- 835 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sevda Labirentleri
Hangi dizeye can, nefes versem
Yetmez güzelliğini kopyalamaya
Hangi rüyayı görürsem göreyim
Yetmez seni sevdiğimi anlatmaya...
Kırılan, un ufak olan cam parçaları gibi geçti ömrüm. Her fırtına sonrasında yıkık gönlümün karmakarışık labirentlerinde yeni sevdalara açtım yüreğimi. Bir zaman tüneline girip 16 yaşımın saflığında başladım yeniden hayata. Daha önceleri hiç bilmediğim sokaklara girip, hiç görmediğim kuyulara taş atar gibi saf ve yalın bir yürekle yolculuğum başladı.
Girdaplar dönerken içerimde, beynimin alabildiğince, usumun yettiğince yeni sevdalar aramaya başladım. Bir sazın yüreği titreten ritminde, bir kemanın büyülü kollarında ve bir kavalın efsaneleşmiş kollarında düştüm yollara.
Benim bu sensizliğimin, yok olan yağmurlarının ve başıma yağan, üşüten, titreten karlarının bilinmezliğinde, başka bir ülkeye, senin kokunun bile olamayacağı yerlere doğru yürüdüm. Verdiğim her molada, duman duman çekerken sensizliği, sana benzeyen her şeyi görmezden geldim. Seni anımsatan her nesneyi ezdim, çiğnedim. Sana gelen tüm yollara inat, en karmaşık, en bilinmez yollara sırf sana çıkmasın diye daldım.
Oysa, senin yokluğun, senin sevdan kolay aşılmayacaktı. Bunu ta baştan biliyor, ’’Seni Sevmiyorum’’ kelimelerine diz çöküp yalvaracağımı daha en baştan kabul ediyordum. Çıkamadım, bu labirentte her yol sana çıkarmış, bilemedim. Günlerce yağan yağmurlarda, üzerimden hiç gitmeyen, ruhumu buzul ormanlarına çeviren karlarında bile üşümedim. Küçücük bir çocuğun masumluğunu taşırken yüreğinde, tüm cezayı çekmeye razı ben, yine de en kolay yolu seçtim senden kaçmakla.
Senden sonra baktığım her gözde bomboş bozkırlara dalıp, meyvesiz, tohumsuz bir dünyada kaç gece aç kaldım bilir misin? Kaç yürekte verdiğim her molada gördüm ki, sendin gözlerime bakan, sendin ellerimi tutan, sendin yoluma ışık saçan.
Sen yokken yine yazdım. Her şiirimde seni anlattım doya doya. Her dizemde seni işledim nakış nakış. Ruhumdan taşan, kim bilir belki de yurduna uğrayan ırmaklara kâğıttan gemiler yapıp salmanı ne çok bekledim bir bilsen. Limanlarıma uğrayan her gemiye meraklı gözlerle bakıp, kapıdan giren her yabancıya, senden bir haber getirir diye az mı baktım? .
Ama biliyorum sen gelmeyecektin. Kapanan kapıları açmaya cesaretin kalmamıştı. Ruhuna saplı bıçaklarla yaşamayı çoktan öğrenmiştin. Benim güller serptiğim yollara ’’cehennem’’ diye girmeyecektin. Biliyorum nazlı ’’dağ çiçeğim’’, biliyorum. Sen de yeniden başlamayı yeğledin. Benim geçtiğim labirentlerden sen de geçeceksin. Sen de dolaşacaksın bu bilinmez rüyalarda.
Ama ne yaparsan yap, ne yaparsak yapalım kurtulamayacağız birbirimizden. Kader denilen çarkta sivri bıçaklarla yaşamaya alışacağız. Ta ki, MAHŞERE KADAR...
Selahattin Yetgin