- 1362 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
KAPI ARALIĞINDAN...
KAPI ARALIĞINDAN...
Yatağının içinde irkildi.
Gözlerini beyaza boyanmış tavana dikip, içeriden gelen seslere kulak verdi.
Tıpkı beyaz bir kurt köpeği gibi…
Tetikte ve heyecanlı…
Korkunun kol gezdiği duvar diplerini, kocaman olmuş gözbebekleri ile arşınladı. Teninden fışkıran terin o iflah olmaz yapışkanlığı saç diplerine kadar ulaştı. Sıcak ve yapışkan…
Şiddetle çarpılan kapının ardından; evin kirli sarıya boyalı duvarlarından dökülen toz zerrecikleri, havada süzülüp saçlarına ve kirpiklerinin ucuna kondu.
Kederin dayanılmaz ağırlığından geride kalan, sadece annesinin sessiz hıçkırıklarıydı.
***
Sisli bir gecenin karanlığında, griye dönmüş gökyüzünün en tepesinde gördü kendini. Bilinmez bir boşluğun bilinmez uzaklığında, gri renge çalınmış kendisiyle beraber her yer bir sis perdesinin ardına saklı gibiydi.
Arşa asılı, baş aşağı boşlukta sallanır vaziyetteydi. Aşağıya doğru baktığında; sanki aşağıdan birileri çekiyormuşçasına kilometrelerce hızla dibe inmeye başladı aniden.
Uçuşan saçları boğazının etrafına sarılırken, kirpiklerine vuran rüzgârın darbesiyle, gözleri hafif aralık yerdeki toprağın kahveliğine doğru çakılmak üzereydi.
Önce uzun sarı saçlarından bir tutam değdi. Kurak toprağa. Saniyeler kala.
Anneeee!
Sırılsıklam ter içerisinde, gördüğü kâbustan uyanınca başucunda bekleyen annesinin kahverengi gözleriyle karşılaştı.
***
Küçük odanın boyası dökülmüş duvarlarında, pencerenin kenarındaki çınar ağacının gölgesi acayip şekiller yansıtarak oynaşıyordu. Esen rüzgarın şiddeti cama vurdukça; dökülmeye yüz tutmuş ahşap pervazların arasından girip ıslık gibi ses çıkarıyor, ardından loş odanın içine dolup dip bucak ne varsa sarsıyordu.
Gecenin karanlık dünyasında, tüm mekân uyurken gözleri aniden açılıverdi. Yanındaki demir divanda yatan ablasına doğru baktı. Hemencecik başına üşüşen karabasanlardan kurtulmak için yattığı yer yatağında huzursuzca kıpırdadı. Kendini, biraz daha demir divana yaklaştırdı.
Korkudan kısılmış sesiyle ablasına seslendi.
Ablası huzursuzca kımıldadı.
Tek istediği onun yanında yatmaktı.
Yalvardı.
Kendi sesini duyamadan.
Ağladı.
Süzüldü gözyaşları.
Bedeni mengene gibi sıkıldı.
Minik yüreği ortadan çatlamak üzereydi.
Tan yeri ağarırken gözleri kapanıyordu.
Dayanacak mecali kalmamıştı.
Uykunun kucağına teslim oldu.
***
Rana; çocukların şen kahkahalar attığı parkın bahçesinde, ahşap bankın üzerinde oturuyordu. Her gün erken saatte uyanan kızı Işılay ile beraber kahvaltılarını yaptıktan sonra, mahallenin arka sokağındaki bu parka gelmeyi adet edinmişlerdi.
Işılay uzun sarı saçlarının örgülerine takılı olan pembe kurdelesini, rüzgârda savurarak etrafta koştukça Rana çok uzaklara dalar, kendi geçmişinin karanlık izbe sokak aralarında dolaşır dururdu.
Kubilay ile tanıştıkları zaman dilimi, hayatının en zor günlerine rastlıyordu.
Kubilay küçük kasabaya yeni yerleşmiş, ilk görev yeri olan hastanenin psikiyatri bölümünde kısa zamanda sevilen ve sayılan doktorların arasına girmeyi başaran gencecik bir hekimdi.
Rana; korkunun ve saplantılı düşüncelerinin en son uç noktalarda gezindiği günlerden birinde, çaresizce kapıdan içeriye adımını attığında hayatının akışının ne derece değişeceğinin farkında değildi.
İlk tanışmaları hasta hekim sınırları içerisinde, doktor odasının o bembeyaz duvarları arasında içeriye vuran güneşin ferah aydınlığında gerçekleşmişti.
Masasının başında oturan genç adamın yüzünde, tıpkı Rananın ellerine vuran güneşin sıcacık yumuşaklığındaki izleri vardı. İnsanın içine işleyen derin ve manalı bakışları aynı zamanda Rana’nın hiç şimdiye kadar hissetmediği güvende olma duygusunu yaşatıyordu.
