- 754 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SARSINTILAR
SARSINTILAR
Bu günden yarını görmek zordur. Faraziler, fanteziler hoştur ama sonucunda tahmin edilemeyecek akıbetleri ve riskleri de beraberinde getirirler. Ama devleti yönetenler bugünden yarını görmek zorundadırlar. Akıllı yatırımlar ve fikirler üretmek zorundadırlar. Organizelerde asla acele edilmemelidir. Yoksa torunları akıbetlerinin hasarlarını söküp yeniden yapmak zorunda kalırlar
Bir ülkede insanlar yoğun olarak en fazla nerede yaşıyorlarsa önce oraya hizmetler götürülmelidir, oranın düzeni korunmalı, bozulmamalıdır ve yeni, yeni güzellikler sağlanmalıdır. Başka taraflara akınları ve dağılmaları önlenmelidir. Eski dönemlerine baktığımızda ülkemiz insanının %80’inin köylerde, %20 sinin ise şehirlerde yaşadığını görmekteyiz. Köylerimize hizmet götürmediler, yok ettiler, bilhassa Doğuda ve Güneydoğu’da o güzellikleri bozdular, bozkıra çevirdiler. Artık o güzide köylere kimse sahip çıkmıyor. Çünkü hazır yemek daha kolay oluyor.
Devletimiz herkesi zenginleştirdi, hazıra alıştırdı, ama kendisi fakirleşti. Devalüasyonlar yapıldı. Devlet borç para alır duruma geldi. Faiz yükleri arttı. Köylerimize hiç sahip çıkılmadı, hizmet götürülmedi, kaderine terk edildi. Fabrikalar, yenilikler sadece şehir merkezlerine yapıldı. 1957 yılında Erzincan da evimizde şehir suyu ve elektriğimiz vardı. Ama 1990 lar da suyu ve elektriği olmayan köylerimiz vardı. Ne evlerinde buzdolabı nede sokaklarında bir ışık vardı. Neden o köylünün evine yoluna ışık götürülmedi, neden çoğu köyler 40 yıl sonra bir buzdolabına kavuşabildiler, gıptayla baktılar. Böyle bir ayırım yapmaya kimin hakkı var mıydı?
Devlet medeniyet uğruna yoğun bir şekilde bölümlerini, birimlerini artırdı, işleri organize ve düzene sokmak yerine, sanki insanlara para dağıtmak için tali genel müdürlükler, şubeler, bölüm içinde bölümler meydana getirdiler. Bu uğurda açılan birimler için ilkokul, ortaokul mezunu insanları devlet dairelerine almaya başladılar. Öyle ki bazen imtihana girecek insan bulamıyorlardı. Çünkü kimse sanatından, köyünden kopmak istemiyordu. Eğitimi düşük düzeyde ki insanlarla devlet memurluklarını yürütmeye çalıştılar. Bir kursa, bir eğitime tabi tutmadan göreve başlattılar. Bu insanların çoğu da bir havaya büründüler, sonradan görme gibi oldular. Vatandaşa iyi davranmadılar. Yaptıkları yanlışlıkları da kabul etmediler ve vatandaşa mal ettiler. Dolayısıyla kalitesiz hizmetler verildi, arazisi kıymet kaybeden, sahip çıkılmayan köylü vatandaş, şehirdeki güzellikleri, rahatlığı ve kolay para kazanmayı gördü, kendi güzelliklerini göz ardı ederek şehirlere koşuştular.
Bir ailenin 5 çocuğu varsa, ilk ve ortaokulu bitirenlerin hepsi de şehirde memur oldular. Kendisi de arazisini hayvanını sattı, ya bir işe girdi ya şehirde bir ev aldı ya da bir iş yeri açtı. Devlet, millet el ele vererek köylerimizi yok ettik. Şimdi herkes devletten iş bekliyor. Babalar son çare olarak çocuklarına bir dükkân açıyor, çoğu da yapamayıp iflas ediyor. Her yer dükkânlarla doldu. Dükkân sahibi kazanıyor, Bağ kur kazanır, muhasebeci kazanır, vergileri alınır ve etraf borçlu insanlarla dolu. Bir yerlere gelememiş insanlar, herkes bir yerden medet bekliyor. Artık kimse ayakları üzerinde durmak istemiyor. Gençler şehirlerde amelelik yapıyorlar, asgari ücretle çalışıyorlar. Gün geçtikçe sefalet, rezillik ve çaresizlik içinde yoldan sapan gençler.
