- 663 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
SUSKUN YÜREKLER - 13
Dükkân, öğrencilerin uğrak noktasında bir yerdeydi. Küçük sevimli ve ayak altıydı. Perdelerini ve örtülerini Melike kendisi seçmişti.Öğrencilerin beğenecekleri canlı ve ilgi çekici renkler hakimdi. Evlerinden uzakta olmalarının sıkıntıları genelde ev yemeklerine duyulan özlem oluyordu. Hem uygun, hem de leziz olmalıydı yemekler. Birbirlerine tavsiye sonucu, kalabalıklaşacaktı müşteri kitlesi.
Camların önüne; çiçekçiden aldığı çeşitli renk ve cinsteki çiçekleri dizmişti Melike… Sardunya, hanımeli … v.b. çiçekler sıcak bir hava vermişti. Başladıklarının ilk haftasında, siftahsız geçirdiğinde, Musa’ nın canı çok sıkıldı, pişman oldu. Bir haftanın sonunda; tek tük de olsa öğrenciler, dükkanın varlığını keşfederek gelmeye başlayınca, büyük bir şevk ile sarıldı işine. Melike ise hamileliğinin yedinci ayına girmiş olmasına rağmen canla başla çalışıyordu dükkanda. Musa; hazırlattığı el ilanlarını dağıtıyordu boş zamanlarında. Müşterilerine de veriyordu.Bir kaç daimi müşterisi de olmuştu zaman içinde. Sadece yemekle olmayacağını anladığında; kahvaltı menüsünü de devreye soktu. Sabah kahvaltısına rağbet daha fazla olmuştu. Özellikle Pazar günleri, boş masa kalmıyor, kapı önüne komşulardan temin ettiği masalara da servis açıyordu.
Yüzleri gülmeye, neşelenmeye başlamışlardı. İşler iyi gittikçe, geleceğe dair umutları da güçleniyordu ikisinin de. Doğuma az bir zamanın kalmış olması nedeniyle doğum anında yalnız olacağı düşüncesi; Melike’ yi üzüyor fakat Musa’ ya belli etmemeye çalışıyordu. Oysa; adet olduğu üzere doğumda kızın annesinin olması, ona destek vermesi kaçınılmazdı Anadolu’ da. Onun yanında olmasını en çok istediği kişi Annesiydi. Bebeğine, vereceği sütü nasıl vereceğini gösterecekti anne olarak; altını nasıl değiştireceğini, en çok da doğuma giderken elinden sıkıca tutacağı annesinin manevi desteğini… Hiç birini yaşayamayacaktı… Kan davasına lanet okuyordu bunları düşünürken.
Tek başınaydı; bütün zorlukların altından Musa ile birlikte kalkacaklardı. Melike’ nin yorgun düşmesi nedeniyle dükkana götürmüyordu Musa. Onun yerine iki kişi almıştı. İşler de düzelmiş; müşterileri de artmıştı. Maliyet hesabı yaptığında, kâra geçmeye çok az kaldığını görebiliyordu. Geliri daha da artırmak için değişik alternatifler bulmaya çalışıyordu. Her gün farklı ve değişik menü ekliyor ve en mükemmeli olmasına özen gösteriyordu. Özellikle temizliğe ve müşteriye saygıya önem veriyordu. Kim olursa olsun; nerede olursa olsun değerli olduğunu hissetmek isterdi. Müşterinin psikolojisini anlamak, ona göre hareket etmek gerekirdi.
Eve iyice alışmıştı Melike. Bütün gün evde tek başına, vakit geçiriyordu. Arada bir onu ziyarete gelen Esma Hanım da olmasa; kendini terk edilmiş hissedecekti. Hatta son geldiğinde; doğumda da yanında olmak istediğini söylediğinde, duygulanmıştı. Bir kişi de olsa candan, yürekten birinin varlığı ona güç veriyordu. Bebeğinin eşyalarını özenle seçiyor, boş kaldığında ona patikler örüyordu ponponlu, cıvıl cıvıl renklerle…
Onun barış içinde, kin duygularından uzak büyütmek ise en büyük isteğiydi. Büyüdüğünde, çevresinde göremediği anne ve babasının akrabalarını sorduğunda cevabı ne olacaktı ? Bunları düşündüğünde, karamsarlaşıyordu. Zamanın en iyi ilaç olduğu aklına geldiğinde de rahatlıyordu…
Doğuma yaklaşık bir hafta gibi bir zaman kalmıştı. Marmaris’ten ayrıldığından beri annesini arayamamış olduğunu anımsadı. Üzerini giyindi. Telekom bayiine gitti. Numarayı çevirdi; beklemeye başladı. Uzun bir çalışın ardından telefonda babasının sesi duyar duymaz kapattı korkuyla. Bu gizemli telefona bir anlam verememişti Mustafa. Biraz zaman geçtikten sonra bir daha aradı. Yine açan babasıydı. Annesiyle konuşamamanın üzüntüsüyle evine gitti. Ertesi gün tekrar aradı. Bu kez annesi bakmıştı telefona…Uzun uzun konuştular. Doğum zamanının geldiğini söylediğinde; annesi bir müddet sustu telefonda… Sonra tekrar konuşmaya başladılar. Kapatmak istemiyordu ikisi de… Halime, konuşmaya öyle bir kaptırmıştı ki kendini; arkasında onu dinleyen Mustafa’ yı fark etmemişti. Tam mutlu bir şekilde ahizeyi yerine bırakıp; arkasını döndüğünde kocasının kızgın bakışlarıyla karşılaştı.
