Ayakkabılarım 5. hikâye
Ayakkabılarımı anlattığım yedi ayrı hikâye denemesi yazmaya çalıştım. Bunlardan 5 nolu hikâyeyi görüşlerinize sunmanın heyecanı içindeyim. Bu ilk hikâye denemem. Zamanınızı aldığım için şimdiden özür dilerim. Umarım içinde kendinizden bir şeyler bulabiliriniz. hoşçakalın. Teşekkürler.
Ayakkabılarım 5. hikâye
Bu şehir kaldırımları beni kusuyor, tutunduğum pervazlar buz gibi elimi yakıyordu. Beni koynuna almayan bu şehrin cüretkârca sunduğu memelerinden bende nasipleniyordum.
Cüzdanımı katlamakta zorlanıyor, ilk defa çantamda keyfi harcaya bileceğim kadar param oluyordu. Caddede ağır adımlarla ilerliyor, keşfetmeye çalıştığım bu şehirde belki de yitirdiklerimi arıyordum. Bu şehrin rüzgârı bile farklı esiyor. Rüzgâr kanatlarında ne kekik kokusu, ne erguvan kokusu, nede tezek kokusu taşıyordu… Tezek kokusunu özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Tezek kokusunu, annemin ve babamın sevdalı bakışlarını ve âşık sali amcanın kaval sesini çok özledim. Burada rüzgâr trafiğin korna seslerinin, küfürlerim arasından sıyrılıp, kanatları lime lime edilmiş yaralı bir kuş gibi yüzüme çarptığında, bana getirdiği sadece egzoz dumanı ve yorgun insan kokusuydu…
Bu şehir aşka ve masumiyete çoktan kapılarını kapamış, aşk kadehin içinden yudumlanır olmuştu. İnsanlar para –para bakıyor, tek dertleri cebinizdeki paranın el değiştirmesi. Bu şehirde yaşamak için 1.kural paranız olacak.2.kural akıllı olacakınız.3kural vahşi bir sırtlan olacakınız, ceylanı vahşice parçalayacak ama aslana yem olmaktan kurtulamayacaksınız. Kulaklarınızda hep ceylanın sesi ve aslanın kükremesi olacak Ama yinede savaş baltalarınız hep hazır olacak. Sırat köprüsünden geçmek gibi bir şey bu şehirde yaşamak, günahlarınızla sınanmıyorsunuz aksine günahsız olanlar yanıyor cehennem ateşinde. Bu köprünün başında sizin için Allaha yakaran peygamberinizde yok. Bu sınavda Allah ile başbaşasınız.
Bir süre dolaştıktan sonra vitrinlere bakmaya karar verdim. Birden onları gördüm vitrinde, öylece gelmemi bekliyorlardı sanki. Tanrının bir lütfü gibi… Karanlık bir tünelin sonundan sızan gün ışığı gibi… Sanki rüzgârların getirmediği memleket havası gibi… Siyah süet baget ayakkabılar. Üzerinde rengârenk minik minik kır çiçekleri. . Tıpkı küçükken annemin aldığı naylon patiklere benziyorlardı.. Hani şu yazın ayağınızı terletir, ayaklarınız vıcık vıcık olur içinde, kışınsa hiç ısıtmaz. Hani şu hepimizin çocukken giydiği ayakkabılar. Birde kayışı vardı onların tokasına kıstırırsınız, kayışı ayağınız terleyince vurur bu yüzden; ayaklarınızdan yara ve kan kokusu hiç eksik olmaz..
Koşarak girdim mağazanın içine görevli kıza
-ayakkabıların numarasını öğrenebiliriyim?
-38 numara
-deneye bilirmiyim?
,tabi’i ki. buyrun
Ayakkabıları elime aldığımda, ellerimdeki bir çift ayakkabı değilde, köyüm toprağı, çiçekleri ve çocukluğumun masumluğu kokuyordu. Ayakkabıları ayağıma giymekle sanki o kalabalıklarda kendini yalnız ve ürkek hisseden kadın kaybolmuş, bu şehrin kapısını ikinci kez zorlayacak kendinden daha emin bir kadın vardı. Önce kaybettiğim, sonrada bulunca sevindiğim bir lütuftu bu ayakkabılar. Ceylanı avlamadan, aslana yem olmadan yaşamanın lütfü gibi… Sırtlanlığı reddetmek gibi…
Ayakkabılar ayağımda cadde hızlıca ilerliyorum. Rüzgârda kollarımı açarak şarkı söylemek geliyor içimden. Sürekli ayakkabılarıma bakıyorum. Bu şehrin kaldırımlarına basarken canım acımıyor artık… Ayağımda kendi toprağım ve çiçeklerim var. Bu kentin cam kırıklar acıtamaz canımı. Şimdi attığım her adım bu şehrin ciğerine batırdığım bir toplu iğne gibi geliyordu… Sanki sırat köpründen geçen 8.gurup ağırlığından sıyrılmış,1.gurup edasıyla kalabalıkları yarıyor, ışık saçıyordum. Bir müddet caddede dolaştıktan sonra kiloş etekli mavi bir elbise aldım kendime… Belinde kı kuşağı arkadan popomun üzerinden bağladım. Attığım her adımda sağa sola hareket ediyor, popomun üzerinde saçlarımla uslu durmuyorlar, fingirdeşiyorlardı.