Bir Avrupa ülkesine baktığımızda tarım ve hayvancılığı dolayısıyla köylerine o kadar önem vermişlerdir ki bütün hizmetler önce oralara gitmiş hatta bütün fabrikalarını köylerinde kurmuşlardır, şehirlere koşturmamışlar. Herkes bilir, Amerikan filmlerini, genellikle ormanların, köylerin ve hayvancılığın yoğun olduğu bölgelerde çekilmiştir. Yaşantıları insanı heveslendiriyor.
Köycülük yapıyoruz ama Hayvancılık olmadan tarım, tarım olmadan hayvancılık olmaz formülünden ayrıldık, Lakin bu da beraberinde külfetlerini yan etkilerini ortaya çıkardı. Öyle ya; fabrikada yem, gübre var. Ailece kimse gücünü ortaya koymuyor, sonrada maliyetini kurtarmıyor diye feryat ederler. Garip kalan köyler ve köylüler. Zira herkes çocuklarını kaybetti. Ananesini unuttu köyünü işini unuttu şehirlerde memurluk yapıyorlar. Amelelik yapıyorlar. 60 yaşın altında olup ta halen yaşamını köylerde sürdüren pek insan kalmadı. Sadece yaşlı ana babalar bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Devlet artık bu yükü de çekemiyor, bu birikim ve yükler yüzünden fabrikalar teşekküller özelleşiyor, şehirlere akın eden bu insanlar asgari ücretle baş başa kalıyor, çoğunluğu onu da bulamıyor. Derebeylikler, hırsızlıklar, uyuşturucu tacirleri, isyanlar, ahlaksızlıklar çekilmez hale geldi. Bunları önlemek ve güvenliği sağlamak için devletimiz her yıl binlerce güvenlik görevlileri yetiştirip atamalar yapılıyor. Ben isterdim ki ülkemde bir evin, bir işyerinin kapısı dahi açık kalsın hiçbir fert hırsızlık yapmasın para için adam öldürmesin, toklar açları kendi kaderine bırakmasın, onların varlıklarını, yardım severlik ve hoş görülerini hissetsinler. Muhabbetler bitmesin. Asalak ve yüz karası insanlar olmasın.
Bugün bakıyorum da sağlıkta yoğun bir şekilde özelleşmeler ve güzelleşmeler var, hatta aile doktorları için çalışmalar son aşamaya gelmiş. Ama neden bir köyde köylü gibi yaşayan ve ikamet eden aile veterinerleri aile ziraat teknisyenleri olmasın. Yetkili ve devamlı denetim yapan müfettişleri olmasın? Bakıyorum da ağaçlar tarlalar hızla yok ediliyor, şehirler köylerden her gün sınırlarını çalıyor, şehirler sınırlarını artırıyor. Arazi kazanmak uğruna, gece kondular uğruna ormanlar yakılıyor, tarlalar yok ediliyor, bina kazanmak uğruna şehirdeki bahçeli evler tek, tek yok ediliyor. Dengeleri bozdular, oksijen dengesini bozdular. Bir cismin bir tarafına fazla ağırlık verirseniz o kısım artık o ağırlığı çekemez ve kırılma noktasına gelir. Ona kaynakta atsanız tekrar kırılır. İşte büyük şehirlerimizi de kırılma noktalarına getirdiler.
Kurak bölgelerde kuruyarak çekilen göller gibi hayvancılıkta, ekili arazilerde neredeyse kuruma noktasına geldi. Her gün tırmanışa geçen et fiyat fiyatlarını izlemekteyiz. İnsanlara kendi değerlerini unutturdular, kaybettirdiler ve şimdi yüksek bir tahsili veya bir kariyeri dahi olmayan insanlar devletin, şirketlerin kapısında dilenci gibi bekliyorlar. Babam derdi ki ‘’Büyüklerimiz şöyle derdi (Gün gelecek ki insanlar şehirlere akın, akın göç edecekler, yine bir gün gelecek ki insanlar tekrar köylere akın edecekler ama artık köyü bulamayacaklar’’ Doğru söylemişler zira ne o araziler kaldı, nede köycülük yapacak becerileri olan insanlar kaldı.
