- 849 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Benimle olur musun ?
Selim, evlendiğinden beri durmadan çalışır evine bakmak için çabalar durur. O artık evli ve bakmakla yükümlü olduğu bir karısı vardır, inşaatlarda yevmiye ile çalışarak rızkını temin etmeye çalışır.
Bir gün şans yüzüne güler, özel bir işten teklif alır, orada başlar işine... Bir maden ocağında kantarcı olarak...
Yaptığı iş ise; gelen boş kamyonları tartıp listelemek ve o kamyonları, kömürlerini almaları için de madene ocağa gönderirdi. Daha sonra da gelen yüklü kamyonları tartar, deftere işler veya peşin parayla satış yapardı.
İşi aslında çok basitti. Ne de olsa iştir, evine daha temiz gidip gelmekte, daha değişik insanlarla tanışmakta, birazda parasal yönden maaşı iyi olmuştur.
O kadar işe alışmıştır ki patronlarının en gözdesi olmuştu, ek kapalı zarf bile almaktaydı. Maaşı dolgunlaşmış; evinin ve eşinin artık bütün isteklerini alabilmekteydi. Ama bu mutluluğu kısa sürecekti...
Çok büyük bir şanssızlık gelecek, tüm hayatı da kararacaktı, giden muazzam hayatı birden ters dönecektir, siyasi bir kararla çalıştığı işyeri devletleşir, tüm özel madenler devlete geçmiştir.
Evet, aslında "iyide olmuş" denilebilinir, ama onun için değildi. O, bir "on ikiler gurubu" denilen patronun gurubu diye devlet, onları bünyesine almamıştır. O, işsizdir artık.
Ama yüceler yücesi Rabbimin çareleri tükenir mi? O, bir kapıyı kapatır diğerini açar, nitekim de öyle olmuştur. Bir arkadaşının bulunduğu yere Termik Santralı yapılıyordur, davet edilir ve orada işe başlar.
Kısa zamanda sevilir ve Selim, hiç bilmediği bir dalda işe başlamış var gücü ile o işi öğrenip, kavramıştı. Bir süre sonra çok iyi bir "kalifiyeli elaman" olmuştur.
Çalıştığı bu şirket yurt dışında çok büyük bir ihaleyi kazanmış olup, Selime de oraya gitmesi için teklifte bulunulur.
Hiç tereddütsüz kabul eder, bu işi Iraktır formen olarak oraya gider, fakat eşi de hamiledir, çalışmaya mecburdur. Çünkü bir ailenin temel taşı olan "çocuk" ile üç kişilik bir aile olacaklardır.
Selim, yurt dışında da aktif çalışıp, sorumluluklarını yerine getirerek kendini yabancılara sevdirmiştir. Hayatında her şey düzgün gitmektedir. Eşini düşleyip, aylar sonra doğacak bebeğini "nasıl koklayacağını" hayal etmektedir. Soğuk gecelerde yatağı bu sımsıcak kurduğu düşler ile ısınmaktaydı. Ah, bir de "vatan toprağı" kokusuna hasret gün saymaları olmasa, daha iyi olacaktı.
Yaşamındaki her şey normal gitmektedir, sevgili eşi doğum yapmış tam 2 ay sonra haberini almıştır. Bir kız çocuk olmuş, nur topu gibidir.
Selim, yurt dışındaki işini bitirmiş, yurduna evine dönmüş, heyecanla kızını görecektir. İçi içine sığmıyor ve aklından bin bir hevesli düşünceler geçiyordu. Her mağaza ve her hediyelik ve her oyuncak satan dükkâna uğrayıp bir şeyler aldı. Çocukluğunda hayal ettiği tüm oyuncakları bile aldı. Eli kolu dolu dolu, yüreği bastıramadığı "çocuksu" mutlulukları ile özlemleri tespih gibi çektiği evine vardı.
