- 588 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CUMHURBAŞKANI GİBİ BİR ŞEY…
Hastane serüvenimdeyim yine, bitti sanıyordum oysa… İlaç raporum iptal olmuş, yaklaşık 2 aydır hastane eczane trafiğinde çıldırma raddelerindeyim. Eczane raporu kabul etmiyor, eksik bilgiyi neden gösteriyor, kod numarası var lakin ilacın içeriği yok diyor, ya hu, ait olduğu kod numarası zaten içeriğini de kapsamış olmuyor mu? Hayır efendim ayrıca yazılacak…
Gidiyorum tekrar hastaneye, sistemden gelen bu, ayrıca, bir kez daha çıkaramayız, kural bu eczane kabul etmek zorunda deniliyor, aktarıyorum eczaneye hastaneden aldığım bilgileri… Kabul görmüyor, tekrar hastane, ııh, Nuh deniliyor, peygamber dedirtmek mümkün değil, oradan oraya, ondan ona… Iıh… En sonuncusu çok şükür tamam diyor ve veriyor ilaçlarımı. Mutluyum, bir buçuk aydır kullanamadığım ilaçlarımı aldım. Dilerim bu süre gecikmişlik bir şeylere mal olmaz!
Sevincim uzun sürmüyor, ertesi gün aranıyorum eczaneden, ecza deposu kabul etmedi raporunuzu, lütfen gelir misiniz, hastalığınızın adı belirtilmemiş… La havle… Kanser yazıyor kardeşim orada, daha nasıl ifade edilir ki ayrıca CA da diyor, Arapçasını da mı istiyorsunuz?..
Gidiyorum tabii… Sonrasında da, baygınlık gelene kadar, bildiğim tüm sözcüklerle ve büyük bir sabırla nezaketimi bozmamaya çalışarak anlatıyorum hastanede sorunu ama…
Neyse, birkaç kez daha gidip geldikten sonra anlatabildim sanırım, bekleyin, saat 16.00 da gelin deniliyor saat sabahın 10.30 u… Allahtan çantamda sürekli kitap, not defteri ve kalem var. Bahçede, çay kahvemi içiyorum, okuyorum, yazıyorum, notlar alıyorum, daha önce yardımlarını gördüğüm bir iki hemşire hanıma uğruyorum hatır soruyorum… Öğle yemeği için hemen yakındaki Öğretmen Evine gidiyorum, orada rastladığım bir iki tanıdıkla hal hatır ve de koca bir öğleden sonrayı tamamlıyorum yine hastane bahçesinde bir şeyler içip yazıp çizerek.
Bir beş on dakika sonra hazır olur deniliyor bu defa, içerisi kalabalık, bir de epey ağır vakalar var, onları görmek bir yandan şükrüme sebep olsa da, diğer yanım kahroluyor, oturup izlemektense, bahçeye çıkıyorum yine…
Kapıda bir telaş, bir hengâme…
Biri omuzlarımdan tutmuş ittiriyor, hırsla dönüyorum, heyula bir koruma, “Çabuk olun, çabuk, derhal uzaklaşın buradan.”diyor.
Ambulanslar, geliyor, sedyedeki hastayı indirecek, ya da özel araçlarda hastalar, tekerlekli sandalyeler indiriliyor önce, kiminde koltuk değnekleri ya da bitkin bir hasta… Onlara da aynı muamele, arabaları ileri bir yere çekin, oradan taşıyın hastanızı…
Ya da hastaneden çıkıyor sedyeler ambulansa bindirilmek üzere veya özel araçlar, hastalarını almaya gelmiş, hepsi uzaklarda bir yerlere gönderiliyor, hastalar sedye, tekerlekli sandalye ya da kollarına girilmiş düşmeye ramak halde araçların peşinden sürükleniyor. Korumaların, sivil polislerin telaşı ise oldukça komik, bet beniz atmış, hani gören de bomba ihbarı almış sanır.
Yüzler çok tanıdık, davranışlar da… Ankara’yı hatırlatıyor bu yüzler, davranışlar ve de telaş bana…
İş yeri ve ev güzergâhım nedeniyle tanıyorum, ömrümün büyük bölümünün Kızılay’da geçmişliğiyle tanıyorum, oturduğum evlerin, parti genel merkezlerinin önemli siyasilerin çok yakını ya da karşısında oluşuyla tanıyorum. Dolmuşa Başbakanlığın hemen yanındaki duraktan biniyorum, Genel Kurmay, Kuvvet Komutanlıkları önlerinden geçerken, ya da Cumhurbaşkanlığı köşkünün yakınlarındaki telaşların aynısı oluşuyla tanıyorum…
Ama burası Antalya, bulunduğum yer Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, buradaki aynı telaş nedendir, meraklandım doğrusu… Düşünüyorum, ne Cumhurbaşkanının, ne de Başbakanın programında bu gün burası yok… O halde bu telaş kime?..
