KEKLİĞİN BEDDUASI
Yağmurlu bir havaydı. Ankara’nın kırkikindilerinin doruk noktasına ulaştığı bir zamandı. Sabahın erken saatinde arkalarında bıraktıkları küçük ayak izleriyle iki çocuk mantar toplamaya gidiyordu. İkisi de toplayacakları mantarların hayalini kuruyorlardı. Bu yüzden birbirleriyle hiç konuşmuyorlar yalınızca arada bir hayallerinin arasındaki küçük detayları paylaşıyorlardı.
Serhat simsiyah iri gözleriyle dağı kolaçan ediyor, nerede daha çok mantar bulunabileceğini hesaplıyordu kafasında. Fırat’ a göre daha çok tecrübeliydi. İki amca çocuğuydular ama biri türküler söyleyerek aradı mantarı diğeri yerden ayırmazdı gözünü.
Bir süre sonra Serhat;
-kavak deresine gidelim. Orada çok mantar var dedi.
Ferhat;
- he ya olmaz mı mantar var da olum orda çok yılan var korkarım ben.
Serhat dalga geçer bir ifadeyle gülerek;
-ya sen ne korkak adamsın, korkma ben varım dedi. Hem bir kere yağmur yağıyor varsa da saklanmıştır bir yere dedi.
Korkaklık kelimesi Fırat’ a dokunduğundan olsa gerek;
-hadi gidelim bakalım beyefendi eğer yılan çıkarsa görürsün dedi.
Yaşı küçük umutları büyük iki çocuk iki yüksek dağın arasında kalan kavak deresine doğru yöneldiler. Kavak deresi Ankara Keçiören’ e bağlı Bağlum beldesinde bir mevkiinin adıydı. Çalılıklarla kaplı, ürkütücü bir manzarası vardı. Bilmeyen asla cesaret edip te giremezdi buraya. Ama çocuklar daha önce defalarca geldikleri bu yere evlerine girermişçesine hızla sokuldular. Çalıların arasında bir eğilip bir kalkarak ilerlediler.
Serhat mantar bulmanın heyecanıyla bir çalının dibinden diğerine sıçrayarak;
-aha mantar! Diye bağırarak her seferinde bıçağıyla mantarı kökünden ayırıyor kurtlu olup olmadığına bakıyor, eğer kurtluysa şansına kızıp atıyor değilse torbasına atıyordu. Yalnız o kadar keyif alıyordu ki bu durumdan her mantar bulduğunda bağırıyor gözleri parlıyordu.
Fırat ise mantar aramaktan ziyade türküler söylemekle meşguldü. Kendi kendine uydurduğu bestelerle sözlerle türküler söylüyor serhat her bağırdığında;
-şuna bak ya yine buldu arkadaş. Diyordu. Serhat;
-Leyla Leyla dolanacağına sende ara bulursun diyordu.
Fırat türküye devam ediyordu.
-Kara gözlüm benzer gönlüme
Acın yaş olur sızar içime
Bugün yine geldin düşüme
Ben üşürüm yeter ki sen üşüme.
Birden Ferhat’ın gözleri büyüdü, yuvasından fırlayacak gibi oldu. Ayağının altından kayıp giden uzun yılana bakakaldı.
- Sero!!! Yılan!!! Diye bağırdı.
Yılan sesin yüksekliğinden panikledi. Serhat’ın ayağının üstünden geçti, gitti. Çocuklar birbirlerine kahramanlık gösterisi yaparcasına yılanın peşinden gittiler. Ellerindeki taşları birbirinin ardı sıra fırlatmaya başladılar. Yılanın kaçıp gittiğine emin olduktan sonra birbirlerinin gözünün içine baktılar. Başkalarına anlatacak olmanın heyecanıyla konuşmaya başladılar.
Ferhat;
- Ula en az 2 metre vardı. Diye atıldı söze.
Serhat daha bir abartarak;
- Ne 2 metresi ula en az 3 metre vardı.Senin yanından taa benim ayağımın üstüne kadar geliyordu. Diyerek adımlarıyla da ölçtü.
Ferhat;
- Di get ula! dedi. Sende amma salladın. O kadar da uzun boylu değil. Gülüştüler bu cümlenin son kelimesine.
Buradan hemen gitmeleri gerektiğine inanmış bir tavırla karşı ki tepeye baktılar. İkisi de korkmuştu ama birbirlerine belli etmemeye çalışıyorlardı.Tepenin neresinden gideceklerine karar verdikten sonra Meşe ağaçlarıyla kaplı tepeye tırmanmaya başladılar. Bu tepe hem yüksekti hem de meşe ağaçları o kadar yoğundu ki yol vermiyordu. Tırmanırken aynı anda mantar da arıyorlardı.Ayrıldılar iki yana doğru açıldılar. Bir saate yakın mantar aradıktan sonra tepenin zirvesine yakın karşılaştılar. Serhat torbasını hemen hemen doldurmuştu. Ferhat ise ancak torbanın dörtte birini doldurabilmişti. Serhat küçümser bir edayla;
-ulaa!!! Bu ne sabahtan beri bu kadar mı topladın? Dedi.
