MALAZGİRT; ANADOLU’YA KAPI AÇAN KUTSAL SAVAŞIN MEKÂNI
Hazırlayan: Bekir YALÇINKAYA
Esasen Anadolu’nun Türkler’e kapı açışının tarihi, Selçuklular Dönemi’nin en önemli gelişmesi olan 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’dir ki zaferin açtığı yoldan hareketle Anadolu, birbirinin ardı sıra gelen Türkmen Yörükleri’nin cemaat, aşiret veya oymaklarıyla Türk’leşecektir. Bu savaşın öncesinde, Tuğrul Bey zamanında mükemmel savaş tekniği ve cesaretleriyle ele avuca sığmayan Türk’lerin Kafkaslar’da ve Anadolu’nun içlerindeki Pasinler, Malatya, Sivas, Eskişehir, Denizli ve hatta Marmara kıyılarında görülmeleri Bizans tarafından endişeyle takibedilmekte ve uykularını kaçırmaktadır. Türkler gelmeden önce İslâm Âlemi’nin müthiş bir korkusu olan Bizans, Türkler’i karşısında bulunca bir taraftan kabuğuna çekilmiş, diğer taraftan da Türk gücünü kırmak için bir savaş hazırlığına girişmiştir.
Malazgirt’teki fütühat hareketi öncesi, Azerbaycan’ın fethine görevlendirilen Prens Hasan ile Sultan Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey ve Davud’un oğlu Yakutî, Azerbaycan’dan bir Bizans ülkesi olan Vaspurakan’a (Van havzası) geçerek akınlar yapmışlardır. Bu akınlardan birinde Prens Hasan ve arkadaşları pusuya düşürülerek şehid edilmişlerdir. (1048) (1)
Bundan sonra Sultan Tuğrul Bey, Prens Hasan’ın intikamını almak üzere Azerbaycan valiliğine tayin ettiği kardeşi İbrahim Yınal’ı Anadolu seferine görevlendirdi. İbrahim Yınal büyük bir ordu ile -Bizans kaynaklarında bu sayı 100.000- Anadolu’ya girdi. Bizans ordusunun 33.000 askerine karşı yapılan Pasin Ovası’ndaki savaş, Müslüman-Türk kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlandı. (18.Eylül.1049) (2)
1054’te Tebriz ve Gence gibi büyük şehirleriyle bütün Azerbaycan Selçuklu hâkimiyetine girmişti. Tuğrul Bey’in idare ettiği bu akınlarda ordusu, Kafkas Dağları ve Doğu Anadolu’ya kadar dayanmış ve Malazgirt kalesinin önüne kadar gelmişti.
1057 yılında Yakutî Bey, Anadolu içlerine kadar ulaşan bir önemli akın yapmış ve üzerine gelen Bizans ordusunu bozguna uğratmıştı. Büyük bir ordu ile Kayseri’ye gelen Prens Nikeferos Briyennos da Selçuklu Türkleri’nin karşısında tutunamayarak geriye dönmüştür. (3) Tuğrul Bey’in ölümünden sonra yerine geçen Sultan Alpaslan döneminde de Anadolu’ya akınlar gerçekleştiren kardeşi Yakutî Bey olmuştur. 1058 yılında Kars Pasinler ve Van gölünün kuzeyi ile batı bölgelerine akınlarda bulunan Yakutî’nin açtığı akın yolunda Türk orduları Fırat ve Murat ırmakları vadisinde batıya doğru ilerlediler. Kelkit vadisine girdiler, Şebinkarahisar’ı aldılar, Malatya’yı fethettiler. Neticede Türkler’in aldıkları sahalar 39. boylama kadar ulaşmış oldu. Nihayet 1064 yılında Sultan Alpaslan Anadolu sınırına geldi ve verdiği emirle kardeşi Melik Yakutî, başta Van şehri olmak üzere Van gölü etrafındaki kalelerin çoğunu fethetti. 1065’te Urfa’yı yeniden kuşattılar. Hatta Antakya ve Halep yakınlarına kadar ilerlediler. Bu gâzalara babasından ayrılarak Alp Aslan’ın hizmetine giren Karahanlı Hakanı Tamgaç Han’ın oğlu da katıldı. (4)
