- 1370 Okunma
- 15 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk Gezgini
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sabahın ilk ışıkları tüllerin arasından yüzüne değmeye başlayınca miskince yatağında doğruldu. Hafif bir tebessümle yan tarafında hala çıplak vaziyette uyuyan Lidya’ya baktı. Sapsarı uzun saçları, hafif bronzlaşmış sedef gibi teniyle insanı birkaç saat önce sona eren o hararetli geceye rağmen her dakika ateşleyecek kadar güzeldi. Alkolün verdiği sarhoşlukla tam hatırlayamıyordu ama, gece her lezzete vardıkları güzel saatler yaşamışlardı. Lidya’yı bir aydır tanıyordu. O da kendisi gibi kaçak bir hayat yaşıyordu. İlginç bir hayat hikayesi vardı. İskoçya’dayken öğretmenlik yapıyormuş. Bir de kocası varmış adı galiba Louis. İlk iki yılı güzel, son beş yılı sönük, en son yılıysa ihanetlerle geçmiş bir evliliği olmuş. Ardından da herkesi ve kendisini de şaşırtan ani bir kararla atlamış gelmiş Edremit’in Akçay beldesine, yani buraya. Burada bir okulda İngilizce dersi vererek de hayatını devam ettirmeye başlamış.
“Günaydın Metin” dedi Lidya kırık türkçesiyle.
“Günaydın” diye karşılık verdi Metin, Lidya’ya. Ardından Lidya’nın büyüleyen yüzüne, yosun rengi yeşil gözlerine, inci gibi sıralı beyaz dişlerine baktı… Ama bu sabah Metin’in Lidya’ya bakışlarında farklı bir ima vardı. Sanki bu bakışın ardından gelecek sürpriz bir konuşma olacaktı!
Lidya’ da hissetmişti bu sırlı bakışı. Merakla sordu;
“Ne oldu Metin bir şey mi var?”
Metin zoraki bir gülümseme kondurdu yüzüne. Evet bir şeyler olmuştu. İçinde ki gitmek arzusu yine depreşmişti. Nereye ve kime olduğunu bilmiyordu ama şu an sanki çok uzaklarda onu bekleyen, adını koymadığı, ruhunda ve kalbinde büyük bir açlık duyduğu bir şeyler vardı. Kendisi de bunun ne olduğunu bir türlü adlandıramıyordu. İlk başlarda bunun aşk olduğunu düşünmüş ama ne Lidya’da nede ondan önce beraber olduğu birbirinden alımlı kızların hiç birisinde aradığının bu olmadığını anlamıştı.
“Lidya ben gidiyorum!”
Lidya’nın meraklı bakışı bir anda buruklaştı. Hiçbir şey demeden Metin’e anlamsızca bakmaya başladı. İşte, günlerdir en çok korktuğu ve belki de tüm hayatı boyunca duymak istemediği sözü söylemişti Metin. Yataktan kalkıp tangasının üzerine siyah şortunu giydi. Bir sigara yakıp pencereden dışarıya, denize bakmaya başladı. Kıyıya vuran dalgalara bakarken Metin’le yaşadıkları günlerin anısında kaybolup gitti. Okul çıkışında, çoğu zaman yaptığı gibi sahilde yürüyüş yaparken görmüştü onu. Neredeyse sabah ahşam onu hep kıyıda, kumların üzerine bağdaş kurmuş ufka bakarken görmüştü. Ve bir sabahtı yine böyle. Onun yanından geçerken göz göze gelip küçük tebessümlerle selamlaşmışlardı. İçinde ona karşı farklı bir ilgi uyanmıştı. Derste, evde ara ara aklına geliyor ve hep bu gizemli adamı düşünür olmuştu. Kimdi, ne iş yapıyordu, ne diye habire kıyıya oturup sanki gelecek birisini yada, gitmek istediği yer orasıymış gibi sürekli ufka bakıyordu. O gün bu merakı o kadar dayanılmaz hale gelmişti ki, okuldan çıkıp onu bulma umudu içinde yine kıyıya gitmişti. Bulmuştu da. Selam verip oturmuş ve bu selam verişin üzerinden saatler geçmesine rağmen derin muhabbetleri uzayıp gitmişti. Bir anda sanki çok eski iki dost yada iki sevgili gibi bir havaya girmişlerdi. Birisinin söylemeye başladığı bir cümleyi diğeri tamamlayacak kadar ortak düşünceleri olduğunu fark etmişlerdi hayretle.