Eve geldiğinde kızı tam 15 aylık olmuştu, yani bütün yükü annesi üstlenmiş, kızı büyümüştü, hoş beş derken zaman su gibi akıp geçmişti. Çalıştığı şirket onu geri çağırdı. Ekmeğine hizmet etmekteydi. Öyle ya şimdi üç boğaz vardı ve üç lokma, üç hırka gerekti. Adını "M" verdiği yavrusunu kokladıııı...Kokladııı...Kokladıııı...Doyamıyordu ki o miss gibi "gül" kokusuna...Cennet kokusunu içine çeker gibi çekti...Öyle hoş bir kokuydu ki...Evlat kokusu, vatan toprağı kokusu birbirine karıştı, sanki..
Daha sonra da hayallerini süsleyen sevgili eşiyle sarıldı. Çok ağlaştılar... Onları Allah’a emanet edip,alıştığı şirkete doğru yol aldı.
Selim’e şirketi başka bir yere götürmek için çağırır bu seferde Ürdün’e gider, orada 6 ay kaldıktan sonra diğer işe gider, yurda dönmeden burası Birleşik Arap Emirliklerinden Abudabi’dir. Ve orada çalışmaya başlar. Vatanından çok uzaklarda yine tespih taneleri gibi gözyaşlarını içine damıtır. Hasreti başına yastık yapar. Ve altı ay sonra bir haber alır. Ailesine bir "can" daha katılmıştır. İkinci kez baba olmanın sevincini gurbet ellerde hisseder. Nur topu gibi bir kız çocuğu dünyaya gözlerini açmıştır. Onun adına "E" verirler.
Abudabi’den, tam 18 ay sonra evine döner. Artık büyük kızı ve küçük kızı büyümüşlerdir. Ama eksik olan bir şey vardır. İçini "cız" yapan. Kor gibi acıtan bir şeydir bu. Evine geldiğinde iki kızı ona baba demezler, uzak dururlar. Sanki bir yabancı gibidir evde. Ne zaman kucağına alıp, koklamaya çalışsa, ağlarlar. Öyle ya, haklılar, bunca zaman evde onu görmemişlerdir. İçinde var gücüyle hissettiği babalık duyguları ile çocuklarının kendisine zamanla alışmasını bekler ve sabreder.
Sevgili eşinin; tek başına yavrularına hem anne hem babalık yapmıştır, büyütmüş yapayalnız bir kadın evi çevirmiştir,hakkını ödeyemez.
Çalıştığı şirketi tam 4 ay sonra onu, bu kez de Arabistan’a göndermiştir. Cubayi’de çalışmaya başlamış, oradan da Yamaha ya geçmiş, tam 2 sene vatanına ve evine hiç gelmeden çalışmıştır,maksadı dayanabildiği kadar dayanıp para biriktirmektir. Tırnağı ile hayat toprağını kazımakta ve harmanlamaktaydı.
Bir süre sonra epeyce para biriktirdi. Ve çar çur etmeyip kendi başlarını sokacak bir ev aldı. Kira vermeyecekleri bu evi de çok sevdiği evinin "kadının hakkıdır" diye tapuyu da üstüne geçirip onu mutlu etmekti amacı.
Bu jesti ve sürprizi de hanımını şaşırtmıştır, ona güveni sonsuzdur,kızlar büyümüşler artık az da tanısalar ona "baba" demektedirler.
Yurt dışı macerası Arap ülkelerinde bitmiş, bu sefer de Türki Cumhuriyetlerine yani kuzeye gidecektir. Önce Rusya’ya, oradan Türkmenistan’a, oradan da Sibirya’ya gider. Daha çok daha çok çalışıp, sevgili eşi ve kızlarının geleceklerini güvenceye almaktı, bütün amacı. Bunun içinde bir bedel ödemekteydi. Ne mi? Özlem ve yalnızlıktı. Ve özlemi ardına katıp, geceleri "vuslat" heyecanları düşleyip ıslattığı pamuktan yastığı bilirdi, onun neler çektiklerini. İçi rahattır. Aklı geride kalmamıştır. Ailesi aç değil açıkta da değildir. Parasal yönden çok birikimleri olmuştur kızları okula gitmektedir.
