- 597 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
sevi
Soğuktu gece ve üşümekteydi. Pardösüsünün yakalarını kaldırmış, esen sert rüzgârdan korunmaya çalışıyordu. Elleri ceplerinde, tüm inatçılığı ile soğukla mücadele etmekteydi. Hava o kadar soğuktu ki, kar taneleri süzülerek inmekteydiler yere. Günün büyük bir bölümünü yürüyerek geçirmişti ve artık yorgun hissediyordu kendisini. Önünden geçmekte olduğu banklardan bir tanesine ilişti gözü. Biraz oturup dinlenebileceğine karar verdi. Düşünmeden usulcana oturuverdi bankın üzerine. Ama bank soğuktu. Yinede kalkmadı ve biraz sonra alışmaya başladı bankın soğukluğuna. Kalbinde öyle bir ateş yanıyordu ki, üşümesini engelliyordu. Adı da aşktı bu yangının. Fena halde âşık olmuştu, âşık olduğu onun en samimi arkadaşlarından bir tanesiydi ve o da bir başkasına âşık idi. Değerleri ile kalbi arasına sıkışıp kalmıştı. Bunu o kıza söyleyemezdi. Yoksa onu tamamen kaybedebilirdi. Böyle bir şeyi göze alamazdı. Yine de; fena halde de âşıktı. Aklından hiç çıkmıyor, sürekli gözlerinin önünde duruyordu.
Oturmuş olduğu bank yavaştan ısınmaya başlamıştı. Etraf giderek beyaza bürünmekteydi. Ellerini ceplerinden çıkardı, dirseklerini dizlerinin ucuna dayadı ve yavaşça derinlere doğru dalmaya başladı. Her ilerleyişinde sorular beynin en ücra köşelerinden kopup kulaklarında yankılanıyordu. Kendisini kendi önünde yargılıyordu her bir soruyla. Bir yanda yüreği davacı beri yandan da değerleri savunmacıydı.
- O’nu çok mu seviyorum?
- Hem de nasıl, anlatamam.
- Tanrından da mı çok?
- Evet, maalesef tanrıdan da çok seviyordu. Hal bu ki tanrısına sıkı sıkı bağlıydı. Sürekli onun önünde vereceği hesaptan korkarak yaşamıştı.
- Bana adını söyleyebilir misin?
- Adı aşk. Tıpkı kendisi gibi aşktı.
Kafasını önüne eğdi ve dişlerini sımsıkı kapadı. Acı çekiyordu ve çektiği acı yüzünün her noktasından belli oluyordu. Gözleri yaşarmaya başladı. Ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Daha da fazla dayanamadı. İlk damla gözünün kenarından çıkıp usulcana kayı verdi yanağından ve onu bir biri ardına takip eden diğer gözyaşları. Bağırmak istiyordu. Var gücü ile derin bir nefes çekip, göğsünü yırtarcasına bağırmak istiyordu. Öyle bir bağırmalıydı ki, uyuyan herkes, yataklarından kalkmalıydı. Her yer sallanmalıydı. Derin depremler olmalıydı yeryüzünde. Her kes anlamalıydı onun nasıl acı çektiğini. Bağırmak istedi. Fakat; sesi çıkmıyordu. Çenesi sımsıkı kenetlenmiş, açılmıyordu.
Saat sabahın üçüydü. Her taraf bembeyazdı. Çatılar, bahçeler, sokaklar… Kar içindeydi bütün şehir. Yinede yüreğinin derinlerinden gelen bir ateş yakıp kavurmaktaydı koca bedenini. Hal bu ki yemini vardı sevmeler üzerine. Bir daha sevmeyeceğine dair yemin etmişti. Ne acı çektiyse hep yüreği yüzünden çekmişti ve şimdide o minicik yüreğini göğsünün derinlerden söküp almak istiyordu. Artık kimseyi sevmek istemiyordu. Sadece bir beton gibi yaşayıp, kocaman bir hiç olarak ölmek istiyordu. Daha fazla tutamadı kendini ve sorgulamaya başladı tanrısını: ‘ Neden? Neden ben? Niye hep ben? Neden bana hep acı veriyorsun? Niye beni hep üzüyorsun? Ben sana sığındıkça sen beni mahvediyorsun yüce tanrı. Bak, işte canım yanıyor. Bak ben acı çekiyorum. Yüreğim artık acıya dayanamıyor. Artık yaşamak istiyorum ey tanrı. Neden yanımda yoksun? Neden bana yardım etmiyordun hı? Madem beni sen yarattı isen neden şimdi yalnız bırakıyorsun? Sen benden ne istiyordun hı? Hadi, söylesene, ne istiyorsun lan benden? Ne istiyorsun?’ Sesi titremekteydi. Bir cevabı olmalıydı elbet tüm sorularının ama cevaplarını bulabilecek olan yoktu maalesef. Dili de yoktu ki tanrının cevap verebilsin. Hayatı boyunca hep acı çekmiş, yıpranmıştı. Gülmek istediği her dakikada ağlamıştı. Kurulu bir düzen şeklinde devam ediyordu acıları. Uzun süreden beridir konuşmaz olmuştu. Sadece susuyordu. Ne zaman gülümsemeye başlasa her seferinde onu ağlatacak bir şeyler oluyordu. Artık dayanamıyordu. Fena halde canı yanmaya başlamıştı. Sesi gecenin zifiri karanlığı içerisinde kaybolmaktaydı.