Beraber olmanın o kaçınılmaz duygusu ruhlarını sardığında, Kubilay Rana’ya şefkat ve sevgi dolu bir hami gibi yaklaşmıştı. Rana başını yasladığı Kubilay’ın göğsünde, derin bir huzurun kucağında buldu kendini. Çocukluğundan itibaren hiç tatmadığı şefkat ve güvende olma duygusunun varlığını yeni keşfediyordu.
Onu Kubilay’a çeken; varlığından bihaber olduğu güzel hisleri doyasıya yaşamanın verdiği coşku ile beraber, mahkûm bırakıldığı tüm bastırılmış duygularını ardı sıra gün yüzüne çıkıyor olmasıydı.
Kubilay zamanın akışında; kimi zaman onun ruhunu tedavi etmeye çalışan doktoru, kimi zaman şefkatle göğsünde onu uyutmaya çalışan annesi, kimi zaman küçücük parmaklarından tutup ta onu salıncakta hiç sallamamış olan babası, kimi zaman ise tutkulu bir aşk ile onu öpen sevgilisi oluyordu.
Babasının yıllarca, annesinin üzerine kurulu olan buyurgan hükümdarlığının sınırları çerçevesinde, kendi payına düşen pastanın tadı, çocukluğunun ve gençliğinin baharında onun damağında zehir gibi bir tat bırakmıştı.
Ömrü billâh geçmeyecek olan bu tadı; bir nebze dahi olsa Kubilay’ın sıcacık omzunda hafifletmek, onun serin avuçları arasına ellerini bırakıp dimağındaki tüm korkulara karşı siper almak ve böylece gecenin karanlığından aydınlığına kavuşmak ne güzeldi.
Rana Kubilay’ın ona avuçlarıyla sunduğu bu füsunkar suyu, kanarak içmeye doyamıyordu. İçtikçe ruhunun derinliklerine çökmüş korkunç karabasanları birer birer dışarıya atıp, yaşanmamışlıklarını delişmen bir özlem ile yakalamaya çalışıyordu.
Çocukluğunda ve yeniyetmeliğinde kapı aralığındaki korkulu bekleyişlerini, annesinin sessiz çığlıklarını, yüzüne inen kor bir alev gibi yakıcı tokatları, babasının kükreyişlerini, geçmişin karanlık tozlu sayfalarında bırakıp tümden kaçışlarıyla beraber saklandığı bu yürek onun kurtarıcısı olan sessiz bir liman gibiydi.
***
Derin bir nefes aldı ve yavaşça geri verdi. Ciğerlerine dolan taze havanın etkisiyle beraber, havsalasındaki geçmişin ezik yaşanmışlıklarını zihninden atmaya çalıştı.
Ayağa kalktı.
Her boşluğa düştüğü anda geçmişi gözlerinin önünde canlanırken, aklından geçirdiği duayı sessizce mırıldandı. Yarabbi sana şükürler olsun.
Gülümsedi.
Parkın çimenleri üzerinde kelebek gibi koşturan Işılaya doğru yöneldi.
İçindeki yüreği kocaman oldu.
Öğlen güneşinin altın sarısı ışıkları kızının sarı saçlarında akisler çiziyor, güzel bebek yüzünü aydınlatıyordu.
Peri kızı gibiydi.
Rana tebessüm etti.
Eşi ve kızı onun mutluluk kaynağıydı.
Tüm kalbiyle her an düşlediği dileği geçti aklından.
Allah’ından, yaratanından tekrar istedi.
Benim kızım, benim Işılay’ım kapı aralığında hiç kalmayacak.
Değil mi güzel yaradanım?
Gaipten bir ses duymuşçasına irkildi.
Kızına doğru bir adım attı.
Gelen ses evet demişti.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
Çok güzel...Kapı aralığında bekleyen bütün çocuklar adına...
Tebrik ediyorum.
Yazılarındaki duygu akışına ve felsefeye hayranım.
Sevgiler.
SEVİLAY DİLBER
güzel cümlelerin için...
bende senin kaliteli yazıların için aynı düşünceler sahibim..
seni okumak keyifli ve farklı..
sevgiler canım..
SEVİLAY DİLBER
güzel yorumun için...
sevgilerimle..
SEVİLAY DİLBER
NE GÜZEL BİR YORUM...
SAĞOLUN MUSTAFA BEY...
SEVGİ VE SAYGILARIMLA.
Tek kelimeyle büyüleyici! Satırlarınız duygu dolu. Rana'nın mutluluğu her şeye değdi. Tebrik ederim. Çok güzel yazıyorsunuz. Sevgilerimle...
SEVİLAY DİLBER
güzel yorumun için..
sevgiyle....
SEVİLAY DİLBER
sevgi ve saygılarımla beraber..
SEVİLAY DİLBER
beni mutlu ediyorsunuz...
sevgiyle..
mırıldandığımız dualarımız kabuslarımızı savursun sonsuzluğa...
tebrikler...
SEVİLAY DİLBER
hepimizin....
sevgiyle kalın...