Bu durum karşısında Bizans İmparatoru, 1070’de kendi yerine Doğu Orduları Başkomutanlığı’na tayin ettiği General Manuel Komnenos’u Türk akınlarını durdurmak ve Türk kuvvetlerini yok etmek için görevlendirdi. Aynı yıl içinde gerçekleşen 3. Bizans seferinde de mağlubiyeti tadan ve komutanı esir edilen Bizans İmparatoru Romanos Diyogenes, bundan sonra da süren Türk akınları karşısında bu meseleyi kökünden halletmek adına 13 Mart 1071’de Alpaslan’ın üzerine doğru bir sefere çıktı. (5)
1070-1071 kışında hazırlanan ordu içinde Balkan vilâyetlerinden ve Britanya, Kapadokia, Klikya, Trabzon, Ermeni bölgelerinden başka Slav (Rus), Bulgar, Alman (Got), Gürcü, Hazar, Frank, Peçenek, Uz (Oğuz) ve Kıpçak ücretli askerleri bulunmaktaydı. Müslüman ve Hıristiyan kaynaklarına göre ordu 200.000 ile 600.000 arasında gösterilirken mancınıkcı, çarkcı, lağımcı, kazancı ve arabacısının yanı sıra teknisyenleri vardı ve sayıları 100.000’i buluyordu. Silâh ve malzeme taşıyan araba sayısı 4.000, kumandan ve subay sayısı 30.000 idi. Sayısız altın, gümüş gibi hazineleri bulunmaktaydı. Hafif süvari kuvvetlerinden bir kısmını teşkil eden Uz’ların da 15.000 olduğu rivayet edilen Bizans ordusuyla İmparator, Malazgirt’ten öte Irak, Suriye, Horasan ve Rey’i de alacağına kaniydi. (6)
İmparator, bu muazzam ordusuyla İstanbul’dan hareket etmeden önce 13 Mart 1071 günü, Türkçe Selçukname’ye göre Ayasofya’da büyük bir dini ayin yaptırıp dua etmiştir. Dul İmparatoriçe ile evlenerek İmparator olan Romenos Diyojenos, kimi kaynaklarda 600 bin gösterilen, 100 bin süvari ve 100 bin piyadeden oluşan bir ordu ile Alpaslan’ın üzerine doğru hareket etmiştir
Tarihçi Yılmaz Boyunağa, eserinde Sultan Alpaslan’ın asker ve moral gücü ile ilgili diyor ki; O devrin en büyük tahrib silâhlarından olan ve 1200 kişi tarafından çekilen muazzam bir mancınığa sahib Diyojen (7) bu gücün verdiği gurur, karşısındaki Alpaslan ise Halife’nin hazırlattığı ve Cuma hutbesinde bütün câmilerde okuttuğu şu dua ile savaşa girişecekti; “Tanrım, sen İslâm’ın sancaklarını yükselt. Ona yaptıklarını eksik etme. Şirkin başını ezmek, kökünü kesmekle onu hezimete uğrat. Sana iteatte canlarını esirgimeyen ve sana bağlanmakla canlarını kurtaran, senin yolunda çarpışan mücahidlere, onları takviye ederek yerlerini, yurtlarını emin ve zaferlerle dolduracak olan yardım ve inayetini esirgeme; Emiri’l Mü’min’in mubin bir burhanı olan Alpaslan’ı düşmanlarına muzaffer ve isteklerine kavuştur ve senin dinini yükseltmek için kendisini kuvvetli kıl; onun askerlerini meleklerinle kuvvetlendir.” (8)
Hristiyan Tarihçi C.H: Lebeau’nun ifade ettiği üzere; “Romanos’tan daha baba yiğit ve cesur olan, ancak barış yapmak için Romanos’la anlaşamayan ve savaşmakta mecbur bırakılan Sultan Alpaslan’a hazırlıkları tamamlayıp savaşmak düşüyordu. İmamı ve fakihi Buharalı Ebû Nasr Muhammed, Sultan Alpaslan’a; “Ey Sultanım, sen Tanrı’nın diğer dinlere üstün kıldığı İslâm dini için savaşıyorsun. Bu sebeble İslâm ülkelerindeki câmilerde bütün hatiplerin Müslüman halkla birlikte senin için dua edecekleri Cuma günü, öğle namazı sırasında düşmana saldır. Ben Ulu Tanrı’dan zaferi senin adına yazmasını beklerim” diyecek ve moralinin yükseltecektir. İşte bu sıralarda gönül ve dua birliği sağlayan