- 1253 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
OBSESİF CİNİ
OBSESİF CİNİ
Kız çocuğu masum ve uçarı…
Sarı saçları rüzgâra karşı tel tel, mavi gözleri derin ve içli bakışlı.
Çocuk işte, çocukluğun saf ve temiz ruhunun en doğal haliyle. Tıpkısı.
Henüz on bir yaşının sınırlarında gezinirken, akranlarıyla dünyadan bihabersiz.
Ruhu, doğduğu anın halinde. O kadar yumuşak ki. Nefes alışları o kadar düzgün ve mutlu ki.
Anlatılamaz. Saf kanatsız bir melek gibi...
***
Günlerden bir gün... Bir akşam vakti...
Köy yerinde akşamın alaca karanlığı dağların tepelerine inerken, olduğu yerde yaprak gibi titreyiverdi.
Aniden… Anlamadan… Anlayamadan ne olduğunu kendisine…
Bir şeyler oldu; önce kalbinin içine, sonra beynine, sonra midesinin çevresine. Yüreği hop etti. İçi daraldı. Bedeni soğukça terledi. Yandı tutuştu sanki.
Amanın o ne tarifi mümkün olmayan bir korku idi. Ecel korkusu. Azrail korkusu. Halt etmişti yanında.
Küçük kız şaşkın, yorgun, çaresiz.
Korku bedenini ele geçirdi sinsice.
Tatilini kısa kesip hasta haliyle tek kelime edemeden, kuzenleriyle vedalaşıp evine döndü.
Sessizce.
Kimseye sezdirmeden.
Anne şaşakaldı. Ne oldu kızım dedi. Cevap yok. Neyin var evladım dedi. Cevap yok. Sadece hastayım diyebiliyordu. İçinde kopan azgın fırtınayı anlatamıyordu. Cevaplandıramıyordu. Bu, ona anormal ve ürkütücü geliyordu. Kim dinleyip inanırdı ona. Sustu, sustukça içine çekildi, çekildikçe daha da fena oldu. İçindekiyle mücadele etmeye başladıkça dibe batmaya başladı.
Gördüğü kâbusların etkisiyle yatağında sıçrarken, sabah ezanlarında yatağı bir mezar, kendi ise bedeni alev alev yanan bir ölü oldu.
***
Günler geldi geçti.
Küçük kız sarardı soldu.
Elden ayaktan iyice düştü.
Zavallı anası derdine derman olsun diye, doktora götürdükçe kızın çekeceği çile uzayıp gidiyordu. Verilen birkaç iştah şurubu, renkli bonbon şekeri vitaminler…
Nafile, zaman kayıpları...
Ana yüreği ağlamaklı. Gecesi gündüzüne karışmış. Çaresiz ve suskun...
Baba habersiz olan bitenden... İlgisiz. Çocuk değil mi? Hasta işte, her çocuk gibi. Farkında değil olan bitenden. Eriyen pembe gülün soluşlarından habersiz. Aslında cahil ve ilgisiz...
***
Gel zaman git zaman.
Anacığı mahalleliden duymuş. Arka mahallenin yan tarafında oturan Kasım Hoca diye birisi varmış. Nefesi bolca, pek kıymetliymiş. Çarpığını, hastasını, her birini Allahın adıyla dikermiş ayağa. Hemen oracıkta.
Neylesin ana kadın. Bir ikindi vakti, kılmış namazı. Almış kızcağızını, vurmuş yola.
Çalmışlar hocanın yeşile boyalı tahta kapısını. Kapıyı açmış hocanın yaşlı, beli iki büklüm olmuş karısı. Buyur etmiş anasıyla kızını içeriye. İçerisi küf kokusuyla beraber karışık acayip otların tütsüsüyle buharlaşmış uçmakta. Koku genizlerini yakmış. Tahtadan yapma sedire oturup başlamışlar beklemeye.
İçeriden çıkmış az sonra bir kadın iki erkek. Bakışmışlar gayri ihtiyari. Kadının gözleri dertli adamın gözleri hülyalı, diğeri ise şaşkın...