Selim, aslında yurt dışından sıkılmaya başlamıştır ve yurda döner. Bir süre işsiz evde geçer zamanı ve hep eşine bütün işleri yaptırır olmuştur, Yorgundur, çünkü... ve boşlukta kalmıştır aynı zamanda da "ne yapacaktır" bilmemektedir,
Dedik ya ALLAH doğrunun yanındadır,devreye yine girer. Ve bir gün postacı kapıyı çalar, Selim’e bir kağıt imzalatır. Mektup, "iş bulma kurumundan" ona Türkiye Elektrik Kurumu Santralında çalışmak için davetiye gelmiştir...
Hemen, durmaksızın santrale gider, kaydını yaptırır, yazılıyı kazanır mülakatta da geçer devlet kapısından içeri girmiştir,orada çalışmaya başlar her şey tam dört dörtlük olmuş Selim’in artık bir arabası da olmuştur,bu arada canı gibi sevdiği kızları da büyümüş, her ikisi de lisededirler...
Zaman hızla koşmaktadır ve üniversite basamaklarına çıkar kızları. okurlar Her iki kızı da öğretmen olur,hayat devam ediyor her şey muazzam gitmektedir.
Selim bu arada kendine bir iş bile kurmuştur. Bir çeyiz mağazası açar, burada da başarılıdır, paralar kazanılır.
Selim bu sefer de özlediği bir yazlığa kavuşmak ister. Akçay’dan bir yazlık alır,yazlıkları,arabaları da olur kızlarından küçüğü evlenir,Selim kararını verir emekli de olur, durduğu yerdeki evini de satar,dükkanını da devreder.Akçay dan bir başka ev daha alır eski oturduğunu kiraya verir buraya yerleşmiş,artık buralıdır birkaç iş denemesinde bulunur çalışır, ama büyük bir sıkıntısı vardır,evliliklerinin tam 18. senesinde eşi, bir kadın hastalığına yakalanır,12 seneye yakın ilişkide bulunamazlar ama mutludurlar fakat o bir erkektir çok sabreder, asla kötü emel peşinde koşmaz oda ALLAH tandır kaderine küser.
Düşünür ki hiçbir işi yokken ona bir sürü kapılar açmıştır paralar,evler,arabası olmuş kızları okumuş iş sahibi olmuşlardır, ama kader bu ya sevgili eşiyle,tam "daha mutlu" olacakları zamanlar da, bu hastalıkla boğuşur hastanelerde...
Doktorlar onlara deva bulamazlar ve senelerdir beraber olamazlar. Allah korkusu ile harama uçkur da açmaz. Sabreder. Duaları ile Rabbi ile konuşur. Hiç yapmadığı bir şeyi yapar. Ve bir gün başka bir şans daha kapılarını çalar,bu şansı da bir sayısal loto oynar, oda 50 kuruşa "bir kolon" makine den oynar,bir ara unutur fakat bir ara gözüne cüzdanındaki oynadığı kolonu görür, evdeki bilgisayarından internetten çıkıp,çıkmadığına bakar,ama gözleri döner bir daha bakar,bir daha bakar hanımını çağırır, "sen bak" der. Oda bakar bayılır! ..
Büyük kızına baktırır,o bir çığlık atar! Selim, yavaşça kalkar yerinden. Robot gibi, donmuştur. Kızına sorar, az önce gördüğü bir "düş" gibi gerçeği.
-" Ne oldu kızım, benim gördüğümü mü gördün, sende? " der.
Kızı sevinç ve şaşkınlıkla haykırır;
-" Babaaa, bu nee,ne yapacağı biz, bunca parayı? " diye.
Küçük kızı da daha serin kanlı davranır. Ve doğru telefon ahizesini kaldırır. Vakıf Bank müdürüne telefon eder. Daha sonra da bir noterle, banka müdürü, kolonu alırlar vekâletler verilir, parayı hesabına geçmesi için... Müdür Bey soluğu Ankara’da alır...