Metin, başını ikinci sınıf trenin artık iyice sararmaya yüz tutmuş camına yasladı. Şimdi yine bir bilinmezliği doğru yol alıyordu. Gözlerinin önünden kayıp giden dağlara, vadilere bakarken Lidya’yı düşündü. Kendine kızdı. Suçladı. Hem Lidya için, hem ondan önce beraber olup da bir anda bıraktığı sevgilileri için. Ama en çok da Lidya için. Bambaşka biriydi o. Kumsalda onunla tanıştığı ilk günü hatırladı. Ve sonrasını… Daha o ilk tanışmalarında aralarında geçen o sıcak sohbettin nelere gebe kalacağını hissetmesi hiçte zor olmamıştı. İstememişti ona bağlanmak, onun limanına geri çekilmesi zor olan demiri atmak. Fakat onda ayrı bir lezzet bulmuştu, tensel değildi bu. Belki ruhsal, belki de firari yaşamına destek veren, özgürlükçü düşüncelerdi bunlar. Ama bunun yanında cinsel birliktelikteki en yoğun hazzı veren yine Lidya olmuştu. Bütün bunlara rağmen aradığı aşk yoktu Lidya’da. Keşke aradığını sandığı aşkın sahibi Lidya olsaydı. Keşke bu gezgin yaşamının son durağı o olsaydı.
Lidya, dersini tamamladıktan sonra zümre odasına geldi. Buranın camından deniz görülebiliyordu. Sandalyeyi cama doğru çekip oturdu. Günlerdir ayrı kaldığı Metin’i düşledi yeniden. Onun yokluğuna hala alışabilmiş değildi. Hayatına girmesiyle çıkması bir olmuştu ama, bu kısacık konaklığı bile derin bir yara açmıştı yüreğinde. Ona kızmak istese de kızamıyordu. Onun içindeki bir türlü son bulmayan kaçıp gitme heveslerini belki de en iyi kendisi anlamıştı. Kendisi de zaten böyle bir düşüncenin sonunda şimdi buradaydı. Fakat her şeye rağmen onu unutabilmesi çok zordu. Türkiye’ye geldikten sonra beraber olduğu insanlar olmuştu, ama ruhuna kalbine giren asla olmamıştı. Bir tek Metin hariç, sanki bu dünyadaki ruhdaşıydı o. Gizemliydi! Tuhaftı. Hiç evlenmemişti. Fakat hayatına bir çok kadının girdiğini ama hiç birisine bağlanamadığını öğrenmişti anlattıklarından. Bir de, babasından kalan bir dükkanı olduğunu ve buradan aldığı kirayla bu gezgin hayatını sürdürdüğünü söylemişti.
Gecenin bir yarısı tren aniden ve büyük bir gürültüyle durmuş bütün yolcular paniğe kapılmışlardı. Aşırı yağan yağmur heyelana neden olmuş, raylara akan çamur ve molozlar yolu geçilmez kılmışlardı. Aradan saatler geçmesine rağmen yol hala açılamamıştı. Metin küçük çantasını açarak içinden yağmurluğunu çıkardı. Trenin kapısına geldi. Zaten trenin gideceği şehir mutlak gitmesi gereken yer değildi. Basamaklardan yavaşça inip gecenin karanlığında yürümeye başladı. Birkaç saatlik yürüyüşün ardından hava yavaş yavaş ışımaya başlamıştı. Kah vadilerden, kah sarp dağ yamaçlarından belli bir rotası olmadan öylece yürüyordu. En sevdiği ortam buydu. Yalnız kalmak. Uçsuz bucaksız tabiatın kucağında bir başına. Böyle hallerde içinde adını koyamadığı tarifsiz duygular oluşuyordu. Öğleye doğru çıktığı küçük bir tepeden aşağıda bulunan yaklaşık beş on haneli küçük köyü fark etti. Yiyecek almak için o yöne doğru yürümeye başladı.
