- 680 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ACAZELER
ACAZELER
Küçük bahçenin paslanmış demir kapısı, sarmaşık yaban güllerinin dikenli yeşil yapraklarıyla sarmalanmıştı. Kapıyı açtığında hafiften bir gıcırtı kulağına geldi. Bahçeye adımını atar atmaz; farklı bir atmosferin içinde yaşanılan, o tuhaf heyecanı hissetmeye başladı.
Bilirdi ki burası bir darülaceze.
Düşkünlerin, kimsesizlerin, sahipsizlerin, sabilerin evi…
Devlet ananın ta Osmanlı zamanında, merhamet ruhu ile inşa ettirdiği acezeler yuvası.
***
Akşam saatlerinde iş dönüşü evine giderken; otobüsün ön koltuğunda oturan iki adamın aralarında geçen konuşmayı duyduktan sonra pazar sabahı, soluğu burada almıştı.
Post bıyıklı herif yetmiş yaşındaki babasını, geçen ay Ok Meydanında ki bir darülacezeye yatırdığını anlatıyordu, yanındaki kel kafalı adama. Yaşlı babası felçliydi. Onun yüzünden sürekli kavga ediyordu, karısı Neriman’la. Ne tatları kalmıştı ne de tuzları.
Ruhsuz adam. Herhangi bir şeyden bahseder gibi anlatıyordu tüm bunları. Ayhan’ın sinirlerini zıplatırcasına… Az kaldı herifi arkasından sarsacaktı.
_ Hop birader bahsettiğin baban ulan! Yabancı değil! Diye bağırıp boğazını sıkmaya ramak kalmıştı.
Nihayetinde durağına geldi de olacakların önüne geçilmiş oldu böylece. Fesuphanallah diye söylenerek yokuş yukarı evinin yolunu tuttu.
***
Ayhan galiba biraz heyecanlandım diye düşündü. Sonrasında ise kendine kızar gibi oldu. Eşek kadar adam oldum. Yaş kırk bir. Kemale ermişiz. Ama bunca sene neden buraları ziyaret etmek aklımıza gelmemiş. Ne kadar ayıp… Kimse duymasın. Diye kendisine öfkelenirken, bahçenin orta yerine çoktan varmıştı. Belki de dün gece internet sayfasında, okuduğum yazı bunda etkili olmuştur diye düşündü. Ne diyordu usta gazeteci yazar.
Yolunu kaybetmiş her insanın içeriye buyur edilmesi mümkün olmamak ile birlikte, yuvaya sırtınızı vermek için bazı şartları da yerine getirme mecburiyetiniz vardır. Altmış beş yaş üstü olmak, İstanbul da an az beş yıl ikamet etmek, çocuklarınızın mahkeme kararı ile size bakamayacaklarını bildirmek zorunda olmaları gerek.
_ Pöf anasının nikâhı… Ulan birde bu eşşeoğlueşşekler mahkemeye mi veriyorlar, yaşlı ana babalarını utanmadan.
Diye söylenerek içeriye adımını attı.
Yalnızlığın, özlemlerin, hasretlerin, yaşanmış acıların ve devamında boş vermişliğin kol gezdiği acezeler evine.
***
Erzincanlı emekli öğretmen Hüsref Bey yetmiş iki yaşındaydı. Yılların yıpranmışlığından kendisine hediye olarak kalan, sadece masmavi gözleriydi. Muzip bir gülüşü vardı, her şeye rağmen çocuksu.
Ya, sen Hüsref amca dediğimde; derin bir iç çekişle beraber bir solukta anlatıverdi hikâyesini.
Ayhan, evladım tam tamına, otuz bir yıl muallimlik yaptım. O köy senin bu köy benim gezdim durdum. Talebeler yetiştirdim ben bu vatana. Hâkim, hekim, muallim... Nicelerini... Ömrümün yarısı okullarda geçti. Dört tane evlat yetiştirdim ardı sıra. Biri asker Şırnak’ta, diğeri Ankara’da hemşire, öbürüde burada İstanbul’da memur, üçüncüsü İsviçre’de... Her biri ayrı yerde… Dördü kız, beşi erkek torunlarım var. Kimi okur, kimi çalışır. Eh işte ne yapacaksın, fani dünya.
