavaş kucaklıyorum. İncirlik Hava alanına beş kilometre mesafedeki Turunçlu’dayım, hırçın esen sam yeli salatalıkların yapraklarını savururken gökyüzünden bomba sesleri geldi. İki uçandaire büyük bir Amerikan bombardıman uçağını ortalarına almışlar, ışıktan hüzmeleriyle testere ile odun keser gibi kocaman uçağı parçalıyorlar.
Bu arada hava alanından jetler kalkıyor, uçan dairelere doğru gidiyorlar. Rahmetli Pürenci Mehmet dedemin Kavga Bucağı dediği yerden büyük bir uzay gemisi daha geliyor. Hava alanından kalkan Amerikan jetlerini darı gibi tek tek patlatıyor, gece olmasına karşın, patlayan bombaların ışığıyla gökyüzü bembeyaz oldu. Sanki gök ortasından yırtılıyor, korkudan kaçacak bir delik arıyorum, dere yatağına koşarken çocuk gibi irkilerek uyandım.
Bush’un yaptıklarını mezarında yatmakta olan George Washington duysa, koşar gelirdi.Umutlarını küreselci sermayenin kapısında arayan senato başkanı ve Bush’la görüşeli iki hafta oldu. Kitle imha silahı bahane Irak’ı işgal etmek şahane diyen İmparatorluğun politikasında bir değişiklik olmadı.
İçi boş kavramlara inanmayan kurşun gözlüyüm, ısırgan gibi hayaller benim sermayem. Yeryuvar jandarmalığı yaparken uygarlık türküsü söyleyen küreselcilerin New York ve Washington’daki araçlarını bomba gibi patlatmaya başladım. Elit kesimin yaşadığı bölgelerde ses bombaları patlatıyor, halkı korkutup paniğe kapılmalarını sağlıyorum. İki büyük kentin gamzesini yırtıp Bush’u hizaya getirmek istiyorum. Bunları yaparken akrep gibi sokarak, öldürmeden acı çekmelerini sağlıyorum. Bu hep yoksul ülkelerin kaderi olacak değil ya... Biraz da iğneyi kendilerine batırsınlar..!
Marşandiz treni ötüşlü yeryuvar medyası terör olaylarını canlı yayınlarla veriyor. Hayatı midesiyle seven Arap alemi de mutluluklarını zılgıt çekerek kutluyorlar. İkiz kulelerin yıkılışında Kayserililer de birbirlerine tebrik sunmuşlardı… AB ülkeleri ise Amerika’ya bir ders verilişini kaygı ile de olsa, içten içe sevinerek izliyorlar..
Küreselcilerin bedenleri ırgalandıkça yeryuvara daha da yerleşiyor, devrilmez hale geliyorlar!.. Eskiden Marx Amca’nın felsefesi vardı… Komünist diktatörler onun da ebesini belledi… Hiç olmazsa, Amerikan İmparatorluğu ondan çekiniyordu.
Üzüm gibi ezilen Filistinli çocuklar davaları uğruna taş atmaktan yoruldular, ne zaman esmer yüzlü o çocukları televizyonda görsem, içim kanıyor. Yuvalarını çamurdan yapan kırlangıçlar da küresel kirlenmeden nasiplerini aldılar… Tüneğinde avını bekleyen örümcekler uçmadan bir çiçekten diğerine cambaz gibi geçiyorlar. Gövdesi zebra gibi olan arı, sarı renk kadifeye benzeyen papatyanın salkımını sağıyor. Arılar gökteki uçağın gürültüsünü hiç mi hiç sevmiyor, sırf bu yüzden bize küsmüşler, oğul bile vermiyorlar!!.. Benden kırlangıcın gagasına çarpmış gibi vınlayarak kaçıyorlar.
Yarım kalan düşlerimin çatısını örüyorum, Washington ve New York gibi büyük kentlerin seçkin semtlerindeki korku ve paniği üst düzeye taşıyorum. Halk kentleri terk ediyor, Bush’un politikalarını protesto için yürüyüşler düzenliyorlar. Çam devirmekte sabıkalı ve tanrı gibi duran Bush’u cepten arıyorum.
-Bay Başkan, merhaba. Nasılsın demeyeceğim, çünkü sen bunu hak etmiyorsun!.. Hiçbir düzelme olmadı… Sana iki gün süre tanıyorum..! Kabul etmediğiniz takdirde Beyaz sarayınızı havaya uçuracağım. Başlattığın medeniyetler çatışmasına derhal son verecek! Afganistan ve Irak’tan derhal çekileceksin!!..
-Siz kimsiniz, bu işleri nasıl yapıyorsunuz?
-Başkan, ben son sözümü söyledim. İyi günler.
Ardından senato başkanını arıyorum.
-Başkan merhaba. Terörün nasıl bir şey olduğunu görüyorsunuz…! Sizin halkınız savaşı televizyondan seyrediyordu, şimdi yaşıyor. Şimdi memnun musunuz?
-Bunu çözümü var mı?!..
-Çözümü elbette var. Birleşmiş Milletler Meclisi kuracağınızı ve yoksullukla pençeleşen ülkelere yardım edeceğinizi medya önünde açıklayın. Aksi halde şiddet olayları tüm ülkenize yayılacak, köprüler ve atom santralleri vurulacak. Duydunuz mu?!..
-Bay İmlasız! Size söz veriyorum. Senatoyu toplayıp bunları anlatacağım.
-Seçimle işbaşına gelecek, Birleşmiş Milletler Meclisi’nin kurulması için çalışacak mısınız?
-İncil’e el basarım!.. Söz.
-İyi günler.
-İyi günler.
Başkalarının parantezine müdahalelerde bulunan, yırtık yürekli Bush yirmi dört saat geçmeden bir basın toplantısı düzenleyerek istekleri kabul etti.
Sığınağından kaçan düşlerimi kırılmadan topluyorum, savaş kadar iğrençti...
Yedikçe ağzı büyüyen küreselci sermaye kıçı kırık yeryuvarı talan ederken, dilsiz kaderci çoğunluğun yüreği depreşmiyor! Haydi, değişim zamanı… Peygamberimiz bizden daha devrimciydi!.. Hukukun üstün olduğu ve yoksulluğun olmadığı bir yeryuvar düzeni kuralım…
Ve artık düş taşını Elif Su takıyor…
* - Ne zaman Eyüp Sultan’a cumaya gelsem, Kayseri’de eksik kıldığım namazı duyumsarım.
YORUMLAR
Peygamberimiz bizden daha devrimciydi!.. Hukukun üstün olduğu ve yoksulluğun olmadığı bir yeryuvar düzeni kuralım…
Ve artık düş taşını Elif Su takıyor…
* - Ne zaman Eyüp Sultan’a cumaya gelsem, Kayseri’de eksik kıldığım namazı duyumsarım.
Yürekten kutluyorum sizi
her kelimesini atlamadan okudum.
Yalan yoktu içinde
Amerikalılar aya çıkarken Harman dövüyorduk Dövenlerle
Ben çocuktum. Pilli radyo cazırdıyor. Babam sövüyordu
Onlar ayda biz harmanda diye
Sevgilerimle
günümün yazısı olur inşallah