İslâm Âlemi’nin Halifesi Kaaim bi-Emri’llah da Malazgirt savaşının bütün İslâm Âlemi için çok önemli oluşu sebebiyle, Muslayaoğlu Ebû Saîd’e bir dua hazırlatacaktı. Halife bi-Emri’llah’ın bütün İslâm ülkelerindeki minberlerde okutulması emrini verdiği dua metni İslâm kaynakları itibariyle şöyleydi; “Tanrım! İslâm sancağını yükselt ve İslâm’a yardım et. Şirki, başını ezmek ve kökünü kazımak suretiyle yok et. Sana iteat için canlarını feda edip kanlarını, sana tabi olma hususunda akıtan senin yolunun mücâhidlerini, onları kuvvetlendirerek yurdlarını güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından yoksun kılma. Mü’min’lerin Emiri’nin burhanı olan Şehinşahü’l- âzamın senden dilediği yardımı esirgeme ki o bu sayede hükmünü yürütür, şanını yayılır kılsın ve zamanın güçlükleri karşısında kolayca yerinde tutunabilsin. Senin dinini şerefli ve yüce tutabilmek için onu lûtufkâr ve her zaman desteğinden yoksun kılma. Onun kâfirlerin karşısındaki bugünkü günü yarınına da yetsin. Ordusunu meleklerinle destekle, niyet ve azmini hayr ve başarıyla sonuçlandır. Çünkü o senin ulu rızan için rahatını terk etti; malı ve canıyla buyruklarına uymak amacıyla senin yoluna düştü. Çünkü sen; “Ey iman edenler! Can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir yolu göstereyim mi? Tanrı’ya ve onun peygamberlerine inanıyorsanız, onun yolunda can ve malınızla savaşırsınız” (9) buyuruyorsun. Senin sözün gerçektir. Tanrım! O nasıl senin sözüne uyup şeriatın korunmasında gevşeklik göstermeden buyruğuna uymuş ve düşmanlarına bizzat karşı koyarak dinine hizmet için gecesini gündüzüne katmışsa, sen de ona zafer kısmet eyle. Dileklerinde ona yardımcı ol. Kaza ve kaderini hayırlı bir şekilde tecelli ettir. Onu öyle bir koruyucu ile kuşat ki, düşmanların her türlü kinlerini defetsin ve lûtfunla bu koruyucu onu güzel sıfatların içinde en emin ve sağlam ellerle korusun. Yapmak istediği her işi ona kolay kıl. Böylece onun düşmana karşı giriştiği bu ‘Kutsal Hareket’ zaferden ışık alsın ve şirk zümresinin, hak yollarını göremeyip sapıklıkta gözleri yumulsun.
Ey Müslümanlar! Doğru bir niyet, içten bir azim ve Tanrı’dan korkan temiz kalblerle ve birlik bahçesinden kısmet alan inançlarla Sultan Alpaslan için Tanrı’ya yalvarıp yakarınız. Çünkü eksikliklerden yoksun olan Yüce Tanrı, şöyle buyuruyor: “Ey Muhammed (SAS) onlara dualarınız olmazsa Rabbim size niçin değer versin’de. (10) Ey Müslümanlar! Alpaslan’ın şerefli olarak düşmanlarını yok etmesi, sancağını yükseltip zaferlerin en son derecesine ve amacına erişmesi hususunda Tanrı’ya dua ve niyazda bulununuz. Tanrım! Onun bütün güçlüklerini kolaylaştır ve şirki, onun önünde boyun eğdir.” (11)
Dua, savaş günü başta Hilafet Başkenti Bağdat olmak üzere bütün İslâm ülkelerinde derin bir inanç ve içtenlikle yapılacağının yayılması Alpaslan ve askerleri üzerinde çok derin bir tesir yapmıştır. Sultan, bir kısım atlı kuvvetlerini Malazgirt’in sağında bulunan ve ilçenin sağ arka yörelerine küçük yarma vâdi boyunca yerleştirirken, kendisi de merkez hattında kalarak uygulanacak Bozkır Savaş Taktiği gereğince Bizans ordusunu önce çembere alma ve sonra da imha etmeyi plânladı.
