HAYAL TARLALARI
HAYAL TARLALARI
Böğürtlenlerin dalında daha güzel durduğunu söylerdi annem, bense gülerdim...
Sıcaklığının bütün dünyaya yayıldığını biliyordum, annem olmakla mesuldü, kadın olduğunu hiç unutmamalıydı, arada hatırlamalıydı insan olduğunu...
Saçlarında gelincikler saklıydı, kokladığında başaklar gibi sarhoş olurdun; gelinciklere aşık başaklar kadar...
Sarı saçlarına değdi mi başın, içine düşüverirdin huzur dolu bahçelerin ve hiç çıkmamak için uydururdun binlerce yalan... Belki pembe, belki sarıydı yalanlar ama yalan olalı beri hiç bu kadar mağrur değillerdi...
Gözlerinde dünyanın yedi harikası saklıydı, yedi gece mi bakıp dalardın rüyalara, yedi yıl mı, o sana kalmış, gittiğinde uçsuz bucaksız hayal tarlalarına, yeşil başlı ördekler görürdün göle yansıyınca yüzü, yeşildi tarlalar, yeşildi hayat...
Sarı benekli bir hüzündü gözleri, sarı yakışmazdı oysa, al rengi dudaklarında özlerdiniz tebessümleri...
Annem; içinde dünya dışında yalnızlıkların bekçisiydi, hiç şikayet etmeden, hiç öykünmeden, hiç dudak bükmeden yaşamayı seçmişti...
Ortalarda bir yerlerde durduğunda anlardınız; ortaların öyle durulması kolay yerler olmadığını ama hayat kenarlarda olmanın lüks olduğunu, bedeller ödemedikçe kenarlarda durulmayacağını öğretmişti, iyi bir öğrenci için unutulmaması gereken bir dersti bu.... Oda buna son ona kadar niyetlenmemişti zaten.
Baktığında hayata, bu bakmış olmak için değildi, sıyırır atardı yüzünüzden maskelerinizi ve bulurdu kendinizden bile sakladığınız her neyse...
Bir günün bir yılla eşdeğer sayıldığı bir ömrün üç ömre bedel olduğu, uzun mu uzun bir öykü bizimki...
Annen gibi sevmek istedim hep, tuttuğumda yakasından hayatın, sarsılmaktan , örselenmekten korkmamak istedim, hiç sevmedim korkuları, bildim ki; korktuğunda tükenirsin, ardına bakmadan bırakıp gider yüreğinde biriktirdiğin onca umut, siliniverir düşlerin, çöküp kalırsın yalnızlıkların tam ortasında.
Öyle bir kala kalırsın ki; etlerin acır, acı büyür, yer bitirir elde avuçta ne varsa...
“Kapağını kapattığında bir defterin, içini açıp bakmamalısın” derdi, dediklerini her zaman dinlemedim, ama haklı çıktığında hep hatırladım...
Yüreğimden geçip gidiyor yük dolu vagonlar... Öyle ezilmiş geliyorum ki kendime, bütün dünyadaki doktorları çağırıyorum; fayda etmiyor.
Özlemlerimden taçlar yapıyorum, hüzün ve gözyaşı dolu ruhum, sıska zamandan çok şey mi istedim? Biraz daha birlikte olmak, hepsi bu!
Ne masa masaya benziyor, ne yemek yemeğe...
Bazen hissetmiyorum, elime ne geçerse fırlatıp atıyorum, dünyayı elden çıkardım bile, o bile ırgalamıyor...
Kendime sapladığım bıçaklar bini geçti, hala ölmedim!
Artık masallardan nefret ediyorum, “kimse anlatmasın” diye tıkadım kulaklarımı, duymayı unuttum, görmeyi, dokunmayı...
Bin çile yün aldım, ördükçe örüyorum hayatı, dokuduklarım bir şeye benzemiyor elimde kalıyor hepsi... boşluktayım, boşluk hiçlik demek, hiçlik sardı mı hücrelerini; vazgeçer ciğerlerin nefes almaktan, kalbin atmaktan, elin tutmaktan...
Çamura saplanır bacakların, çektikçe bedenini, daha derinlere saplanırsın, bilirsin geri dönüşü yoktur, geri dönmekte isteginde....
Kahve fallarından medet umuyorum şimdi, dualardan,... Bütün tezatlıklarımla bırakıyorum hayatı, daha fazla direnç için daha fazla sen lazımdın, sana geliyorum anne, artık al beni!
TALAN AYŞE KANCA