- 743 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şiir Sanatı Üzerine Düşüncelerim-4
Şiir Sanatı Üzerine Düşüncelerim-4
Yeni şairler, şiir lisanı, vezin lisanı, konuşma lisanı diye ayrı ayrı lisanlar kullanmamalı. O,bir tek lisanla azmalı. Yani şairliğini ve lisanını yaşamına taşımalıdır. Kullandığı lisanın içinde hayatın bütün unsurları olmalıdır. Nazım’ın ifadesiyle şiir yazarken de aynı, kavga ederken de aynı şahsiyet olmalıdır. Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bir fantastik öykücü kadar uçuk düşünebilmelidir.
Günümüzde istidatlı genç kalemler var ama ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, altyapılarını güçlendirmiyorlar. Ya okumuyorlar ya da kendi alanlarının dışında olan eserlerle meşguller. Bir iş yaptığın zaman bu yaptığın iş ne olursa olsun en iyisini yapıyor olmalısın. İşin yağlı urgan yapmak bile olsa en iyisini yapmak için ne gerekiyorsa yapmalısın. Bu dar dünyalarını örtbas etmek için kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, iç dünyası da daracık olur. Basit bir mantıkla hacmin ne kadar genişse için o kadar geniştir. Sanatkâr, ressam, şair, romancı, mimar, aktör vesaire, her şeyden önce insandır. İnsan her şeyden önce mücerret bir varlık değil, somut bir varlıktır. Yani her insan muayyen, belirli, belli bir tarih devrinde, belli bir toplumda, belli bir sınıfın insanı olarak vardır. Yoksa umumiyetle, soyut olarak insan denilen bir şey, bir anlam mevcut değildir. Sanatkâr da somut bir insandır.
Muayyen bir fizyolojisi, belli bir maddi fizyolojik, biyolojik yapısı vardır. Bu yapı belli bir tarih devrinde, belli bir toplumun içinde yaşar, o belli toplumda çeşitli sınıflar ve tabakalar vardır. Sanatkâr insan bütün bu şartlar içinde eserini verir. Onun üzerinde doğumundan başlayarak bütün bu sayıp döktüğüm şartlar tesirini gösterir. Ve maddi-şahsi yapısı somut muhitinden aldığı intibaları, bulunduğu tarih devrine, bağlı olduğu topluma ve sınıfa göre aksettirir. Fakat bu aksettirme işi, bu muhteva esas olmakla beraber, kullandığı aletin, boyanın, kelimenin, notanın filan teknik imkânlarıyla da sınırlanmıştır. Bu suretle muhteva ile şekil arasında muhteva esas olmak üzere karşılıklı bir tesir vardır. Şairle çevresi arasındaki münasebet pasif bir münasebet değildir. Yani şair sadece tespit etmekle kalmaz, onun tespit ettiği şey sosyal çevresine tesir eder, onun değişmesinde adım adım etkili de olur.
Dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda rastlanır. İnsanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kovuşturulmuş, baskıya uğratılmış,hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler. Ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur. Sanatçıların çoğu yaşadıkları devirde anlaşılmış değillerdir. Bir metodoloji meselesi olarak şunu kabul etmeli : şekilden öze, muhtevaya değil; muhtevadan, özden şekle. İlkönce içerik sonra şekil Şeklin nasıl olacağını tayin edecek içeriktir. Tabii bu metodoloji bakımından böyledir, yoksa şekille muhteva bir birliktir. Bu birlikte, karşılıklı tesirleri olmakla beraber eninde sonunda tayin edici unsur içeriktir. Kafiye ve vezin mutlak olarak kullanılmamalı diye bir kural koymak insanı bir bağnazlığa softalığa götürür.
Hececisi, kafiyecisi hepsi başka başka olmakla beraber mutlak kural konulmamalıdır. Bana göre konuşma dilinin ahengini bir içerik olarak kabul etmekte bağnazlıktır. konuşma dili ahengi diye bir şey kabul etmek ve bundan başka ahenk ihtimallerini red ve inkâr yenilik değil, kafiyeyi, vezni mutlak olarak kabul ve başka türlü ahengi kabul etmeyenlerinki gibi geriliktir.
Öyle içerikler vardır ki, onlarda kafiye istemez,– ki bu dil bir sokak delikanlısının olabilir, bir ev hanımının olabilir, bir işçinin, bir çocuğun olabilir- ahengi ve imkânları yeter ve en uygun olanıdır. Bazen de öyle içerikler vardır ki, kafiye ister ki bu kafiye sınırları kafiye imkânları da sınırsızdır - ve bazı içeriklere de, konuşma dili yetmez, daha geniş, daha mücerret, belki bundan dolayı daha renksiz bir dil ister. Şiirde şekle takılmak ve dünya veya ahiret düşüncesi çizgisinde şiirlerde ısrar etmek şiirimiz sefalete götürür. Şiirler her çeşit olabilmelidir her yazana saygı duyulmalıdır. İki zıt kutbun gerici bakışına bırakılmamalıdır. Yani ne çağdaş dünya düzenine uyarak manevi ve mukaddesatçı şiir reddedilmeli, ne de mukaddesatçı çizgisinden hareketle çağdaş şiir reddedilmemelidir. Şiirde kafiyede olmalı, serbestte olmalı.
(devam edecek)
Bekir Kale Ahıskalı
16 Eylül 2007
www.seheryolcusu.blogspot.com dan aktarılmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.