Çareler tükendi mi? Hayır, hayır, bu gün ziraat mühendisleri, tekniker ve teknisyenlerimiz vardır. Diğer memurlar gibi onlarda şehirlerde, ilçelerde görevlerini yapıyorlar. Köylere devletin arabasıyla ya da vatandaşın arabasıyla gidiyorlar ve yolluklarını da alıyorlar. Çünkü onlar Devletin kravatlı beyefendileridir. Köylere ve yerleşim birimlerine öğretmenler, hocalar, jandarmalar gidiyor da neden bu vasıflı elemanlar şehirlerde bekletiliyor. Nasıl mı? Öğretmenin hocanın kalacak bir evi varsa, bu elamanlar içinde köylerde tarım arazilerinde çalışma büroları olmalı, küçük köyler birleştirilerek ziraat mühendisleri ve veterinerler başkanlığında teknikeri, teknisyenleri ve işçileriyle model kooperatifler kurulmalıdır. İşlerinin başlarına geçerek bilinçli bir şekilde tarım ve hayvancılık yapılmalı, pazarlamalarını yapmalı ve örnek köyler oluşturulmalıdır. Köylü malını asla pazara götürüp satmamalı ve sıkıntılar çekmemelidir. Eğer Amerikan tarım politikasını incelediyseniz, bir ziraat mühendisi ve ekibine hazineye ait arazi verilir, tohum, tarım alet ve makineleri teslim edilir, krediler verilir, ürettiğiyle işçilerini çalıştırır, vergilerini öder yük olmaktan çıkar kazançlı üreticiler haline gelir. Üretimini yap, işçini çalıştır, vergilerini öde kazancını temin et denir. Bugün Hollanda’da hayvancılık üzerine aynı şekilde çalışmaktadır.
Bu modellerde olduğu gibi, bizlerde böyle bilinçli kültürlü belgeli şirketleri devlet aracılığıyla devreye sokmalıyız. Bu sayede kalite artar, işsizlik azalır, devlete tüketim yükleri olmadığı gibi üretim ve kazançlarının artması içinde yenilikler ve pratik sistemler ortaya çıkacaktır. Daha da önemlisi insanlar bedenen çalışma güçlerini ortaya koyacaklarından, sıhhatli ve bilinçli güçler ortaya çıkacaktır. Bu kadar çok başkaldırmalar, asalaklar, isyanlar da ortaya çıkmayacaktır. Dolayısıyla güvenlik için bu kadar açıklar yaşanmayacaktır. Şehirlerde çırpınan insanlar köylerinde bütünleşmiş tesislerinde devlet desteğiyle korunmaya alınmalıdır.
Şayet şehirleri akınları önlemek istiyorsanız ve tekrar o büyük arazilerde yaşamak istiyorsanız; Devlet veya özel sektör olsun, yapacağınız her yeni fabrika, tesis veya kuruluşu en ücra köylere götürünüz ve kurunuz. O zaman ülke daha çok şenlenecek ve şehirlerde ki ağır yük ve basınçlar ortadan kalkacaktır. İnsanları yeniden o temiz havaya kavuşturunuz. Onun sahası çok geniştir, herkese yeter, köyler herkesi de mutlu eder. Asırlardır dünyaya sığan insanlar ne oldu da artık bir yere sığamıyorlar.
Şu anda devletimiz tarımı ve hayvancılığı teşvik amacıyla maddi desteklemeler ve krediler veriyor. Buda yanlış bir yaklaşımdır. Çünkü amaç dışına çıkan art niyetli insanları tespit etmek her zaman zordur. Ancak çok büyük arazi sahiplerine ya da birleştirilmiş entegre köylere ait kooperatifler aracılığıyla bu dağıtımlar yerinde hak sahiplerine verilmelidir.
Köyleri ve içinde yaşayanlarını yetim bırakmayalım. Köyleri küçültmeyelim. Köyler gençlerin hevesle ve istikbal gayesiyle gidecekleri ve yaşamak istedikleri ikamet yerleri olmalıdır. Her biri gıpta edilecek bir çatı altında toplanan bölgeler olmalıdır. Tarımıyla, pazarlamasıyla, nakliyesiyle fabrika gibi arı gibi çalışmalıdır. O engin güzellikleri bırakıp ta şehirlerde fakirleşmeyelim. Her türlü mahsulün yetiştiği ve iklime sahip olan Ülkem daha fazla Dünya pazarlarına açılmalıdır. Bu engelleri bir an önce aşmalı değerlerimizin kıymetini idrak etmeliyiz. Bir ülke tüketici konumdaki işe aldığı kitlelerle değil, Fiziki ve üretici konumdaki kitlelerin çokluğuyla övünmelidir.
2007
Mustafa CEYHUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.