Selim ve ailesi çok zenginlerdir. Bu korkunç miktarda yüksek para hayatlarına girmiştir. Bir çok şey yapacaklardır, ama ne? Ne yapacaklardır,iki haftalık çıkmayan "6 lı" bu hafta Selime çıkmıştır.
Para bankadadır, bir yerde bir şeyler yaparız der,zaman geçer.
Selim, zaten sıkıntısı kendindedir. İç huzuru ve iç mutluluğu yoktur. Kendini yalnız hisseden bir adamdır o. Yaşamında her zaman özlediği o " para" var ama "aşk" yoktur.
Hayattan nefret eder, ne iş kursa ondan zevk almaz, ama sıkıntısını şiirlerde bulmaktadır, şiirler yazar, internette yayınlar, bir zaman sonra kitabı yayınlanır. Ve bir yayın evinde kitabını imzalatmak isteyen ellerin sahibine başını kaldırdığında dona kalır!
Evet, bu gözler, bu saçlar bu bakış tıpkı serap gibi karşısında duran kişi "çocukluk aşkı" olan "Yasemin’in" ta kendisidir. Kitabı imzalamadan önce boğazındaki yumru gibi takılı sıvıyı yutar. Ve titrek bir sesle sorar;
-" Adınız nedir hanımefendi? " diye...
Bir su gibi sesi ile söyler ela yeşil gözlerden akan bir ışık gibi sızar gönlüne bu ses.
-" Adım Bahar...Aslında Gülbahar ama siz Bahar yazabilirsiniz."
Selim’in ağzında atan yüreğidir, sanki. Göğüs kafesinden çıkacakmış gibi atan yüreği, çok hızlı atmaktadır. Dursa yüreği, umurunda değildir. O yıllardır kaybettiği aşkı ile tesadüf etmiştir, şu anda...
Fısıldar gibi konşur:
-" Bahar Hanım, size bir şey açıklamak istiyorum, bana bir kahve içimlik zaman bahşeder misiniz? "
Genç kadın gülümser. Tebessümünde bir gizem vardır.
-" Tabi, buna bende sevinirim."
Bir kahve içimlik zaman daha da çoğalır ve bir kavuşma gibi özlenen sohbetler başlar, epey zaman sohbetleri samimileşir, aslında o onu etkilemiştir, git gide ona ısınmıştır. Ve ayrılırken telefonlar verilir, e-mail adresleri alınır. Ayrılık özlenen bir anıya dönüşür. Aşk gibi sevda gibi özlenen ve buluşulan bir sığınakları da vardır.
Dijital buluşmalar başlar, her gün msn den sohbetler ederler ve birbirlerini daha da yakından tanırlar. Her ikisi de birbirlerinden hoşlanırlar, sohbetleri aşka dönüşmüştür, Selim varsa yoksa onu düşünür, içi içine sığmaz.
Bu aşkın ta kendisidir. Yıllardır özlediği ve onu yalnızlıktan kurtaran aşk. Her gittiği şehirde, yüzlerce hayranı vardır. İçlerinde ona "ilan aşk" bile edenler olur. Hatta yurt dışından gelen hayranları ona mektuplar yazan bir sürü aşık kadınları görmez bile. Varsa yoksa adı Bahar olan o yeşil gözlü siyah saçlı, rüyasına kavuşmaktır amacı...
Günler günleri, aylar ayları kovalar ve harikulade günleri geçer. Selim sevdiği kadınla birlikte olma isteği ile yanıp coşar. Onun yaşadığı şehir olan İzmir’e uçakla bir saatte varır ve telefon açar.
-" Bak camdan, dışarı Bahar" diye.
Bahar, camdan dışarı baktığında son model bir Opel ve ona yaslanmış bir adam, elinde kırmızı gül ile ona gülümsemektedir. Heyecan ile ikinci kattan ona doğru uçar sanki. Eşi derin uykuda uyurken...