Selçuklu atlı birlikleri, mehtabsız karanlık bir gecede, baskın düzenleyerek, Bizans ordugâhının dışındaki ırkdaşları Türk askerlerini hareketsiz hale getirdiler ve Bizans erzak muhafızlarını yok ettiler. Onların at üstündeki çevik hareketleri, kullandıkları ok maharetleri, insanı şaşkına çeviren savaş çığlıkları Bizans’ta ölüm ve dehşet saçtı. (12) Norman Şairi Gesta Roberti Wiskardi’nin destanına göre; kendilerini kuşatan Selçuklu askerlerinin moraline tesir etmesi için hazinede bulunan para, değerli giysiler, çeşitli altın ve gümüş kabları ordugâhın içine serpiştirerek Selçuklu askerlerini yağma için oraya dalmalarıyla yok etmeye davransa da bunda başarılı olamadı. Bunlara rağmen Selçuklu atlı birlikleri durmaksızın tekbir sesleriyle boru ve davullar çalıp haykırarak ve oraya buraya oklar atarak karşılarındaki Bizans askerlerinin moral çöküntüsüne uğramasını sağladılar.
Tarih 26 Ağustos 1071 Cuma gününü gösterirken, artık fetih hazırlıkları tamamlanmış, Sultan Alpaslan üzerine beyaz bir elbise giymiş ve atının kuyruğunu kendi elleriyle bağlamıştı. İslâm erleri arasında heyecanın doruk noktaya ulaştığı bu anda, Alparslan askerlerinin karşısına çıktı. Ordugâhtaki bütün kumandanlarını toplayarak onların önünde secdeye kapandı ve gözlerinden yaşlar boşanarak Rabbi’ne şöyle bir yakarmada bulundu; “Allah’ım! seni kendime vekil yapıyor, azâmetin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin rızan uğrunda savaşıyorum. Allah’ım, ordumu muzaffer eyle; benim günahlarım yüzünden onları kahreyleme! Yâ Rabbî! Niyetim hâlistir, bana yardım et, sözlerimde hilâf varsa beni kahret” diye yalvardı. Bu mütehassis manzarayı gören askerler yüksek bir sesle hep birden tekbir getirdiler.
Bu duadan sonra kumandanlarına şu hitabda bulundu: “Ben Tanrı’ya kendini verenler (muhtesibler) gibi sabırlıyım ve hayatını tehlikelere atan kimseler gibi gâzilerin başında savaşacağım. Eğer Tanrı, kendisinden beklediğim üzere, beni başarıya ulaştırırsa bu güzel bir sonuç olacaktır. Eğer durum bunun tersi olursa oğlum Melikşah’ı yerime geçirip ona iteat etmenizi sizlere vasiyet ediyorum.”
Bir diğer kaynağa göre savaş öncesi Alpaslan, Halife’nin duasının ardından derhal atına binerek ordusunun karşısına geçti ve üzerindeki beyaz elbiseyi işaret ederek; “Beylerim! Yiğitlerim! Dîn-i İslâm için yarış eden gâzîlerim! İşte ben kefenimi giydim! Rızâ-i Bârî için, içinizden bir nefer gibi çarpışacağım. Eğer şehâdet müyesser olursa, bu beyaz elbise benim kefenim olsun! O meyânda, oğlumuz Melikşâh elbette ki başbuğdur. Küffâr’ın sayısı çok, silâhları da bir haylice! Bizim sayımız az, fakat Allah-u Teâlâ bizimle! Bugün burada Allah’tan başka Sultan yoktur! Bütün Mü’min’lerin mescidlerde bize duâ ettiği şu saatte, ben kendimi düşman üzerine atmayı diliyorum! Ya muzaffer oluruz, yahud şehid oluruz” diye hitab etti. Alpaslan, gitgide askerlerini ruhen saran ve cihâd aşkıyla dolduran konuşmasını şöyle sürdürdü; “Yiğitlerim! Bahâdırlarım! Sizin gibi kahraman erlerin hükümdarı olduğum için övünç duyar ve Allah-u Teâlâ’ya hamdederim! Tahta ilk çıktığımda, yurdun ufkunu saran ihtilâl bulutlarını kılınçlarınızın parlak kıvılcımları ile def’edib, vatanın bütünlüğünü sağlamış idiniz. Bugün de Âlem-i İslâm, karşımızdaki düşmana Allah-u Teâlâ’nın dinini tebliğ etmemizi ve bu yolda, cihâd-ı fîsebîli’llâh uğrunda çarpışmamızı bekliyor! O hâlde hem bi-hakkın vatanı muhâfaza ve hem de İ’lâ-yı Kelimetullah ve iki kutsî vazifeyi ifa etme şerefi bize düştü!.
