- 887 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şiir Sanatı Üzerine Düşüncelerim-5
Şiir Sanatı Üzerine Düşüncelerim-5
Her insan uğraşı üstüne düşünür, bundan doğal birşey olamaz. Bilinenin dışına çıkmak için yeni düğümler, yeni ilmikler, yeni çözüm yolları arar. Bu bir yaratıcıysa, daha da kaçınılmaz olur bu. Nedeni de binlerce yolun içinden kendi yolunu kendi çizecektir. Bunun başka bir çıkar yolu yoktur. Üstelik, bunu ta baştan yapmak zorundadır. Orada gidip gelecektir çünkü, orasını ekip biçecek, böylece de: ’Ben bu dünyadan geçtim!’ diyecektir. Bir şairin, bir sanatçının bunu diyebilmesi için de, bu yolun gerçekten onun olması, üstüne tapulaması gerekir. Bunsuz bir şairin, sanatçının varlığı tartışılır.
Dahası, yoktur. Her şairin ölüm-kalım sorunu önce burada yatar Her şair gibi ben de işin başında kendi çizeceğim yolu düşündüm. Bunun için de çizgileri inceledim, taşları, kumu, çakılı nasıl karacağımı, onları nasıl dökeceğimi inceledim. Böylece kendi yolumu çizdim. Şiir öğretilmez, öğrenilmez: Bulunur. Böyle diyorum, çünkü her şair kendi tarlasını kendi kazar, oradan çıkardığı mahsül de başka kimseninkine benzemez. Toprağın birçok damarlarından yararlanarak kendi karışımını ortaya çıkarır. Şiirimde öyle sanıldığı gibi büyük değişikler yok gibi geliyor bana. Aslında, ’kuram’ bir şairin yazdığı, şiirlerinin koyduğu kurumda aranmalıdır. Ondan çıkarılmalıdır: Söylediklerinden, yazdıklarından değil. ’Ne kadar kuram varsa, o kadar şair vardır’ sözü de bu yüzden doğrudur. Her şair hayatına, şiirine baktığında çok değişik yollardan geçtiğini sanabilir ama, esasta bu yol tektir, ve de bu kendine çizdiği yoldan başka birşey değildir. Ben böyle düşünüyorum.
Şiir bir dil sorunsalıdır. Dili bulmadır. Dili bulmakta, yine onunla gide gele, yıkana, yoğrula, düşe kalka olur. Bir şiirin koyduğu değişik çizgiler öz ile biçimden çok yine ’şiir dili’ dediğimiz, her şairin dilinde kendini belli eder. Başlangıçta bu dilin girip çıkmadığı çukur, oyuk, yol, tepe yok gibidir. Yöresini araştırma, toprağını bulma çabasının ta kendisidir bu. Giderek, kendi seçmesini yapar dil. Ayrıkotlarını temizler, girip çıktığı çıkmaz sokakları bırakır, kokladığı, kazdığı su yollarını bir kıyıya iter, sonunda deltasına yerleşir, sınırını çizer, otağını kurar. Bir şairin şiir çizgisinin değişikliği dediğimiz bu dildir işte. Sizin benim şiir çizgimin değişiklikler gösterdiğini söylemesi de bundan başka bir şey değildir sanırım.
Öte yandan, her şairde açık-kapalı bunu görebiliriz. Bunu en iyi İkinci Yeni dediğimiz çıkışta görüyoruz, Türk şiir tarihi hiç kimsenin merakını çekmemiş bir topraktır. Ne irdelenmiş, ne de üstüne eğilinmiştir. Bakir bir toprak olduğu için de herkes üstüne birşeyler söylemiştir. Bende Atilla İlhan gibi düşünüyor İkinci Yeni’nin Türk şiirinde ayrı bir damar olduğu söylüyorum. Bunca zengin olan eski şiirimiz, Tanzimatla -onu izleyen bütün yenileşme çabaları da gözönünde bulundurulduğunda- Cumhuriyetle büyük çizgiler koyarak gelmiş değildir. Cumhuriyet şiiri, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet demektir. Topu topu üç çizgidir yani. Orhan Veli, ve arkadaşlarıyla bir dördüncü çizgi gündeme girmiştir. İyice bakılırsa İkinci Yeni’nin bir beşinci çizgi olduğu görülecektir. İkinci Yeni’nin koyduğu bu beşinci çizgidir. , İkinci Yeni, giderek kendi toprağını bulma yolundadır da. Ağababasının Ahmet Haşim olduğunu hergün daha bir anlamadadır. Köksüz değil aksine bana göre sağlam bir kökü vardır.. “Şiirimizi ’teşrih masasına’ yatırma, onu havalandırmadır bu. Bugün Nâzım Hikmet şiiri değişik biçimde de olsa-bir alt gelenek olarak vardır. Sürdürülmektedir. Bu aşılmış değildir. Onun yörüngesinde dönmektedir. Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet şiiri, böyle bir gelenek koymamıştır. Ama bir ara yol olarak açıktır.
