Kızıl Saçlı Kız
Yirmi ikisindeydi Yusuf. İstanbul’a geleli üç ay olmuştu. O yaşına kadar askerlik dışında köyden dışarıya adımını atmamıştı. Köy kahvesinde bir köşeye ilişip dinlediği gurbet hikâyeleri kadar biliyordu bu şehri. Bir inşaatta demirci olarak çalışmaya başlamıştı. İlk zamanlar çok sessizdi. Neyse ki insan her şeye alışıyordu. Sonraları aynı inşaatta Samim ve Halit’i tanımıştı. Bu üç delikanlının tek dertleri ailelerine biraz olsun yardımcı olabilmekti. İnşaatın ikinci katındaydı döşekleri. Haftada bir mektup yazar aynı gün postaya verirlerdi. Temiz kalpleri, saf yüreklerinin kirlenmesine daha çok vardı. Metropol insanlarının arasında kolayca fark ediliyorlardı.
Pazar günleri hafta tatili olduğundan inşaatta iş olmazdı. Yusuf ilk kez dışarıya çıkmıştı o hafta. Üzerinde, ilk alındığında ne renk olduğu tahmin edilemeyen soluk gri pantolonu, beyaz kareli gömleği ve sahibine birkaç numara büyükmüş hissi veren beyaz spor ayakkabıları vardı. Üç delikanlı birbirinin aynı gibi giyinmişti.
Çarşıda gezerken zarf ve kâğıt almak için girdikleri dükkânda görmüştü kızıl saçlı kızı. Orada, Yusuf’un birkaç metre önündeydi. Bir müşterisi ile ilgileniyordu. Yusuf, o an sesleri duymaz olmuştu. Eli ayağı birbirine dolanmış, önünde bulunan reyona çarpmıştı. Sonra utancından yüzü kıp kırmızı kesilmişti. Üç kafadar apar topar dükkandan çıkmış, biraz dolaştıktan sonra akşama doğru inşaata dönmüşlerdi.
Her zaman ki gibi inşaatta yenilen yemekten sonra bir sigara yaktı Yusuf. Sonra bir üst kata çıkıp balkonda oturdu. Sırtını sıvası yapılmamış tuğlalara dayadı. Gökyüzüne baktı. Karşısında biri varmış gibi ‘Yıldızlar ne kadar parlak, ne kadar çokmuş,’ diye mırıldandı. Oysaki daha önce hiç dikkat etmemişti. Kızıl saçlı kızı düşündü. Gözlerini kapatıp yüzünü hatırladı. Derin bir nefes çekti. Karar verdi. Onu tekrar görmeliydi.
Ertesi akşam iş biter bitmez çarşının yolunu tuttu. Üzerinde aynı kıyafetleri vardı. Zaten iş kıyafetleri dışında başkada giyeceği yoktu. Dükkanın önüne geldiğinde kalbi hızla çarpıyordu. Öyle ki sanki dışarıdan duyulabilecek gibiydi. Şimdi içeriye girse, ona bir merhaba dese, ben Yusuf dese, kızar mıydı acaba? ‘Kızıl saçlı kız, dur adını söyleme! Bozmayalım büyüyü. Dün gece rüyamda seni gördüm. Bir yere yetişiyor gibiydin. Arkandan geliyordum. Gülümsüyordun sırtını dönüp. Saçlarını savuruyordun. Sonra el sallıyordun.’
Yusuf, on beş dakikadır daldığı hülyasından uyandığı an, dükkanın camında asılı afişi fark etmişti. ‘10 Mart Uçurtma Festivali. Uçurtması olan herkes davetlidir,’ yazıyordu. Festival haftaya pazara denk geliyordu.
Yusuf, koşarak inşaata dönmüş, kan ter içinde kalmıştı. Onu gören Samim ve Halit tam ne olduğunu soracakken, ‘Pazar gününe kadar bir uçurtma yapmamız lazım,’ demişti.
Üç kafadar o akşam bir kez daha çarşıya gidip uçurtma malzemesi aldı. Akşam oturup uçurtmayı yaptılar. Ve aynı gece uçup uçmadığını denediler. Gece uçurtma uçuran ilk insanlar olarak tarihe geçmiş olabilirlerdi. Birkaç denemeden ve iplerde ufak oynamalardan sonra uçurtma gayet iyi durumdaydı. Yusuf, yaptıkları uçurtmayı döşeğinin hemen yanına koymuştu. Ona baktıkça kızıl saçlı kızı görür gibi oluyordu. Günlerden salıydı. Pazara daha çok vardı.
**
Güneşli, hafif rüzgarlı bir bahar günüydü. Doğa, kışın ardından yeniden uyanıyordu. İnsanlar mutluluk hormonu salgılıyordu. Üç kafadar festival yerine çoktan gelmişlerdi. Herkes uçurtmasını havalandırıyordu. Hep birlikte etraflarına bakındılar ama onu göremediler. Biraz sonra Yusuf onu görmüştü. Elinde uçurtması ile oradaydı. Yanında küçük bir kız vardı. Samim ile Halit’in zoruyla kendini onun yanında bulmuştu.
-Merhaba, ben Yusuf.
-Merhaba hoş geldiniz, ben Zeynep buda kızım Ela. Kızım merhaba de abiye. İyi eğlenceler size.
Elinde uçurtması sırtını dönüp diğerlerinin yanına dönerken yüzü yine kızarmıştı. Meraklı bakışlarının karşısında, ‘Kızıl saçlı kız, evliymiş,’ diyebilmişti.
O gün onlarca uçurtmanın arasında üç kafadarın yaptıkları uçurtma en tepeye çıkmıştı.
Ocak 2011
Mehmet Koçal
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.