Düşmanımız kalabalık, kal’aları muhkem ise de; onların, siz gibi gâza meydanlarında pişmiş, şehid olma aşkı ile yanan mücâhidlerin ilk hücûmuna dahî dayanamayacağını bilirim. Zîrâ onlar vatanlarını değil, hayatlarını kurtarma derdinde olan birtakım korkaklardan başka bir şey değildirler! Sizler ise hayatın gelip geçen bir gölge olduğunu, asıl şerefin Allah yolunda cihâd ederek can vermek olduğunu hakkıyla bilen yiğitlersiniz. İşte bu sultanınız, Allah-u Teâlâ’nın şerefli ismiyle adımını gâza meydanına atıyor. Ben şu kılıncı tutan elim takatten kesilinceye kadar çarpışacağım. Dinini, vatanını, sultanını seven ardımca gelsin!” (13)
Sultanı dikkat ve heyecanla tâkib eden kumandan ve askerlerin de hep birden; “Ey Sultan! Biz senin askerlerin olarak sen ne yaparsan biz de aynısını yapar ve sana yardımcı oluruz. İstediğin şekilde hareket et!” demelerinin ardından Alpaslan, Türk töresi gereği atının kolanını sıktı. Kuyruğunu bağladıktan sonra ok ve yayını atarak kılıç ve topuzunu aldı. Kendisini tâkib eden kumandanların da hazırlığı tamamlanınca iş savaşa başlamaya kalmıştı.
Malazgirt’teki bu çok önemli savaşta Alp Aslan’ın yanında yer alanlar; Sav-Tekin, Afşın, Gevher-Ayin, Tarang, Sunduk, Ay Tekin, Tarakoğlu (Serhenkoğlu), Duduoğlu ile bu devirdeki gâzalarda ün salmış olan Ahmed Şah, Demleçoğlu Mehmed ve Tutuşoğlu gibi büyük kumandanlarıydı. (14) Ayrıca Kutalmışoğulları’ndan Mansur, Süleyman Devlet, Alpilek, Artuk, Tutak, Danişmend Saltuk, Mengücük, Çavlı, Çavuldur ve Porsuk gibi Selçuklu Devleti’nin en değerli ve savaş tekniğini son derece iyi bilen emirlerin de savaşa katıldığını bazı kaynaklar vermektedir.
Nihayet, savaş başlar başlamaz mücâhidlerin; “Yâ Allah, Bismi’llâh, Allâh-u Ekber!” narâları arasında kösler vurulmaya, davullar da çalınmaya başladı. Alparslan’ın kılıcını ileri doğru uzatarak verdiği hücum emriyle, İslâm erleri süratle düşman saflarının arasına daldı. Takatleri kesildikçe, Sultan Alparslan’ın; “Vurun yiğitlerim! Koman gâzîlerim!.. Vurun Hüdâ aşkına!” sözleriyle toparlanıp yeniden harekete geçen İslâm mücâhidleri, akşam vakti girmeden Küfür ordusunu tamamen imha etmeyi arzuluyorlardı.
Anadolu’nun Türk’lere Fütühat Kapısı’nı açacak olan Malazgirt’teki bu çok mühim mücadelede, Bizans Kralı, Roma Savaş yöntemiyle hareket ederken Sultan Alpaslan da Bozkır Savaş Taktiği’ni uyguladı. Ordugâhını Malazgirt kalesi dışında kuran Diyojen, askerlerinin moralini çöküntüye uğrattığı Selçuklu askerlerine nisbeten dini törenler yaptırıyor, ellerinde renkli bayraklar tutan kumandanları ve papazlarını askerleri arasında dolaştırıp, morallerini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.