On dakika doldu, girip alayım da raporumu, bir an önce kurtulayım bu sinir bozucu görüntülerden…
Girerken de sivil korumalardan birine sormadan edemiyorum, “ Beyefendi, merakımı bağışlayın, kim bu gelecek olan zatı muhterem, nedir bu telaşınız ve insanları rencide ve mağdur edişiniz, gören de Cumhurbaşkanı geliyor sanır, kim bu aynı konumda olan?” Aklımdan geçen ise, en büyük mülki idare amiri oluşuyla sadece Vali… Ama fazla abartılı değil mi?
“Cumhurbaşkanı gibi bir şey.” diyor sorduğum sivil koruma ya da polis. “Nasıl gibi bir şey, kim bu gerçekten, çok merak ettim.” diyorum. Yanıtlıyor: Rektör gelecek birazdan, o nedenle telaşımız. Gülüyorum, yüzümde ayıplar bir ifade… Yazıklar olsun, bunca hastayı iteleyip kakalamak yakışık alıyor mu? Bu yaptığınız kraldan çok kralcılık (ve de kızarım ben kralcılara krallardan ziyade) Gerçekten ayıp ediyorsunuz, insanlar dertlerine düşmüş siz protokol ve şahsı koruma derdindesiniz, kimi kimden koruyorsunuz, hastalardan mı?” diyorum, belli ki kendisi de hoşnut değil… Haklısınız hanımefendi ama bağışlayın, biz de emir kuluyuz” diyor, “E kardeşim siz de haklısınız, emir kulusunuz ama vur deyince de öldüren kullardansınız, ne ayıp şey bu insanların onurlarını zedeleyerek, itelemek. Ne ayrıcalık ya da üstünlüğü var ki rektörün buradaki hastalardan?” diyorum. Bu defa mahcup, yine, “ Haklısınız, keşke herkes sizin gibi duyarlı olsa, kuzu kuzu boyun eğmese her şeye, lütfen idareye duyurun bunu da görsünler, nelere mal olunduğunu.” diyor, giriyorum içeri o sinirle, idareye de bildireceğim ayıplarını, eve gider gitmez de yazacağım…
Ardım sıra Rektör Bey giriyor kapıdan, küçük dağları bırakın evreni o yaratmış, aman Allah’ım o ne kasılmak öyle, o ne kendini herkesin üzerinde ve herkesten değerli görmek! Etrafındakiler ise, bana sahibinin etrafında vıcık vıcık yağ kokuşlu, durmaksızın kuyruk sallayan finoları hatırlatıyor, hepsinden tiksiniyorum, hepsi birden küçülüyorlar gözümde…
Personel ayağa kalkıp hazır ola geçiyor, oralarda olan birkaç doktor da aynı pozisyona bürünüyor lakin adam hiç kimseyi görmüyor sanki, hiç kimse yokmuş gibi telaşla yol alıyor, istifini bile bozmuyor…
Ya hu bir merhaba de, bir iyi akşamlar, hatta bir hatır sor, nezaket gereğidir, üstelik hoşnut da eder sorulanı, ayrıca daha bir yücelir, daha bir saygınlaşırsın gözlerde…
Aklıma Bankada çalıştığım dönemlerde ziyaretimize gelen Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Milletvekilleri geliyor…
İyiden iyiye küçülüyor gözümde bu Cumhurbaşkanı gibi bir şey, onların göz önüme gelişleriyle; güler yüzle, tek tek hepimizin ellerini sıkarak hatır soruşlarıyla…
Vay anasını diyorum ardından kendi kendime, Allah muhafaza, bir de Başbakan ya da Cumhurbaşkanı olsaymış kim bilir neler olurmuş, her halde o çıkınca, halka sokağa çıkma yasağı falan uygulanırdı!..
Sinir kat sayım artıyor diğer pek çok bu nevi Cumhurbaşkanı gibi bir şeyler aklıma gelişle ve bir tek koltukla böylesi havalara girişleriyle!..
Duyabileceği tonda sesleniyorum: Hayret bu küçücük adama mıydı bunca telaş, ben de herkesi bir tarafa itelemenizden, kapılardan sığamayacak devasalıkta cüsseli biri sanmıştım…
İyi akşamlar diye sesleniyorum ardından da, belki hatırlar, belki utanır diye… Tık yok…
Ya duymuyor ki mümkün değil ya da duymazdan geliyor, işine gelmiyor, alınmamış görünmeyi tercih ediyor…
Bilemiyorum istifini bozmayış nedenini Cumhurbaşkanı gibi bir şeyin!!!
p.r.alkan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.