Derin düşünceler ve de karşılıksız sorular eşliğinde akıp gitmişti zaman ve güneş derin uykusundan uyanmaya başlamıştı. Aydınlanan günle beraber etraf bir başka güzel olmuştu. Güneşin kızıllığıyla birlikte kırmızıya boyanmış çamlar, kırmızıya bürünmüş karlar… Siyah beyaz bir resim renkleniyordu yeniden her sabah olduğu gibi. Güneşin parıldayan ışığı yüzünü okşadı. Kalkmalıydı artık. Ansızın bir el hissetti sağ omzunda. Yavaşça geriye baktı. İri yarı bedeni ile pos bıyıklı bir adam, elinde plastik bir bardak çay ile arkasında duruyordu. ‘Donmuşsundur geceden beridir, hadi. Bir bardak çay iyi gelir, içini ısıtır.’ Dedi adam. Kalmak istedi sonra oturduğu banktan. Yediği kuru ayaz yüzünden bütün kemikleri tutulmuştu. Zorlanarak dikeldi ayaklarının üzerine. Bacakları titremekteydi. Adamın gözlerinin içine bakarak hiçbir şey söylemeden yürümeye başladı. Düşünüleri hala devam ediyordu. En sonunda oturduğu apartmanın önüne gelebilmişti. Ayaklarını sürüyerek on yedi basamaklı binanın içerisine doğru hareket etti. Merdivenin basamakları o kadar dardı ki ayakkabılarının burnunun ön basamağa değdiğini hissetti. Zorlanarak çıkmıştı basamakları ve şimdi de sahanlık denen yerdeydi. Kırma kapıyı geçerek içeriye girdi. Şimdide önünde yedişer basamaklı üç merdiven daha vardı. O kadar soğuğu yedikten sonra değil üç merdiven, adım dahi atacak hali kalmamıştı. Ama çıkmak zorundaydı. Kendini zorlayarak basamakları çıktı. Elini pantolonunun cebine sokarak anahtarını çıkardı ve kahverengi rengindeki ceviz yapımı kapının anahtar deliğine soktu ve diğer açkıların tersine sağa doğru çevirdi. Ceviz yapımı kocaman beş santimetre kalınlığındaki kapıyı ileriye doğru iterek açtı. Yavaşça içeriye süzüldü. Koca kapıyı yavaşça kapatarak pardösüsünü çıkardı ve kapının yanında duran portmantoya astı. Sağa doğru dönerek dar ve altı metrelik koridorun sonundaki banyoya doğru yöneldi. Bütün gece ayazda kalmıştı ve evinde sıcağı ile gözleri kapanmak üzereydi. Hızla üzerindekileri çıkararak suyu açtı ve kendini sıcak suyun şefkatine bıraktı. Sıcak bir duş aldıktan sonra hızla odasına çekilip kendisini soğuk yatağına bıraktı. Uzanması ile uyuması bir oldu. Kendisini çok yorgun hissediyordu. Gel gelelim uykusunda bile yalnız bırakmamıştı aşkı onu. Aralıksız bir uyku çekmişti. Uyandığında akşam olmuş, güneş derin bir uykuya dalmak üzereydi. Yine de üzerinde muhteşem bir ağırlık hissetmekteydi. Yüreğindeki yangın ise azalmamış artmıştı. Hala acı çekiyordu. Artık bir karar vermeliydi. Ya kendi değerlerini seçecek, hayatı boyunca yutkunamayacağı bir yarası olacaktı, ya da geçip karşısına ne varsa söyleyecekti. Kararsızdı. Kararsızlıkları onu nereye götürecekti bilmiyordu. Tek bildiği içerisinde yanan ateşti. Hayata olan öfkesinden dolayı artık geleceği düşünemiyordu. Tek istediği mutlu olmaktı ama; bu seferde kocaman bir yol ayrımında kalmıştı. Daha fazla dayanamadı ve kararını verdi. İlk önce geçip karşısına her şeyi söyleyecek ve şehri terk edecekti. Artık oyun sırası yaşama kalmıştı. Ya kazanacaktı, ya da kaybedecekti. Gerçi onun artık kaybedecek bir şeyleri de kalmamıştı. Artık oyun vaktiydi ve bu oyun başlamalıydı. Akşam yemeği için giyindi ve dışarı çıktı. Bakalım hayat ona ne getirecek…
ALİ DİZİLİ
05. 12. 2007
AyDIN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.