Kızının elinden tutup, biraz çekingen birazda korkuyla, süzülmüşler hocanın odasına.
***
Kapatın kapıyı oturun. Dedi hoca efendi.
Başında beyaz bir sarık... Saç beyaz, sakal beyaz, kaş beyaz, ten beyaz. Sol elinde uzunca bir teşbih, parmakları imamın arasında. Ayağında eskimiş bir mest, içinde beyaz yün çoraplar. Temmuzun sıcağında. Üzerinde siyah bir cüppe teninin aklığına tezat... Önünde yırtık pırtık neredeyse lime lime olmuş Arapça yazılar yazan bir kitap. Yanında siyah mürekkep şişesi ve hokka bir kalem... Sırtını verdiği duvarda iki beton çivisiyle tutturulmuş tahta askılık. Askılıkta asılı, kirden griye dönmüş renkte sutyenler, erkek atletleri.
Bun ne acayiplik?
Ana kadının, beti benzi atıverdi birden bire. Orta yerde asılı duran sutyenleri görünce... Kızardıkça bozardı bozardıkça ter birikti kızaran yüzüne.
Hoca önce aksırdı sonra homurdanıp devindi oturduğu tahta sedirin üzerinde.
_ Ne derdiniz var hele bir söyleyiverin bakalım.
Ana kadın nasıl anlatacağını bilemeden kekeleyiverdi.
_ Çocuk. Kızım hastada.
_Nesi var?
_On gündür ne yer ne içer doğru dürüst. Arada bir kusar. Hiç konuşmaz oldu. Bazen ter içinde kalır. İlaçlarda bir fayda etmedi.
_ Fayda edeydi ne işiniz vardı burada. Doktorlar anlamazlar bu halden. Üç güne kalmaz hallediveririm. Lakin birden fazlaysa uğraşırız her hal.
Oturduğu tahta sedirde içine çekilmiş fersiz gözleriyle, yerde serili olan kilimin desenlerine takılı kalmış çocuğa eliyle işaret etti.
_ Gel hele yanıma.
Çocuğun gözbebekleri titrek... Midesinin üzerinde bir yumruk... Birileri sıktıkça sıkıyor.
Minik, ürkek bir adımla hocanın yanına yaklaştı.
Hoca kendine doğru çekti çocuğu. Masada duran mürekkep şişesinden bir damla aldı. Tuttu kızın küçüçük elini. Koca avucunun içine çocuğun başparmağını sıkıştırıp, tırnağının üzerine damlatıverdi siyah mürekkebi.
Çocuğun titreyen gözbebekleri birden oldu kocaman.
Hoca beyaz sakalını sıvazladı. Bir iki kez daha aksırıp tıksırdı.
_ Söyle bana adını.
Çocuğun sesi kısık... Korku mengene olmuş gırtlağını sıkmakta. Zar zor duyulur halde mırıldandı.
_ Işıl.
Hoca heyecanlı. Çocuğu aldı iki bacak arasınına. Tutuverdi parmağını sıkıca. Başladı sayıklarcasına okumaya.
Rabbi enniy messeniyes şeytana binusbin ve azap…
Okudu, okudu.
Ne okuması. Başladı inlemeye.
Ağzından tükürükler fışkırır halde bağırmaya başladı.
_Görüyor musun? Aha da geldiler. Vay başıma. Biri dişi, ikisi erkek... Cin sofrasındalar.
Çocuğu sıkıştırıyor, kendisinin güya gördüğü cin sofrasına onu da davet ediyordu.
_ Çarpılmış bu. Su dökünürken cin sofrasına işeyivermiş. Vay başıma gelenler.
Rabbi enniy… Şeytani… Işıl, şeytani, cin, koru…
Okudu. Tükürdü. Sıktı.
Mürekkepli parmağı soktu kızın gözüne.
Görünmeyenlerden, görünen cinleri peydahladı. Saldı ortalık yere.