Hemen karşılarındaki Selçuklu ordusunda da atlı birlikler tekbir sesleri, boru ve köslerden çıkarttıkları seslerin gürültülerine karışan ve muazzam bir heyecan veren sürekli haykırışlarla hareket hâlinde idiler. Çok geçmeden bu kuvvetler okçuların desteği altında Bizans ordusunun merkez hattına düzmece bir taarruz gerçekleştirip, uyguladıkları Bozkır Savaş Taktiği ile yavaş yavaş kaçar gibi geri çekilmişler, böylece kendilerini izleyen Bizans kuvvetleriyle İmparatoru, genel karargâhından epeyce uzaklaştırmış oldular. Neticede Selçuklu pusularına kadar ilerleyen İmparator’un Bizans ordusu, Büyük Sultan’ın verdiği emirle geçilen genel taarruz neticesi sarsılmaya başladı. Muazzam bir saldırı ile Bizans’lıları şaşkına çeviren Selçuklu Sultanı ve ordusunun bu hareketiyle düzeni tamamen bozulan Bizans Kıralı, Nikepheros Brynnios kumandasındaki sol kanat askerlerinden yardım istese de pusulardan çoktan çıkmış olan Selçuklu atlı birlikleri buna fırsat vermediler., Aliattes’in kumandasındaki sağ kanat güçleri de Selçuklu atlı birliklerince bozguna uğratıldılar. Bu kanatta yer alan ve başlarında Tanış Bey’in bulunduğu Uz ve Peçenek atlı kuvvetlerinin Bizans’tan ayrılıp Selçuklu asker kardeşlenin tarafına geçmesiyle sol kanadın tamamen çökmesine sebeb olmuştur. Durumun vehametini anlayan Diyojen, geri çekilmeye çalışsa da Selçuklu’nun çemberi altına alınması ve ok yağmuruna tutulmasıyla bunu başaramadı. Babası Diyojen’e düşman gözüyle bakan üvey oğlu Andrenikos Dukas’ın çarpışmalara katılmadan geri çekilmesi ve onu takip eden Ermeni birliklerinin de savaş alanını terketmeleriyle başlayan bozgun, kendi başına buyruk olan ücretli Frank askerleri komutanı Ursel’in İmparator’a yardıma gideceği yerde, Ahlat tarafına kaçmasıyla Bizans ordusunun mağlubiyet kapısı tamamen açılmış oldu. Bu sıralarda değerli bir Selçuklu Emiri olan Aytekin’in, Sultan Alpaslan’ın yanında gösterdiği kahramanca mücadele, Selçuklu ordusunun hemen bütün kumandan ve askerlerinde de mevcuttu. Nihayet öğle vaktinden akşama kadar devam eden savaşta yenilmez sanılan, okâh 180 bin, kâh 300 bin ve hatta 600 bin kadar gösterilen o Bizans ordusu kesinkes yenilmişti. Bozgun sırasında İmparator’un özel çadırı, tahtı, hazinesi, İmparatorluk tacının bazı değerli taşları, çok değerli bir inci, çeşitli silah ve savaş ganimetleri Selçuklu askerlerinin eline geçmişti. Çarpışmalar esnasında elinden yaralandıktan ve üstelik atı da okla vurulup yere yıkıldıktan sonra, her şeyini kaybeden Diyojen, akşam karanlığından istifadeyle gözden uzak bir yere çekilip âkibetini beklemeye başlamıştır.
Kaçan atını aramaya çıkan Emir Sâduddevle Gevherâyin’in bir askeri tarafından tesadüfi görülen Bizans Kralı, o askerin altın tolgalı ve altın zırhlı bu adamın değerli olabileceği ve ödül alırım düşüncesiyle ellerini bağlamak ve çadırına getirip geceletmek suretiyle esiri olmuştur. Ertesi günü bu askerin elindeki esiri, İmparator’a elçi heyetiyle birlikte, antlaşma için daha evvelce gönderilen hâdim Şâdi’nin tanıması ve öncü savaşlarında esir edilen General Basilakis ve diğer Bizanslı kumandanların da onu görünce ağlayıp ayaklarına kapanmalarıyla bu zatın Romen Diyojen olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. İslam, Bizans, Ermeni ve Süryani kaynakları itibariyle Alpaslan tarafından bir esirden ziyade misafir Kral muamelesi yapılan Diyojen’e yakışır bir çadır kurulmuş ve emrine hizmetkârlar verilmiştir. Her gün özel harcamaları için para da tahsis edilmiştir.