Saklamaya çalıştığı heyecanını titreyen dudaklarından anlıyordum. Nedense konuşurken gözlerini benden kaçırmasının nedeni, aklımdan geçen cümleler miydi diye düşündüm.
_ O vakit nerede Hüsref amca hepsi? Neden sen burada dört duvar arasındasın? Neden yalnızlığa mahkümsün? Kime zararın olabilir ki? Diye söylendim. Tabiî ki sessizce...
Sırtını sıvazladım. Ayağa kalkıp diğerlerin arasına karışırken Hüsref amca pencerenin önündeki çiçeklerin yapraklarına dokunuyordu. Şefkatle… Gözleri Erzincan’da ki bir köy okulunun bahçesinde gezinir gibiydi.
***
Düşkünler evinin beyaz renge boyalı koridorundan sağa doğru döndüm, mavi renge bayanmış kapıdan içeriye girdim.
Gayri ihtiyari… Sırayla dizilmiş yatakların birinde yatan yaşlı anneyle göz göze gelince içimin sancıdığını hissettim. Odada kendisinden başka hiç kimse yoktu. Yalnızlığını beton duvarlara çizmiş, resmettiklerini izlemekten yorgun düşmüş gözleri beni yanına çağırır gibiydi.
Zeynep anne altmış dokuz yaşında. Selanik göçmeni ve hatırlayamadığı zaman dilimi olarak tarif ettiği terime göre çoktandır buradaydı. Deli martın en soğuk günlerinden bir gece, oturduğu sandalyeden düşüp sol tarafına inme inince hayatı hem yatağa hem de aynı zamanda buraya mahkûm hale gelivermişti. Tek kızı olan Gülay kocası istemediği için Zeynep anneyi bu soğuk taş duvarlar arasında gözyaşları içerisinde bırakıp, bir daha gelmemek üzere kapıyı üzerine örtmüştü.
En çok küçük torunumu özlüyorum, onu hiç görmediğim halde diyor.
Kafamın içinde küfürlerin bini bin para. Sana da kocana da... Ulan bu nasıl dünya, ulan bu nasıl evlat…
Derisi yumuşamış elini avucumun içine alıp öpüyorum. Sadece bakışıyoruz. Ve böylece anlaşıyoruz. Konuşmaya ne hacet var ki. Ben oğlu olmayı teklif ediyorum. Zeynep anada kabul ediyor.
Sadece bu kadar... Bu kadar yalın ve temiz.
***
Darülcazede kimler yok ki. Sanki tüm dünya buraya toplanmış gibi.
Evlatları tarafından bakılmayıp, bir hediye paketi gibi buraya verilen yaşlı anne ve babalar. Bakıma muhtaç, kuru bir yatağa mahkûm kalmış insanlar.
Belki bir cami avlusunda veya bir binanın girişine kahpece bırakılan minicik bebekler.
Hiç kimsesi olmayan, aslında olup da yalnızlığa ve sokakların adaletine terk edilmiş, kimsesiz insanlar.
Kaderlerindeki ortak noktaları ile bu duvarlar arasında buluşmuş, tüm bıkkınlıkları ve boş vermişlikleriyle beraber soluk alıp veren varlıklar.
Tamamı yalnız. Tamamı yorgun.
Bakışlarının ardına atmış yaşanmışlıklarını ve üzerine bir kilit vurmuşlar. Hatırladıkça kanayan yüreklerini saracak bir dost eli tutmaya hasret gözlerimin içine doğru bakıyorlar.
Aç, susuz kalmışçasına.
Her birine gözlerimi veriyorum… Yumuşakça onları incitmeden… Her birine eşit dağıtıyorum sevgimi şefkatimi. Daha fazla üzülmesinler istiyorum. Ve bunu bütün kalbim ile diliyorum.