Bastım akbili bindim karşıya geçecek herhangi bir otobüse. Boğaz köprüsünden geçmek İstanbul’un en sevdiğim yanıydı. İstanbul’un güzelliği tartışılamaz ama beni en çok etkileyen boğaz köprüsünün üzerinden İstanbul’u izlemek.
İntiharlar için doğru bir yer mi? bilemem. Ama ölmek/direnmek için çok güzel bir yer. Bir gazetede okumuştum gri renk intiharı çağırıştırırımış o yüzden bu kadar çok intihar olayı oluyormuş. Beklide bu yüzden köprü renklendirildi, cavcaklandırıldı ve dillere düştü… Kimi şıngırdaklı Şadiye’ye, kimide bir gaye benzetti… Tabi bakış açısıda, bakan beyinlere bağlı…
Oysa köprü benim için hayatın sırrı demekti. iki yakayı birbirine kenetlemek için.,boğaza pençelerini geçiren,sert Karadeniz rüzgarına bağrını siper eden , lacivert sularına çaresiz varlığını kabullenip ayaklarını yaladığı ,kudret.Üzerinden geçen bunca yüke rağmen eğrilen ama yıkılmayan, dirençtir . İki yakanın birbirlerinden gözlerini alamadıkları, yeşil saçlarını pembe erguvanlarla süsleyip, kendilerini tüm çıplaklıklarıyla birbirlerine sundukları, ama kavuşamayıp tutkuyla yandıkları, aşkın adıdır köprü. Bu köprü, hayatın sırrı. Bu köprünün üzerinde hayatınıza sonda verebilirsiniz, Hz İsa’la sevişebilir. Sizi tohumlaması için yakabilirsinizde Hatta bu şehrin kapısına 2.kez dayanacak gücüde bulabiliriniz.. Dedik ya bu tamamen sizin bulmak istediğiniz, kaybettiklerinize bağlı
Beni buraya getiren kaybettiğim, aradığım şey ise başlangıç noktam. Beni bağrına basmayan bu şehrin gırtlağına hükmeden, aşkı kadehlerdeki dudak izinde arayanlara inat iki dudağı kanca gibi yapıştırıp, nefeslerini kavuşturan, hala esen Karadeniz rüzgârında erguvan kokusunu buluyor olmam. Ama asıl gerçek eğri yapısı, sırtımda ki yeni oluşmaya başlayan kamburumla özleşmeyi reddetmek.
Büyük bir işletmenin şefiydim. Üretimden, performanlardan, verimden sorumlu. Bu iş için diplomam yeterli değildi ama iş tecrübem beni bu şehre transfer etmişti. Üretim müdürü ‘işletmeye hâkim olmak önemli, ancak malı pazarlayan vitrindir. Vitrinde nasıl durduğunuz çok önemli’ diyordu. ‘Asla işçiye acımayacaksınız, örgütlenmesine müsaade etmeyeceksiniz. Örgütlenmeleri demek sizin yok olmanız demek!’. Yani aslanın başınızı bir hamleyle koparması..üzerimdeki mutfak kokusu,ve gözlerimde ki ürkek ceylan bakışlarımla müdürün kafasındaki ne sırtlana benziyor ,nede vitrinde pazarlayacağı cansız mankenlere…
Beni bu köprüye getiren şey aslında sırtlanlıktan kurtulma çabam. Bu köprünün yarattığı aşka imrenmem. Ceylanla, aslanın nefeslerinin birbirine karışıp boğulurcasına öpüşmelerimi? Yoksa birbirlerini âmânızca parçalayıp yok olmalarımı? Ölüm/hayat bunu bilmiyorum.
Bildiğim şey bu şehre son kez köprüden bakıp, ayağımdaki ayakkabıların beni götürdüğü yere gitmek. Günahlarınızla sınandığınız, henüz ellerinizle yemeğinizi ürettiğiniz, üretim araçlarını teslim etmemekte direnen; köylümle mücadele etmek. Gerektiğinde 2. kez bu kentin kapısına birlikte dayanıp kendi gücümüzle cennetin kapılarını aralamak….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.