Güzüne sobasının etrafına toplanmış, kendisini merakla dinleyen köylülere bir gezgin olduğunu ve tren bozulduğu için yürümeyi tercih ettiğini anlatıyordu Metin. Fakat köylülerin bakışlarından onların kendisine pek de inanmadığını anlaması zor olmuyordu. Hepsinin gözünde şüphe vardı. Kendisinin belki bir hapishane kaçkını, belki bir ajan belki de... düşünüyorlardı. Bir tek köy odasına sonradan gelen ve diğer köylülerin ayağa kalkarak saygı gösterdikleri ve anlattıklarını samimiyetle dinleyen köyün Hacı Osman adındaki oldukça yaşlı imamı.
Martılar Lidya’nın havaya attığı ekmekleri kapma mücadelesine girmişlerdi. Kıyıdan, önce martılara, sonra da denizle güneşin birleştiği en son çizgiye dalgınca bakan Lidya geleceğiyle ilgili derin düşüncelere girmişti. Metin’in ardından kendisini bir türlü toparlayamamıştı. Bir türlü işine veremiyordu kendini, sürekli dalgındı. Aklında hep o vardı. Gece başını yastığa koyduğunda onu hayal ediyor, onu hayal ettikçe, yerinden fırlayıp özlemle ona koşmak istiyordu. Kaç kez aklından geçirmemiş değildi onu arayıp bulmayı ve artık onun gezgin hayatına son verdirip onunla evlenmeyi…Fakat ne gittiği yeri biliyordu, ne de onu bulduğunda bu hayalini ona kabul ettirip ettiremeyeceğini. Ve bilmediği bir şey daha vardı,her geçen saniye sönmek yerine, yanardağlar gibi kabaran aşkını nasıl söndürebileceğini. Galiba en doğrusuydu onun hatıralarına bulanmış bu mekanları terk edip, bir daha hiç dönmemek üzere ülkesi İskoçya’ya dönmek.
“Evlat” dedi Hacı Osman amca, hazırlığını yaparak köyden gitmek üzere olan Metin’e. “Hava kararmaya başladı. Bu karanlıkta yolunu kaybedersen canını tehlikeye atmış olursun. Hem aradığını bulmak için çok uzaklara gitmene de gerek yok.”
Metin’in gözlerini faltaşı gibi açıldı! Ne demek istemişti Hacı Osman Amca? Ne demekti şimdi bu” Aradığını bulmak için uzaklara gitmene gerek yok” Nereden biliyordu kendisinin bile ne olduğunu bilmediği şeyi aradığını. Hacı Osman amca’nın gözlerine dikkatle baktı. İçi ürperdi.Bu tanımadığı yaşalı adamın keskin bakışları içini titretmişti.
“Gel oğlum” dedi Hacı Osman amca oldukça şefkatli bir sesle tonuyla. “ Caminin yanında boş odamız var. Orada kalır sabahta yola çıkarsın.”
Köylülerin ikram ettiği akşam yemeğinden sonra, yatmak için caminin bitişiğindeki odasına geçti Metin. Gecenin ilerleyen saatlerinde hala yatmamış Hacı Osman Amca’yı düşünüyordu. Kimdi bu adam, düşüncelerini mi okumuştu, yoksa tesadüfen mi öyle demişti? Peki onun gözlerine baktığında neden bu kadar irkilmişti. Tam bu sırada kapı hafifçe çaldı!