Sahte tebessümler kondurduğum dudaklarımı çıkışta rahat bırakıyorum gözlerim ile beraber.
Akıyorlar.
Umursamıyorum şimdi.
Canım yanıyor.
Hem de ne yanıyor.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
Ah evlatlar pek nankördürler...
Öyle şeylere şahit oldum ki etrafımda, artık evlattan hiç bir beklentim yok sağlıklarının dışında. Biz zaman sonra ben gereksiz bir şey olacağım onlar için. Yılanın kışı sıcacık geçirmesine yardımcı olan ince deri ömleğinden sıyrılıp uzaklaşması gibi terk edecekler beni...
Bunu bilmek için kahin olmaya gerek yok ki...
Yazınla çok şey düşündüm olan biten ve de kendi yaşlılığımla ilgili.
Üretken bir insansın. Maşallah...Ben çok beğendim. 10 puan...
Sevgilerimle.
SEVİLAY DİLBER
ama böyle düşünmeyin...
bakın ben kaç yaşıma geldim
ama anacığımı hala ayıramıyorum gözümün önünden....
şimdi ben ana o evladım oldu sanki.....
tüm sevgilerim size........
allahım kimseyi kimseye muhtaç etmesin........
Hüzünlüydü. Yaşlılık insanların en rahat etmesi gereken dönemken önce hücreler ölüyor sonra beden "yoruldum seni taşıyamıyorum artık" sinyalleri gönderiyor. Bir de etrafında birinci dereceden yakını gibi görünüp sonuncu yakın bile olamayanlar varsa yaşlılık daha da zor geçiyor. Yazınız çok düşündürücüydü. Usta kalem tebrik ederim. Sevgilerimi sunuyorum.
SEVİLAY DİLBER
bİLİYORMUSUNUZ NEREDE YAŞLI BİRİNİ GÖRSEM ANACIĞIM AKLIMA GELİR...
YÜREĞİM TİTRER......
O ŞİMDİ HAYATTA......
AMA.......
AMA YA TAKILINCA ......
BENDENDEN ÇOK SEVGİLER....
SEVİLAY DİLBER
sevgiyle beraber.....
her uğradığımda oralara
bir zamanlar ikbal sahibi olmuş
yüzlerce insanları yönetmiş
devletin her kademesinde hizmet etmiş
ama işin doğası gereği
yoksullar evinde
kurbanlık bir koyun gibi ölüm bekleyen geçmişin o kudretli insanlarına
ne çok üzülürüm...
ve kendini ihç yaşlanmayacak sanan onların yakınlarına öfkelenirim...
doğup büyüdüğüm yerlerde böyle şeyleri çok ayıplarlar
güzel bir yazı
gerçekçi ve duyarlı..
yüreğinize sağlık
SEVİLAY DİLBER
yüreğinize sağlık....
saygılar....
sevgiler.....
SEVİLAY DİLBER
şaka yaptım....
beni gururlandırıyorsunuz.....
söz şımarmayacağım.....
en derin saygılarım size.....
yüzü toprağa dönük çınarları aradım
şehrin muhtelif yerlerinde
alınlarında karakalem yazgısı
ölüm ve yalnızlıktı sayfaların arasında gezinen ruh
gün süzülüp gitti huzur evinin bahçesinden
göz bebeğinde asılı fotoğrafla
sustum şarkı söyleyemedim
evin kapısından dışarı taşmıştı hayat
.........
SEVİLAY DİLBER
katılımın için.........
ne güzel cümleler.......
yürekten dökülen......
Yüreğimde yağmur bulutları gezinip duruyor...
Okuduğum yazının her cümlesi ıslak ve ders verecek nitelikte...
Geçmişimizin güneşlerini geleceğe gece diye ekmek hem de yapayalnız ateşlerle...
Sevigmle ve tebriklerimle...
SEVİLAY DİLBER
umut ve sevgi dolu saatlere.....
sağolasın.
herşey gönlünce....