Orada Bir Şehir var Yaşayan
Bir şehre uyum sağlamak ne kadar zordur dersiniz? Hepimiz belli bir dönemde kısa veya uzun süreli olarak, okumak,çalışmak,tedavi vb. için yeni yaşamların peşinde köyümüzden,kasabamızdan çıkıp şehirlere geldik.
Bizi önce ne karşılar bir şehre girişte? Geceyse yol boyunca inci bir kolye gibi sıralanmış yol ışıkları ve yüz binlerce ateş böceği misali ev ışıkları karşılar bizi ve içimizde hem bir şaşkınlık hem bir ürperme hem de bilinmezlikle dolu duygular çatışır.Sanki yıldız sanırsın bu ışıkları,ürperirsin,ürkersin,sorgularsın;ayakların geri gider beynin ileri.Gündüzse girişte şehrin ismi,nüfusu ve rakımı olur hep.O tabelayı görünce aklıma hep o siyah beyaz bir film olan "gurbet kuşları" gelir.İstanbul’a göç eden aile tabelanın önünde durur ve tebeşirle nüfusa artı beş yazar.Filmin devamında ise uyum sağlama derdi,geçim kavgası derken ailenin başına bir çok kötü olaylar gelir ve filmin sonu acıklı bir sahne ile biter.
Son yıllarda bir çok insan işsizlik,terör,okumak vb.bir çok nedenden ötürü evini,köyünü,toprağını bırakıp büyük şehirlere göç etti.son otuz yılda ülkemiz nüfusunun neredeyse üçte biri yer değiştirdi ve büyük şehirlere geldi,ama geldi de ne oldu acaba?İstanbul’da yaşayıp denize hasret yığınlar,İzmir’de yaşayıp bir sinema,tiyatro bilmeyen çocuklarımız ve kadınlarımız varoşlarda kendilerine özgü bir yaşam biçimi kurdular.Buralar tabiidir ki bir çok kesimin de hedefleri oldu(terör,uyuşturucu,oy deposu vb)Varoşlarımız gün geçtikçe büyümekte,amaçsız ve umutsuz kitleler,istismara hazır gençlerimiz,şehrin kabul etmediği kendilerinin de şehir yaşamını kabul etmeyen/edemeyen ama çıktığı topraklarına da dönemeyen insanlarımız.Tam bir kısır döngüdür bu.Erkekler çok zaman kahvelerde,kadınlar evlerde,çocuklar sokaklarda ve sahipsiz.
Şehirlerin nüfus yoğunluğu artarken alt-üst yapı yetersizlikleri,çarpık kentleşme,dere yataklarında evler,selden boğulanlar,kaderine mi yoksa sahipsizliklerine mi yenik düştüler acaba ? Oysa ki bir şehrin insanlara verebileceği daha nice güzellikler de vardır ama insanlarımız bunlara maalesef ulaşamamaktadır.
Şehirler canlıdır,geceleri çok zaman uyur,gündüzleri uyanır ve telaş başlar bir makine dişlisi gibi monoton bir yaşam sürer gider.Ne bir çıplak ayakla toprakta yürünür,ne çocuklar çimlere basar,doğa ve yeşile hasret bir yaşam sürer gider.Hızla büyüyen şehirler mahalle yaşamlarını da aldı götürdü bırakın mahalledekileri çoğumuz karşı komşumuzu bile tanımaz olduk.Yaşamlarımız iş,ev,alışveriş merkezi üçgeninde sürüp gitmekte.
Nereden başladık nerelere geldik dostlarım,bir şehir ışığından ,tabelasından şehre bir girdik çıkamadık bir türlü.Artık tersine göç zamanı da geldi bence,bakın ilk kez et ithal ettik bu kurban bayramında üretim yok hep tüketim ve çılgınca bir tüketim,tabi medya da bu tüketimi körüklemekte.Peki nereye kadar böyle tüketmek,üretmeden tüketmek nereye kadar?
Beni sorarsanız ben köyü de kenti de yaşadım,küçük yerlerde de büyük şehirlerde de yaşadım hepsini sevdim veya sevemediğim yönleri de oldu,ama bunların hiç biri bu koca koca şehirlerin ışıltılı ve cazibeli acımasızlığını yok etmeyecektir.Bir daha düşünelim ve çözümler üretelim yönetenler,yönetilenler ve tüm toplum.