Bir süre sonra Sultan Alpaslan, huzuruna getirtip güzel, süslü bir yere oturttuğu İmparator’a dedi ki; “Sana barış için, Halife’nin elçisini gönderdiğim hâlde sen bunu niçin reddettin? Sana düşmanlarımın (Erbasgan ve ailesi) bize teslimi için Emir Afşin ile haber gönderdiğim hâlde bundan niçin kaçındın? Daha önce anlaştığımız hâlde bunu bozup benimle savaşmak suretiyle bana neden zulmettin? Savaştan vazgeçip memleketine dönmen hususunda sana, daha dün haber gönderip teklifte bulunmama rağmen niçin; “buraya gelebilmek ve amacıma ulaşmak için pek çok para sarfettim ve dolayısıyla çok asker topladım. İslâm ülkelerini kendi ülkeme katmadan nasıl geri dönebilirim ve ülkeme karşı girişilen bu istilâların sonuçlarını nasıl mazur görebilirim’ diye cevab verdin?
Bunun üzerine İmparator Diyojen de; “Ey Sultan! Ülkeni almak amacıyla para sarfedip çeşitli milletlerden asker topladım. Buna rağmen zaferi sen kazandın. Ülkem böyle perişan, ben de tutsak olarak senin huzurundayım. Bu durumda beni lütfen azarlama ve bana sert sözler söyleme, ama istediğini yap” dedi.
Sultan Alpaslan O’na; “eğer zaferi sen kazansaydın ve beni böyle tutsak alsaydın ne yapardın?” diye sorunca İmparator’dan; “fena şeyler yapardım” cevabı geldi. Bu söz üzerine Alpaslan; “Gerçekten doğru söyledin, eğer bunun tersini söyleseydin, o zaman yalan söylemiş olurdun” dedikten sonra huzurunda bulunanlara; “bu akıllı ve babayiğit bir adamdır. Bu b akımdan onun öldürülmesi doğru değildir” dedi. Sonra İmparatora dönerek; “Şimdi sana ne yapacağımı sanıyorsun?” diye sordu. İmparator da; “Bana şu üç şeyden birini yapabilirsin! Birincisi; öldürmek. İkincisi; Ele geçirmek istediğin ülkende beni halka ibret olsun diye teşhir etmek. Üçüncüsü ise yapmayacağın bir şey olduğu için söylenmesi gerekmez” cevabını verdi. Sultan: “Bu nedir?” diye sorunca, İmparator; “affetmek, takdir ettiğin para ve armağanlarla iyi niyetimin kabulü ve Bizans ülkesinde senin bir kumandanın ve bir naibin olarak beni memleketime geri göndermendir. Eğer beni öldürtürsen, bu sana bir fayda sağlamaz. Çünkü başka birisini benim yerime imparator yaparlar” dedi.
İmparatorun bu sözlerine karşılık Sultan; “seni affetmek niyetindeyim. Ancak sen, ümidsizliği giderilmiş ve hakkındaki kararımı öğrenmiş bir kimse olarak, seni serbest bıraktıracak para, yani kurtuluş akçasının miktarını söyle” dedi. İmparator; “Sultan istediği miktarı söylemelidir” dedi ve Sultan 10 milyon altın isteyince de; “Benim hayatımı bağışladığın için Bizans ülkesine sahib olmak senin hakkındır. Tahta çıktığımdan beri ordu hazırlayıp savaş yapmak amacıyla Bizans’ın mal ve paralarını tükettim. Bu sebeble halk yoksullaştı. Eğer durum böyle olmasaydı istediğinden daha fazlasını verirdim” dedi.