Evet, Bahar evli bir kadındır. Bir de beş yaşında kızı vardır.
Sevdiği ve aylarca göremediği o hayran olduğu yazar, koca dev adam karşısındadır. Onun için gelmiştir. Yüzlerce km yolu kat etmiştir. Sarılırlar. Sıkı sıkıya.
Selim, o ipeksi dalgalı siyah saçları avuçlar ve koklar. Derin derin o nadide kokuyu içine çeker ve kulağına fısıldar.
-"Hadi gel benimle aşkım."
Genç kadının üzerinde ince bir gecelik ve ay ışığında içini gösteren şeffaflık, Selim’i daha da kışkırtır. Tutkuyla dudaklarına dudakları dokunur. İçinde yılların tutukladığı duyguları ile genç kadının dudaklarını öper. Arzuları ateş gibi iki bedeni yakar...
Bir süre sonra kadın eliyle onu kendinden uzaklaştırır.
-"Dur, ne olur dur, bunu yapamayız. Lütfen dur! "
Selim, kahrolmuştur, yıkılan hayaliyle sorar:
-"Neden, neden duralım? Öp beni kadınım, öpmeme, seni mutlu etmeme izin ver, ben sana muhtacım, ben aşkına hasretim, yıllardır serabım oldun..."
Genç kadın titreyen sesi ile;
-"Bu günahı işlemeyelim canım, kendime olan saygımı yitiririm. Evliyim ve çocuğuma ileride başımı eğecek bir şey yapmak istemiyorum. Ne olur git..." der.
Selim iyice yıkılmıştır. O tatlı sohbetleri yapan kadın nerede, o seven kadın neden böyle "buz" gibi? Ve ne var ki Selim konuştukları gibi beraberlik istemektedir ama sevdiği kadın onu durdurmaya çalışmaktadır.
Selim tam aşık olmuş ondan başka bir şeyi görmemektedir,öpmek dışında gezmeler,yemekler den başka bolca fıkra,öyküler dinler ama onu çok sevmektedir,onun tek derdi beraberlik ama bir türlü ikna edememektedir aslında tam her şey olura giderken bilmediği bir engeller onun isteklerini yaptırmaz.
Ne kadar dil dökse ne kadar yalvarsa nafile olmaz, orada kalmasın da fayda artık yoktur,ama sevgisi aşkı hep ön planda olduğu için kendini yıpratırcasına sevgisini söylese de ikna edemez.
Bir gün onu sahile çağırır ondan "çok hoşlandığını" dese de bilemediği sebeplerden arzusu yerine yine gelmez, aşkının büyüklüğü onu ağlatır, gözleri kan çanağına dönercesine ağlar, hatta karşılıklı ağlaşırlar,anlar ki Selim kendine ve ona zarar verecektir, gitmeye karar verir, aşkına veda için buluşur, ona son defa başka yönden bahseder;
-"Bahar, sana bir servet versem benimle beraber olur musun? " diye sorar.
Bahar yutkunur ve o iri yeşil gözleri daha da büyümüştür.
-"Nasıl, ne demek bu Selim? " der.
-"Canım, yani dilediğin yerde, sen nerede istiyorsan oraya gidelim." dediyse gene de ikna edemez.
Tüm gücü ile haykırır:
-"Al Bahar, lanet olası bu servet bana mutluluk getirmedi. Al hepsi senin olsun" der.
Selim, cebinden çıkardığı banka kartını ona verir. Bir kağıda bir şeyler karalamıştır.
-" Al al bu da o kartın şifresi, neden inat ediyorsun seni paraya boğarım, al bak, burada tam tamına 2 trilyon para var, hepsini al ne olur, benimle ol, benim aşkıma sahip çık. Sen beni sevmiyor musun, seviyorum diyorsun, neden benimle, dilediğimiz yerde hayatımızı sürdürmüyoruz? " dedim.
Ve koskocaman adam olan ben bu yaşımda evet elli yaşında adam sesli ağlamaktaydı İzmir’in o kordonunda. Ne söylediysem ne dediysem onu ikna edemedim. Ne mümkün, asla gelmek istemedi, ve kartı bana verdi...
