- 1042 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
ŞİİRİN COĞRAFYASI
Coğrafya deyince, benim aklıma olabildiğince, ulaşabildiğimiz hayal iklimi gelir. Bazen hudutlarıni bile tespitte zorlandığım bir hayal iklimi...Oysa insan, birşeyi kullanmak için daha çok kuşatmak ister, kuşatmak isteği bir sınırlandırmayı getirir. Bu anlamda aklımıza danıştığımızda, her şeyin bir sınırı ve şekli olması gerekliliğine inanırız. Şiirse, ruhumuzun düğümsüz yanından çıkması nedeniyle, kendisine peşin olarak bir hudut-sınır tayin edilmesinden hoşlanmaz. Şair bu anlamda şiirin isteğine uymak zorundadır ve ya zorunda mıdır? Sanırım ben birincisinden yanayım biraz.
Tarihsellik içerisinde şiire baktığımızda; iç alemimize ait coğrafyanın ki, bu bir hayal coğrafyasıdır. Dışımızda varolan gerçek coğrafyadan daha geniştir. Buradan hareketle, şiir daha çok içimize ait bişeydir demekte mümkün. Tamamen diyemiyoruz çünki, sırf gerçek coğrafyayla hayal dünyasını besleyen şairlerin varolduğunu biliyoruz. Karacaoğlan bir şairse, bu anlamda iyi bir örnek saymamız mümkün. O bir kentin sokaklarını yayan olarak gezen biri gibi coğrafyada gezer ve algılamalarını hayalleriyle besleyerek şiire dönüştürür. Karacapğlan’da, Dadaloğlu’nda, hem tabiyat, hem kişiler birer gerçekliktir. Onlar sadece kendi hayallerini bu müşahhas şeylere sızdırarak şiirlerini varederler...
Çoğunluğu oluşturan ve coğrafyalarının büyük bir bölümünü iç dünyalarının ve hayallerinin kuşattığı iklimde gezinenler, bunlar kesif olarak yalnızca hayal ederler ve müşahhas coğrafla ve varlıkları, hayallerini belirgin hale getirmek için bir tür malzeme gibi kullanırlar. Birincilerde ayağımız taşalara, saçlarımız dallara takılırken, ikincilerde daha çok boşlukta ve sonsuzlukta bir tür rüzgarla konuşuruz...
Bu değerlendirmemin gölgesinde ben, daha çok müşahhas bir coğrafyadan geliyorum. Yani kentli biri değilim. Hayallerimde bir kentlinin hayalleri değil. Belki sanayi devriminden önce gelseydim, sırf Karacaoğlan şiirleri yazacaktım eğer yazdıklarım şiirse. Oysa hayat hızla kentleşiyor. Bizim kent şiirimiz henüz oluşmadı. Bilinir ki kültürel değişmeler, kesin zaman tayin edilmese de reel gelişmelerden biraz daha geç tekamül ederler. Hayat bu denli değişmesine rağmen, artık ülkemizde bile kentli nüfus yüzde seksenlere dayandığı bir düzlemde, halen Kerem-Aslı, Leyla-Mecnun şiirleri yazmamız bize neyi anlatmak istemektedir ? Bizim, bize ait iç dilimiz mi yok, yoksa yalnızca bir taklitimi yaşıyoruz ? Modern kent dünyasıyla, şiir nerede ve ne zaman buluşacak ? Yoksa kent ve modernite, bizi reel dünyadan daha çok koparıp, tamamen bir hayal coğrafyasına mı hapsedecek. Hayallerimiz genişledikçe biz küçülerek kayıp mı olacağız ?
Dünya-Ahret, Fizik-metafizik, dış dünya ve içimiz? Sahi sizin hayal coğrafyanız nerede başlıyor ve nerede bitiyor ? Merak ettim...
YORUMLAR
'Şair duygu demek....Bilnç altımızdaki her şey açığa çıktı mı zaman da mekan da eş...' Birkaç dakika önce şiirinize böyle bir yorum yaptıktan sonra , hazır vakit varken düzyazılarınızı da okuyayım istedim. Şiirinizin altına yaptığım yorum yazınızla ilgili düşüncelerimi ortaya koymuş. Elbette katılıyorum.
Ancak ben çeşitlilikten yanayım. İnsanın o anki psikolojisiyle birlikte gelişen bir içtenlik durumu var.Bu duygu da düşünce de olabilir. Bazen bilinçaltımız bazen de üst belleğimiz egemendir bize. Önemli olan zorlamadan anı ve yaşadıklarımızı yakalayabilmek...İçtenlik de bu olsa gerek...
Çok kutluyorum duyan , düşünen yazınızı.çok saygım selamlarımla....
Birincilerde ayağımız taşalara, saçlarımız dallara takılırken, ikincilerde daha çok boşlukta ve sonsuzlukta bir tür rüzgarla konuşuruz...
Bu bölümde kendimi gördüm...Demekki şiir yazarken veya herhangi bir karalamada benim hissettiğimi herkes hissediyormuş dedim...
Yüreğinize sağlık sizin yazılarınızı okumak benim için büyük ayrıcalık..
Saygı ve selam ile...