Öğretmen arkadaşları az önce odaya giren Lidya’ya üzgünce bakıyorlardı. Onun kısa bir süre önce beraber olduğu o garip adamın gidişinden sonra psikolojisinin alt üst olduğunu biliyorlardı. O neşeli, cıcıl cıvıl Lidya gitmiş, yerine mateme bürünmüş bir Lidya gelmişti. En çok da bu sıcak dostlarının kendilerine, ülkesine geri dönmeyi düşündüğünü söylemesine üzülmüşlerdi.
Metin temkinlice kapıya gitti, yavaşça açtı. Karşısında durmuş kendisine gülümseyerek bakan kişi Hacı Osman amcaydı. Beraberce içeri geçtiler. Karşılıklı konuşmaya başladılar. Metin tarifsiz bir sıcaklık duyduğu Hacı Osman amcaya bugüne kadar olan yaşam şeklini, içindeki bitmek bilmeyen arayış sevdasını olduğu gibi anlattı. Hacı Osman amca yüzünde sevgi dolu bir tebessümle Metin’i dinliyordu. Metin konuşmasını bitirdikten sonra sordu;
"Oğlum, aradığını bilmediğin şeyin peşinden onca diyara gitmişsin. Peki senin aradığın sakın uzaklarda değilde içinde olmasın! Hiç içine yolculuk yaptın mı? yani kalbine, yani kalbinde seni bekleyen, bulmak için dönüp durduğun o aşka, ilahi aşka…"
“İlahi Aşk!!”
“Evet Oğlum bence senin aradığın aşk, dünyevi değil, ilahi”
O akşam sabahın erken saatlerine kadar sohbet ettiler. Metin, Hacı Osman amcanın söylediği derin manalar içeren sözlerinin çoğunluğunu anlayamıyordu, fakat söyledikleri nedense içine derin bir huzur veriyordu. Şeklen ibadetlerini yerine getiremese bile inançlı sayılırdı. Ve çoğu zaman, özellikle de doğadayken gördükleri güzellikler karşısında, başını gökyüzüne çevirip saygıyla, minnetle gülümserdi hep.
Metin o gün ve daha sonraki günler boyunca köyde kaldı. Zamanın yemek ve uyku dışında kalan kısmını Hacı Osman amcayla sohbet ederek geçiriyordu, ve ettiği bu sohbetlerden sonra kalbindeki ilahi aşka biraz daha yaklaşıyordu. Aradığı aşk buydu. İlerleyen zamanlarda Hacı Osman Amcanın tavsiyesiyle oruç, zikir, ve hayatında ilk kez yaptığı halveti denedi. Bütün bunların sonunda ilahi aşkın ılık meltemlerinde kanatsızca uçmaya başladı. En sonunda, ismini bilmeden, sadece hissederek aradığı o büyük aşka ulaşmıştı. Artık içinde sürekli bir yerlere gitme arzusu kaybolup gitmişti. Fakat tüm bunlar olurken, aklından silemediği bir şey vardı,Lidya.
Lidya, şu an sınıfta son dersini işliyordu. Akşam uzun uzun düşünüp artık son kararını vermişti. Metin’i tanıdıktan sonra, daha da çok sevdiği Akçay’ı içi kan ağlasa da terk etmekten başka çaresi kalmamıştı. Onun gidişinden sonra denizin içini ferahlatan kokusu yoktu artık. Ağaçlar nede çiçekler ve her şey renksizdi, cansızdı. Dersini tamamlayıp sınıftan dışarı çıktı. İdare odasına yöneldi, istifa etmek istediğini bildirecekti. Kapı aralıktı, içeriye baktığında Müdürün misafirleri olduğunu gördü. Daha sonra konuşmaya karar verdi. Aklına o an Metin’le ilk karşılaştıkları sahile gitmek geldi.
Akşama doğru deniz güneşi yavaş yavaş içine almaya başlamıştı. Lidya saatlerdir kımıldamadan son kez ufka bakıyor, aklından geçirdiği her hatıraya tek tek gözünden süzülen yaşlarla veda ediyordu. O an yanına birisi oturdu, hemen yanına ona değecek kadar yakın. Lidya bu kez hıçkırarak ağlamaya başladı. Ama sevincinden ağlıyordu bu kez. Kaçağı geri dönmüştü.