Gözlerinden akan gözyaşları ikimizi de sele boğmuştu:
-"Selim, ne olur bunu yapma bana. Onurum var elimde. Onu hiçbir paraya, mala değişmem. Ne olur, onurumu korumama izin ver, seni sevdiğim yalan değil. Ölene kadar ve ölümden sonra da severim seni. Lütfen, onurumu alma benden. Aldığın gün öldüğüm gündür, inan...’
Nutkum tutulmuştu! ..Her şeyi sunduğum, kadın beni istememişti. O konuşmasını sürdürdü:
-’ Ama ne olur beni ve seni böyle üzme...Bak her ikimizin de bir eşi var. Onlar bizim için kutsal yuvada durmaktalar. Ancak Allah izin verir ise bu birliktelik olur, ne olur hadi var git yuvana, eşini mutlu et..."
Ve o benden fazla beni sevdiğini,hatta ellerine aldığı başım;
-"Beni, anladın mı dev adam, anladın mı? Benim parayla satılacak bedenim hayatım yok, ben seni parasız sevdim, seveceğim de ama ben seninle asla evliyken olamam..." diyor ağlıyordu.
Hem de hüngür hüngür, bense kendimde değildim, onu anlamıyordum, sevgi var, aşırı sevgi, aşk var, para desen elinde, ama benimle "gelemem" diyordu... Elinden aldığım banka kartını kırdım... Ve attım denize, lanet olsun!
-"Bu paraya da, bu miktarda seni değiştirmedi, sen nasıl bir kadınsın? " dediğimde;
-"Selim, canım, erkeğim, dev adamım, beni anlamıyorsun, bu sevgi bize bak zarar veriyor, gel sen git evine, bende evime, ne olur zamana bırak ve asla bu işin buraya geleceğini düşünemedim, ne vardı ki buraya geldin? " dedi.
Daha sonra da bir bebek gibi beni elleriyle okşadı, sevdi öptü beni, biraz yatıştırmıştı ve akşam ezanları olmuş o benimle denize karşı sohbet ediyordu, o kadar anlayışıyla beni sakinleştirdi.
Yanından o kadar mutlu ayrıldım ki, ama bana söz verdi; daima dost, arkadaş sevgili, aşk, her şey var, "ama seks asla" dedi. Bana o güzel elleriyle yanaklarımı tutarak;
-"Selim, sen aşkların en güzelini verdin bana, teşekkür ederim beni sevdiğin için" dedi.
Allah’ım ya! O bir "gurur abidesi" ve kendinden emin asil ruhuyla bir hanım efendiydi. O son öpücüğünü bana öyle bir verdi ki, hala tesirindeyim ve ne söylediyse haklıydı, beni garaja kadar götürdü beni bindirdi son kez bana el salladı, gideceğim yere kadar durmaksızın ağladım, ama dedikleri de kulağımı inletiyordu, kendime söz verdim, ne demişse yapacaktım, evime sonuna kadar bağlanacağıma, o eski mutluluğuma döneceğime ant içtim.
"Aşkım" dediğim adı "Bahar" olan o hanımefendi, sonsuza kadar beni seveceğini söyledi, ama şunu da dedi ki,
-" Bu dünya hali her ikimiz ne tarihte olursa olsun, tek kaldığımızda sen o zaman benimsin, bense seninim ve sana söz veriyorum eğer cennetimiz de beni istersen HURİN de olurum sadece seninle olurum..." demişti.
Şimdi bende sözümü tutup ona sadık kalacağım her zaman onun aşkına inanıp, onu sevmeye devam edeceğim...
Şimdi ben siz okurlarıma soruyorum;
Size biri,
Seviyorsunuz ama,
Bundan eminsiniz,
2 trilyon veriyorum,
Benimle hayatını birleştirirmisin,
Dese,
Ne yaparsınız?
Saygılarımla.....
Sami Arlan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.