- 765 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜM VE YAŞAM ARASINDAKİ HAMAL
Sanırım kanıma işleyen yalnızlıktan kurtulmanın bir yolu yok.
Kahkahalarım ne kadar içten olursa olsun onları duyacak bir kimsemin olmayışı insanın içini burkuyor…
Ölümümü beklemek bazen sıkıcı bir hal aldığından kendimle konuşmamayı da öğrendim. Anlayacağınız sessiz bir düellonun kurşunu gibiyim, herkesin dikkati ölecek (öldürecek olduğum) olan yanımda…
…
İnsanın kendiyle çatışması durumunda yorgunluk katlanılmaz bir hal alır. Hele ki seyirciniz yoksa kahramanlık etmeye kalkmadan vahşice saldırırsınız kendinize, kimi zaman duvarlar nasibini alır bu durumdan, kimi zaman gözleriniz. İçiniz içinizden saldırır size ve savrulur bütün düşünceleriniz dışarıya doğru.
Kendinizi toplamak için dağıtmaya ihtiyaç duyarsınız; İçmek ya da birinin sırtınızı sıvazlaması.
Şayet kararlıysanız ölecek olma ihtimalini de göz önüne alıp sizde silahlanırsınız ve düellonuz daha sessiz bir hal alır…
Oyun böyle başlar.
Oyun dedim çünkü basit tarafından bakıldığında hayatınızla ilgili saçma sapan bir oyun oynadığınız gerçeğiyle karşı karşıya kalırsınız ve bunu sadece siz değil diğerleri de böyle düşünür. Diğerleri dedim çünkü siz susmaya başladığınızda etrafınızdaki insanları dışlamış gibi gözükerek ya da içinize kapandığınız izlenimi vererek düşünmeye zorlamış olursunuz ve her şeyin içinde oldukları gibi bununda içinde var olmayı başarırlar.
Neden?
Onlar var olma sebeplerinizden biridir ve yaşam auranızın vazgeçemediği sevgi, nefret, aşk, özlem, insan olmanın ne demek olduğu vb. olgu ve duygularınızın nesnel halleridir.
Evet, size sizden başkaları da saldırır. Hayatınız boyunca sırtınızda taşıdığınız insani durumlarınız hala orda olduklarını ispatlamak istercesine, verdiği ağırlık yetmiyormuşçasına zıplayıp şok etkisi yaratır ki bu dakikadan sonra bu durumu kavrayan siz, içerden dışarıya doğru daha vahşice saldırmaya başlarsınız. Günler böyle geçip gider.
Alınan darbelerin sonrasında kaçınılmaz yorgunluk dayanır kapınıza ve susmak için kitaplara, dergilere, filmlere sarılırsınız ya da kısa yolu seçer karşınızda durmakta olan duvara bir şeyler anlatmaya başlarsınız. Sanatsal yanlarınızı kullanır o anların tadını çıkarırsınız ki ani bir kahkaha çarpar duvarlara ve yansıması size ulaşıncaya kadar aslında bu duruma ne kadar alışık olduğunuzu sezersiniz ki bu duruma alışık olmadığınız zamanlar da gelir gözlerinizin önüne. Yeniden düellonun bir diğer ucunda buluverirsiniz kendinizi.
İşte böyle zamanlarda öldürecek olduğunuz yanınızla, yaşamaya çalışan vücudunuz arasında kalan siz bir kurşun olmaktan çıkar düelloyu izlemekte olan tanrının yanında yerinizi alırsınız. İki kişiye düşmeye çalışırken dört kişi olmuşsunuzdur ve düello daha kalabalık bir içinden çıkılmazlık haline bürünmüştür.
Bu sessizlik o kadar çok gürültü çıkarmaya başlamıştır ki
Sormaya ve sorulmasından korktuğunuz “neden” sorusu karşınızdadır. Düşüncelerinizi toparlayamazsınız, sessizliğin içindeki bu kargaşada her şey bir birine girmiştir. Bütün insanlığınız size kafa tutmaya başlamıştır, iyiler ile kötüleri seçemiyorsunuzdur her şeyin ucu birbirine bağlıdır. Kendinizi affetmek istersiniz ama affedilmenin verecek olduğu acının karşısına çıkmak kolay değildir ve bilirsiniz ki affetmenin bir ucu da kibre dokunmaktadır. Öyle bir haldesinizdir ki yağmur damlasının içindeki fırtına gibi çekirdeğin içindeki ağaç gibi geleceğiniz bir muamma…
Belki yoluna devam eden o kurşunsunuzdur, beklide ulaşabileceğiniz o son nokta olan süveydadasınızdır, kim bilir?