- Kiminle konuşuyordun Halime ?
- Kimseyle!
- Nasıl kimseyle? Telefonda kiminle konuşuyordun diyorum be kadın?
- Söyleyemem
- Neden söyleyemezsin?
- İşte kızarsın bana, hatta dayak atarsın. Korkuyorum.
- Delirtme beni kadın! Söyle çabuk !
- Melikeyle konuşuyordum
- Melikeyle mi? Nasıl yaparsın böyle bir şeyi.Nasıl affedebildin onu ? Ağladığın günleri ne çabuk unuttun.
- Ben unuturum Mustafa! Ben anneyim… Onu dünyaya ben getirdim. Acısını çektim. Canımdan can, kanımdan kan o… Hata da yapsa yine evladım… Bana ne kan davasından. O bir kandırmaca. Savaşı, şiddeti sevenler için mazeret sadece… Bitsin artık bu dava, kıyım,acı…
- Kadın sen delirdin mi? Kulağın işitmiyor mu söylediklerini. Adet olmuştur kana kan almak… Onun yüzünden, başım eğik geziyorum. Başkası olsaydı belki affederdim. Kanlımızın oğluyla kaçtı. Asla affedemem. İnsan içine çıkamam. Affedemem… Ölümle eş değer bu. Ölmeyi tercih ederim…
- Torununu görmeden mi?
- Ne torunu?
- Doğum yapacak kızın! Anne olacak yakında.Ben istemez miydim doğumda yanında olmayı? Ama olamıyorum. Neden? Kan davası yüzünden. Sebebini bile bilmediğim bir neden yüzünden birbirini öldüren akrabalarımın yüzünden. Kin, nefret,düşmanlık beni kızımdan mahrum bırakıyor.
- Demek anne olacak ha! Neredelermiş söyledi mi peki ?
- Söylemedi. Ölüm korkusu yaşayan kim söyleyebilir ki nerede olduğunu. Bilsem de söylemem zaten. Töreyi biliyorum. Ya sen vurursun, ya da kardeşi…
- Ben canavar mıyım? Öyle görüyor olabilirsin, ben özlemedim mi kızımı? Sevmiyor muyum onu? Sen yine öyle düşün. İşine öyle gelsin.
- Bey ! Ben seni tanımaz mıyım? Dışın başka söyler, için başka… Bana söz ver şimdi. Tekrar ararsa yerini öğreneyim. Doğuma gidelim. Kimseye söylemeyelim nereye gittiğimizi? Hatta diğer çocuklarımıza bile. Ben de sana kaçmadım mı? Sana güvenmedim mi? Bizim kan davamız yoktu yalnızca. Affet onu. Fakat kimse bilmesin affettiğini.
- Ya duyulursa?
- Kim duyacak? Kimseye söylemeyiz. Benim dayımın kızı var Ankara’ da. Ona gidiyoruz deriz. Arar nasılsa Melike yine. Ha ne diyorsun.
- Yine beni kandırdın Halime kadın. Affettim be affettim. İki günlük dünya… Çok özledim kızımı. O mutlu olsun da; başkaları için onu yok sayamam. Ararsa, öğren adresini. Torunumu görmek istiyorum.
Halime kadın bu kez sevinçten ağlamaya başladı. Sabırla kızının aramasını bekleyecekti. Arayacağına emindi… Huzurlu bir şekilde, işlerini yapmaya başladı. Anneanne olacağı için heyecanlıydı…
DEVAM EDECEK...