Sonra, Sultan ile Kral’ın aralarında, Diyojen’in barış antlaşmasını reddinden tutun da savaşmaktaki niyetine ve Müslüman Türk’lere beslediği düşmanlığına kadar her detayın ele alındığı bir konuşma geçmiş, Sultan Alpaslan’ın o büyüklüğüne yakışır affıyla, şartlı maddeleri yerine getirmek üzere serbest bırakılmıştır. Yapılan antlaşma gereği İmparator; Alpaslan’a kurtuluş akçası olarak bir buçuk milyon altın verecektir. Bizans Devleti her yıl Selçuklu Devleti’ne 360 bin altın vergi ödeyecektir. Bizans’ın elinde bulunan bütün İslâm esirleri serbest bırakacaktır. Bizanslılar gerektiğinde Selçuklu’lara askeri yardımda bulunacaklardır. İmparator, kızlarından birini Sultan’ın oğluyla evlendirecektir. Şayet İmparator yeniden tahta oturursa Antakya, Urfa, Menbic, Malazgirt kent ve kalelerini Selçuklu’lara bırakacaktır. (15)
Netice itibariyle, Anadolu’nun Türk Fütühatı’na açılması bakımından tarihler içinde belki de bir daha tekerrür edemeyecek olan muhteşem tarih 26 Ağustos 1071 gününden bir müddet önce, Alpaslan’ın barış elçilerine; “Hamedan’ın soğuk olduğunu öğrendik. Biz İsfehan’da, hayvanlarımız da Hemedan’da kışlar” diyerek gurura kapılan Diyojen yenik, ordusu perişan ve Hıristiyan dünyası yas ile meşgûl, Alpaslan ise muzaffer, ordusu hidayette ve İslâm Âlemi sevinçler içindedir. Muzaffer kumandanın mağlûb İmparator’la yaptığı konuşma ise dünya tarihinde bir daha hiç bir Sultan’a nasib olmayacak insaf ile sona ermiş ve Türk’leri kökünden kazımak için yola çıkan O’ Kral, öylesine taltif edilmiştir ki ileride Haçlı Seferleri ile Türk-İslâm Âlemi’ni mahvedecek hareketleri görülecek Hıristiyan’ları utandıracak cinstendir. Lâkin o âlem buna rağmen utanacağı yerde çeşitli entrikalarla Salib’inin kin kılıcını, Müslüman Âlemi’nin Hilâl’iyle hep çatıştırmıştır.
Diyojen’in bundan sonraki hayatıyla ilgili farklı tesbitler ortaya konulsa da nihayet o gözlerine mil çekilerek ölümü hazırlanan bir İmparator olmuştur. Malazgirt’teki savaşın ertesinde, kendisine hediyeler verilerek ve bizzat Alpaslan tarafından bir kaç kilometre yol gidilerek uğurlanan Romanos Diojenes, bir süre sonra Bizans tahtına çıkmak için Konstantin Dukas ile Tokat yörelerinde savaşa tutuşur ve yenilir. 1072’de Andronikos Dukas ile Tarsus ovasında bir savaşa daha girişir ve burada da yenilir. Nihayet hayatının bağışlanacağı şartıyla teslim olan Diyojen, getirildiği Kütahya’da gözlerine mil çekilerek hapis tutulur. Bu acıklı durumlarını İsfehan’a bir mektup yazarak bildirdiği insan ise, yine gururu sebebiyle giriştiği savaşta kendisine yenik düşen Sultan Alpaslan olur. Ömrünün en şaşaalı döneminde, baştaki saltanatını ömrünün sonunda ızdırab, azab ve esarete çeviren Kral, tekrar gönderildiği Kınalı Ada’da feci bir şekilde ve büyük acılar çektikten sonra, Ağustos 1072’de hayata gözlerini yumacaktır.
Not: Bu bölüm yazarın yayına hazırladığı HAMİD ELİ’NDE TÜRKMEN SOYUMUZ Hamidoğulları Beyliği’nde Isparta Livası isimli kitabından alınmıştır.
KAYNAKÇA
1-Prof. Osman Turan, Büyük Malazgirt Zaferi ve Anadolu Türk Destanı, İslâm Medeniyeti mec, II, Ağustos 1969, s. 22, s. 34
2-M. Altay Köymen, Anadolu’nun Fethi, Diyanet İşleri Bşk. Der, Ayrı Basım, Ankara 1962, s. 93-94
3-Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, II, s. 36)
4-Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, Ankara 2007, s. 28-29
5-Prof. Dr. Tuncer Baykara, Türkiye’nin Sosyal ve İktisadi Tarihi, Ankara 2000, s. 33-34)
6-Tuncer Baykara, a.g.e.s.37-38)
7-Yılmaz Boyunağa, Türk İslâm Sentezi, İst. 1970, s. 334
8-Yılmaz Boyunağa, a.g.e, s. 333-336
9- Kur’an-ı Kerim es-Saf Suresi, Âyet 10-11
10-Kuran-ı Kerim Furkan Suresi 77
11-Ahbaru’d-Devleti’s-Selçukiyye. S. 33-34; KARATAMU, Selahattin, Türk Silâhlı Kuvvetler Tarihi Malazgirt Meydan Muharebesi, s. 133-134)
12-Prof. Dr. Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara 2000, s. 83-84)
13-Kars Tarihi c. 1, s.
14-Mehmet Şeker, a.g.e. s.41
15-Ali Sevim, a.g.e, s. 91-92-94
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.