Ferhat altında kalmadı lafın;
- Oğlum sen belleklere gittin. Mehmet Abin söylemiş hepsinin sana yerini. Serhat;
- Ula çekil!!! Yeşilistan deyip kertenkeleden hafif iri yemyeşil sürünen olan Yeşilistan a taş attı.ikisi de panikledi. Yeşilistan’ın insanın gözlerini yuvasından çıkardığını sanıyorlardı. Taşlarla Yeşilistan’ı kovalamaya başladılar.
Yeşilistan’ ı kovalarken bir alalı keklikle karşılaştı. Hemen bağırdı;
- Sero! Keklik buldum. Keklik buldum.
Serhat bir koşuda geldi Ferhat’ın yanına. Ferhat Üzüntüyle;
-Kaçtı keklik gitti dedi.
Serhat heyecanla;
-Ne tarafa gitti diye sordu.
Ferhat kekliğin kaçtığı tarafı gösterdi eliyle. Serhat kekliğin peşinden koştu. Ferhat ise bu arada kekliğin çıktığı yere doğru dikkatlice baktı. Bir beyazlık görünce iyice yanaştı. Kekliğin yumurtalarıyla karşılaştı. Heyecanla bağırdı.
- Sero ! gel kekliğin yumurtaları var burdaa.
Serhat kekliği ararken yumurta sözünü duyunca gerisin geri koşmaya başladı. Yumurtaları eline aldı kulağına yanaştırıp salladı.
- Bunların içinde yavru var dedi. Abimin kekliklerinin altına koyarız çıkar yumurtadan dedi.
Ferhat;
- Onları almamız günah olmaz mı. Gözümüz kör olur bak. Dedi.
Serhat;
- Sen almıyorsan ben alırım. Yavrular büyüyünce de sana vermem dedi.
Ferhat;
- Yok ya ben bulayım sen al öyle mi? Yok arkadaş bunlar benim. Dedi.
Serhat kafasında yeni bir plan tasarladı.
-Tamam götürürüz.15 tane yumurta var . 2 tanesini de bana verirsin. Tamam mı? Diye sordu.
Ferhat çaresiz kabul etti. İki kafadar mantar torbalarını aldı, yumurtaları da torbalarına koyup evin yolunu tuttular. Yolda türküler söylüyorlardı. Bir aracın yanarlından geçerken durduğunu fark edince sustular. Aracın şoförü aracın camını açarak;
- Çocuklar mantar mı topladınız. Diye sordu. Çocuklar bir yabancın sorusuyla karşılaştıklarından ürkekçe kafalarını evet manasında salladılar.
- Mantarlarınızı satmaz mısınız bana? Dedi.
- He abi satarız dedi. Serhat.
Adam torbayı istedi şöyle bir göz gezdirdi.
- Bunlar ne yumurtası? dedi.
Serhat hemen atıldı.
- onlar güvercin yumurtası ilaç için kullanıyoruz. Anneme götüreceğim. Dedi.
Adam;
-mantarlar zehirli değildir değil mi? Diye sordu. Serhat;
-Yok abi zehirli değil. Deyip tarife başladı.
- Zehirli mantarın sapı ince olur, Gövdesi kalın değildir. Dedi.
Adam inanmış bir tavırla;
- Kaç para istiyorsunuz bunlara. Dedi.
Serhat;
- Hepsine 500 bin lira ver yeter dedi. 500 bin lira iki kola parası ancak vardı. En az üç milyon edecek mantarı beş yüz bin lirayı almanın mutluluğuyla, memnun bir ifadeyle ayrıldı oradan adam.
Aradan 10-15 gün geçti. Yavrular yumurtadan çıktı. Serhat’ın abisi Ferhat’a yavruları vermedi. Ve birkaç gün sonra yavrular sırasıyla öldüler. Ferhat, bu yavruların annesi olan alalı kekliğin bedduasının yıllarca peşinde gezip te canından çok sevdiği adını gül koyduğu sevdiğine kavuşmasına engel olacağını bilmeden vicdan azabı duydu. Ve o beddua onu buldu. Acı çekmek ne demektir. Bunu yıllar sonra apansız elinden kayan mutluluğu hissettiğinde öğrenci evinde gecenin bir yarısı bu olay aklına geldiğinde anladı.
YORUMLAR
güzel bir öykü...
güzel de anlatılmış..
ama nedense mantarın hikayesi gibi kaldı aklımda. alalı kekliğe biraz daha yer verip ona dair bir efsane de anlatılabilinirdi. o şekliyle etkisi daha iyi vurgulanabilirdi finalin.
ama yine de severek okudum...
saygımla