İkinci Yeni’ye gelince, elbet o da baştaki gibi kalmamış, değişmiştir, ama bir çizgidir o şiirimizde. Giderek alanını daha da genişletmektedir. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalı. Nâzım Hikmet’in koyduğu şiirle hesaplaşa, çarpışa, yeni sularla yıkanarak, yeni boyutlar edinerek sürüyor. İkinci Yeni’nin bir akım olduğunu söylemeye herkes korkuyor. Akım ne sanılıyor? Bir ulusun şiirini ’allakbullak edip, yalnız onun egemen olması mı? Dünya şiir tarihinde böyle bir şey yoktur. Akım, bir ulusun şiirinde yeni bir çizgi demektir. Bazı şairlerin bir çağa parmak kaldırmasıdır. Değişkenlik gösteren şiirlerinizin ana çizgisini saptayabilir misiniz?” Ben şiirimi değiştirecek büyük yaşamalar, büyük inişler çıkışlar yaşamadım Şiirle gittim geldim ben.. Onunla dövüştüm, yattım kalktım. Bir değişiklik varsa, bu şiirimle olan mücadelemin değişikliğidir bu.
Şiirimin ana çizgisini saptamak benim işim değil ama şiirimin ana çizgisi aranılacaksa, dilde, dili kullanışımda aranmalıdır. Özün bende baştan beri pek değiştiği kanısında değilim. Öz gibi, biçim değişikliklerine de uğramamıştır şiirim. Değişik gibi görünen biçimler, özler dilden gelmektedir, dilin kullanış biçiminden diye düşünüyorum. Ben bir dil simyacısıyım. Tek gerecim o. Bazen anlaşılamadığımı düşünüyorum. Çağların diliyle yıkanmak isterim. Benim dil anlayışım böyle bir gelenek kurar. Böylece bu elimdeki dille ikiden çok elle yazarım. Şiirimin değişik çizgiler koyması bundandır, dilin kullanılış biçiminden gelir. Elbette yaşamımdaki acıları, sevinçleri, bir yana attığımı, onların bir öz-biçim alışverişini oluşturmadığını söyleyecek değilim.
Yaşamışlıklarım, eksik kalmışlıklarım bazen kendimden kaçışlarım ve hep şiire sığınışlarım öz ve biçimi oluşturmaktadır. Ama egemenlik hep dildedir, yansırsa oradan yansır bu. Konular, özler pek değişmez bende. Yıllardır seviler, kent yaşamları, doğa, insan görüleri olmuştur konularım. Değişkenlik hep dili kullanışımdan, kimi onun üstüne üstüne yürüyüşümden, kimi uyumumdan, kimi onu silmek istememden gelmiştir. Tek düze tek dil kullanmak aynı biçimde ifade etmek sıkar beni. Bu yüzden sık sık el değiştiririm. Dilin sıfır noktasına dönerim her şiirimde başka sinyaller yaymaya çalışırım. Ama sinyalin merkezi hep benimdir, benim kullandığım dildir.
Her şeyden bir şiir çıkarabilmeliyim ama önce belirlediğim temayı ve anlatacağım şeyi iyi araştırmalıyım. Otu anlatacaksan şifalı bitkiler kitabını yutmalısın, o otun yetiştiği ortamı, toprakları bilmelisin. Yetiştiği toprakta kendi cinsinden olan dostlarını düşmanlarını bilmelisin. Yani papatya neden kırlarda açar? Rüzgarla ve özgürlükle olan bağlantısı nedir? Yaşamını hangi rakımda sürdürür? Dostları hangi bitkilerdir. Örneğin geven ile papatya aynı ortamda yaşar mı? Bunların dilini bulacaksınız. Dili bulunca bir yılda tamamlandı bu. Papatya gide gele, onlarla yata kalka başlayan bu serüveniniz; ancak dili bulduğunuzda tamamlanacaktır. Bir münacatı, bir duayı işleyecekseniz Yaratıcıya el açan Yunus’un, Mevlana’nın münacatlarını hangi olgunluk içinde yaptıklarını bilmelisiniz. İstemenin, huzura çıkmanın adabını bileceksiniz. Şiirinizi yazarken öyle bir yere geleceksiniz ki, nesnel bir algı, imge koymayan hiçbir sözcük sizi ilgilendirmez olacak. Papatyanın bu serüvenini bilen okuyucunun şiirinize bakışı ve anlayışıyla bilmeyeninki de aynı olmayacaktır. Türk şiirinin geleneğinden yararlanıyor muyuz? Büyük bir şiir olan eski şiirimiz, Fransız, İngiliz, Alman şiiri gibi bir gelenek koymaz. Ben geleneği dile çok bağlı diye düşünürüm. Tarihi, ekini, düşünü bir yana atmam ama, onları da dilin içinde düşündüğüm için bizim bir Fransız, Alman, İngiliz şiiri gibi bir geleneğimiz yoktur.
Biz hâlâ elimizdeki gereci (dili) yoğurmakla, onu kurmakla cebelleşiyoruz. Gelenekten dili anlıyorum. Aslında biz kendi geleneğimizi kendi kuran o yıldızlar kümeleriyiz. Bizim göğümüz boş. Bir Ahmet Haşim, bir Yahya Kemal, bir Nâzım Hikmet geleneğimizi taşımamızda yardımcı olabilir. Eski şiirimizdeki sesleri, temaları, renkleri günümüze farklı bir biçimde taşıyabiliriz. Böylelikle dilde taşınmış olur. Onların bir çizgileri vardır çünkü. Oraları kazmalıyız derim, oralardan çıkaracağımızla yetinelim demiyorum elbet; ama ben önümüzde onları ve daha nicelerini görebiliriz diyorum.
Bekir Kale Ahıskalı
Eylül 2007
Şiir Sanatı Üzerine Düşüncelerim-5 SON
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.