Ses
"Koygun ve uzak bir ses gelip de onu bulmadan önce, çok önce o da herkesler gibi yaşıyordu."
Bunca kalabalıklar arasında onca yalnız bir yürek!!! Şaşkınlık duyduğu yalnızlık iniltileriydi. Kimi görse, kimle iki kelime konuşacak olsa: Toprak gibi, taş gibi yoğun yalnızlık. Bir ses duysa; yüreği hop ederdi. Bir ses duydu: Hop etti yüreği. Bu defa bambaşka bir biçimde, sadece kulaklarında değil, hücrelerinde de duydu sesi. Telaşla eli uzandı hiçbir şeye. Sanki sesi tutmak istercesine, sanki sesin bir gölgesi vardı da o gölgeyi takip ediyordu gözleriyle. Fısıltılar çöktü kulaklarına. Binlercesi... Milyonlarcası... Aynı nüansta: karartı.
Öteki odalara koştu. Öteki pencerelere...
Kimdi bu? Bir dost mu? Onu düşünen herhangi biri mi? Yoksa kötü niyete meyilli yüzünü hiç görmediği, tasvirini yapamadığı, silueti belirginleşmemiş bir düşman mı?
Bu incecik, kemikli sesin kime ait olduğunu aramaya koyuldu. Tüm sorunların, açmazların, değillemelerin, tesadüflerin, bunca bilgiye rağmen onca bilinemeyenin kaynağına ulaştığını sandı. Ve onu her yerde aradı: Yatak altlarında, sokakların ücra köşelerinde, çekmecelerde, kutularda, parfüm kokularında, ağır isli tebessümlerde... Sesin bulunamayışının yarattığı hezayan tırnak gibi gırtlağına yapıştı. İşte o zaman kaçmaya çalıştıysa da başaramadı.