Çocuk daraldı. Ter içinde kaldı. Gördüğü bir şey yoktu. Az kaldı başına geleceklere. Düştü düşecek oldu. Beyninin içi bulanmaya başladı.
Hoca almış başını gidiyor. Olanlardan habersiz. Tutturmuş bir cin sofrası. Bağırıp duruyor. Aklı sıra kızın bedenindeki cinleri çıkarmaya uğraşıyor. Kendi deliliğinden habersiz...
Hafakanlar bastı üzerine. Kuytu karanlıklardan aşağıya yuvarlanmaya başladı. İçinden dışarıya taşan korkunun pençeleri dar etti odayı ona. Bu sefer nefes alamamaya başladı. Az kaldı kusmak üzereydi. Termometrenin ibresi gibi korku yükseldi geldi son nokta olan tepesine kondu. Her hal çıldırıyordu.
Kendinden beklenmeyecek bir güç ile sıyrılıverdi hocanın bacaklarının arasından. Canhıraş bir feryat kopararak fırladı dış kapıya doğru. Dar attı kendini sokak kaldırımın kenarına.
Arkasından Kasım Hoca hala okuyup üflüyor bir taraftan da söyleniyordu.
_ İki cini çıkardım birisi kaldı.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
Şeytanın genel tarihi, Gerald Messadie..
Bu yazar araştırmacı ve ciddi bir yazar. İşlediği temalar günlük yaşama ve inançlar üzerine çok sıkı araştırmalardan oluşuyor. Papazların cin ve şeytan çıkarma konusunda hasta olan kişiyi döverek ve hırpalıyarak vücutlarında ki cinleri çıkarttıklarını kaynaklarıyla beraber yazmıştı.
Bilmiyorum Kuran-ı Kerim okuyor musunuz, cin süresi var. İslam akaid inancında da bu konuda bir çok açıklama var, böyle hassas bir konuda kurguya yakın bir dille bu olayları anlatmak yerine, belgeli ve kaynaklı anlatmış olsaydınız umarım daha faydalı olurdu.
Yazınızı okuyunca aklıma ilk gelen taraflı ve yargı ile yazılmış olmasaydı, araştırma gereği duymadan böyle bir yazıyı ele almanız bir çok yanlış anlaşılmalara yön verebilir...
Umarım bu konuda daha detaylı araştırma yapar ve tarafsız bir gözle konuyu ele alırsınız...
sevgiyle kalın...
SEVİLAY DİLBER
kuranı kerimde okuyorum....
öyküde ki kurgu gerçek hayattan alıntı.
yani yaşanılan bir olay.....
küçük çocuğun yaşadıkları ise tamamiyle psikolojik.
o çocuk şu an otuz dokuz yaşında......
hala ilaç kullanıyor.
belki zamanında aile bilinçli olabilseydi şimdi hayatı çok dah farklı olabilirdi.
ne yazık ki...
her şey gönlünüzce olsun.
sevgiler....
SEVİLAY DİLBER
saygılar....
Değerli si-orom,
Bizim memlekette bu hocalardan çok vardı.
Hala var zannedersem tek tük de olsa.
Bizim bir komşunun peteğindeki bal çalınmış g bir kaç sene önce.
Adam gitmiş Hemşin'li bir hoca'ya.
Hoca iki yumurta koymuş ateşe...
Yumurtalar ateşin etkisiyle şişmeye başlayınca adamın bir yerleri de şişecek demiş. komşu köye gelmiş.
Hoca'ya gittiğini söylemiş.
Bir kaç gün sonra bir komşusu elinde bir teneke bal çıkagelmiş.
"Aman ben ettim sen etme, ömldüm yürüyemiyorum ağrıdan" demiş.
Bir yerinde öykünün "şeytan" filminde zannettim kendimi.
Ben yine diyorum "Ben demiştim" diye .
Çok güzel öyküler,yazılar okuyacağız "si-orom"'un kaleminden.
Haklı olmanın gururunu yaşıyorum.
Saygı ile.