YORUMLAR
Mustafa Sakarya
"Oğlum, aradığını bilmediğin şeyin peşinden onca diyara gitmişsin. Peki senin aradığın sakın uzaklarda değilde içinde olmasın! Hiç içine yolculuk yaptın mı? yani kalbine, yani kalbinde seni bekleyen, bulmak için dönüp durduğun o aşka, ilahi aşka…"
''Aşk İlahidir; imanla başlar, vahdete götürür." Güne düşen yazınızı kutluyorum , ve iyiki güne düştü bu güzel kalemi okumak haz verdi bana... tebriklerim çokça ,yazan kalem her dem olsun ,saygıyla...
Mustafa Sakarya
Gecikmeli tebriğimi kabul edin Mustafa bey, çok kısa aralıklarla siteye girme imkanı buluyorum, dün kaçırmışım.
Kendini kanıtlamış bir kalemden, böylesi güzel öyküler okumaya alıştık.
Selam ve saygılar...
Mustafa Sakarya
Güne gelen yazıyla sizi tanımış oldum.Ben de çok sevdiğim bir zamanlar tatil için gittiğim Akçay'ın serin sularını ve zeytinlikler arasından akan dereleri hatırladım. Teşekkürler, sevgiler..
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
bağışla gülüm.....toynağın derdinden bu muhteşem yazını kaçırmışım.....ama kutlamaya yetiştimya...gerisini boş ver...bende edremite yakın yerde çandarlıdayım.....buraların her tarafına eros okunu fırlatmış......tüm amazonların karagahı buralar....tarihi hep sevda fışkırıyor....saygılar can sana yakışandı
Mustafa Sakarya
Edremit’in Akçay beldesi. Doğduğum, büyüdüğüm, nice anılarımı yaşadığım, sevdiklerimi sonsuza uğurladığım yer. Ve o yerde yaşanan bir aşk hikayesi. Lidya ve Metin, Zeus'un gücünden, Sarı Kız'ın saflığından, Eros'un oklarından nasiplerini almışlar, çokca.
Bir başka etkiledi beni bu öykünüz. Harikaydı. Selamlar, saygılar.
Mustafa Sakarya
İşte aşk bu! İşte aşk hikayesi bu! Değerli kardeşimin kaleminden aşkı okumak çok güzel.
Kutluyorum kardeşim.
sevgimle...
Mustafa Sakarya
mutlu sonları yazmak ve yaşamak ayrı bir zenginlik gerektirir
sanırım buna umudun yüreğe ekilen hasatı deniliyor....
hüzün değmesin anlarınıza....
tebrikler...
Mustafa Sakarya
Şu, etrafında köylülerin ısınmaya çalıştığı soba nerede duruyordu Mustafa Bey?
Beğenerek okudum yazınızı her zamanki gibi...İnsanı neşelendiriyor, mutlu sonlarınız. Tebrik ediyorum. Saygılar.
Mustafa Sakarya
Değerli yorumunuz için çok teşekkürler Aynur Hanım.
Muhteşemdi Mustafa Bey. Ne kadar güzel yazıyorsunuz. Tebrik ederim. Çok güzeldi. Saygı ve selamlarımla..
Mustafa Sakarya
Mustafa'cığım aşk öykülerini çok güzel yazıyorsun.Her yönüyle estetikdiHeyecanlandım,okurken.
Aşk,kimlik fermanı dinlemiyor demek ki...PASAPORT FALAN DA SORMUYOR. YETER Kİ GÖNÜLE ATEŞ DÜŞMESİN...
Finali de olumlu bağlamışsınız.Benim gibi göz yaşları döktürmemişsiniz...
Tebrikler kardeşim. Sen,her zaman yaz e mi?
Tam puanla ,tekrar gelmek üzere şimdilik ayrıldım sayfandan.
Sevgilerim çokça...