- 2040 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BÜYÜRKEN ÇOCUK KALMAK
Doğduğum köyde geçti çocukluğum,
Müsavi olmasa da, şehir çocuklarının yaşantılarına yaşantım.
Ben şehir çocukluğunu rüyamda yaşadım.
Bağcıklı ayakkabılarım olmadı, hiç uçurtma yapmadı babam bana,
Emanet uçurtma uçurttum, rüzgarlı havalarda.
Ödüm kopardı, ya elimden kaçarsa diye emanet uçurtmam,
Uzun olsun diye uçurtmamın ipi,
İpin ucunu kemerime bağlardım.
Şehir çocuğu olurdum hayallerimde,
Uçurtmam renklenirdi gözümde,
Ve uçurtmam,
Herkesinkinden daha yüksekte.
Çocuklar tutmak isterdi ellerimden,
Koşardım, ardıma takılan çocuklardan kurtulmak için
Düşerdim,
Uyanırdım birden, şehir çocuğu hayallerimden.
Şimdi
Şehirdeyim.
Ne çocukluğumdaki şehir çocukları var,
Ne de rengarenk uçurtmalar ellerinde,
Kim bilir!
Kaç ipi kopmuş uçurtma uçar,
Şimdi onların hayallerindeki köylerde.
Keşke
Onlar gibi bende o köyleri hayal edip bulsaydım,
Hiç büyümeseydim,
Emanet uçurtmamla rüzgarlı havalarda ben hep köy çocuğu kalsaydım...
İnsan çocuk kalmayı neden ister? Neden özler çocukluğunu? Mutluluğunu niçin çocukluğunda arar. Bu ve buna benzer şiirlerimi yazarken günlerce düşündüğüm olmuştur. Şiirlerimi yarım bırakıp da aylar sonra tamamladığımı hatırlarım. İleriye giderken geride kalanı özlemek niye? Acaba geride kalanlar daha mı güzeldi veya çocuk olduğumuz için bize mi daha güzel geliyordu. Hiç kimse şimdiki halinde mutlu değil, öyle ise mutluluk nerede saklı. Neden mutluluğu çocukluğumuzda arıyoruz.
Şimdi şekerci dükkânı sahibiyiz mutlu değiliz, çocukluğumuzda mahalle bakkalının elimize verdiği kirli, boyalı bir şeker ile mutlu olurduk. Fotoğrafın içindeyiz mutlu değiliz. Hep bir yanımız eksik, çocukluğumuzda resim defterini rasgele karalarken mutlu olurduk. İsteğimiz, istediğimiz zaman avucumuzun içinde, her ihtiyacımız zamanından önce karşılanıyor mutlu değiliz, çocukluğumuzda ısmarlama olurdu kıyafetler, ayakkabılar, haftalar sonra aldığında mutlu olurduk. Gökkuşağının altından geçiyoruz mutlu değiliz, çocukluğumuzda gökkuşağını görmek için yağan yağmura inat beklerdik güneşin çıkmasını, mutlu olurduk. Kalorifer başında oturuyoruz mutlu değiliz. Çocukluğumuzda uzun kış geceleri ayaklarımızı ısıtmak için tandır közü üzerine sallar mutlu olurduk. Şimdi cebimizde para var mutlu değiliz. Çocukluğumuzda paramız yok iken mutlu olurduk. Hepimizde cep telefonu var çok şükür, sevdiklerimizle, uzaktaki hasretimizle günü birlik uzun, uzun konuşuyoruz mutlu değiliz. Çocukluğumuzda uzaktan bir mektup geldiğinde onu sahibine götürdüğümüzde onun heyecanında bizde onunla mutlu olurduk.
Mutluluk… Ah! Mutluluk… Neredeysen çık ortaya. Elma desem de çık, armut desem de çık. Yeter ki çık gel bir yerlerden. Gelsen de, gelmesen de ben biliyorum senin saklandığın yeri. Meğer seninle olmak; Göçmen kuşlarının kanadında, batan güneşin kızıllığında, sılanın tüten bacasında, başımızı yasladığımız analarımızın sıcak yüreğinde, bir ucu yanmış mektubun satır aralarında, sapan taşı ile camını kırdığımız komşumuzun ardımıza takılıp bizi kovalamasında, rüzgârlı havalarda gökyüzüne saldığımız uçurtmanın ipinin düğümünde, akşamüzeri yolunu kaybetmiş karıncanın yuvasına dönme telaşını seyretmekmiş. Beyaz badanalı okulun önünde gelecek öğretmeni beklerken, her gelen dolmuşun önüne çıkmak, akşam ezanında komşuya bir tas sıcak çorba götürmekmiş. Kavga eden iki insanı ayırmak, küs iki insanı barıştırmakmış. Süslü saksıların güllerine inat çorak toprakların çiğdem çiçeklerini toplamakmış. Geceleri ibretle seyrettiğimiz semadan kayan yıldızın ürpertisi ile hayretle başımızı çevirmek, sonu hep güzel biten, ninelerimizin uzun kış gecelerinde sıcak soba başında, bize sabırla anlattığı masalmış. Mutluluk köy çocuğu yüreğiyle şehir çocukluğunu hayal etmekmiş...
Şimdi şehirdeyim;
Benim köy çocukluğumdaki şehir çocuklarının hiç birini bulamadım şehre gelince. Kırlarda rengârenk uçurtma uçuran, boş arsalarda top koşturan çocukları göremedim.
Akşamın alaca karanlığında sokakta oynayan çocuklara apartmanların açık pencerelerinden sarkan anneleri bağırmıyor “ Oğlum, akşam oldu, hadi gir içeri artık, neredeyse baban işten gelecek” diye. İpi kırılmış uçurtmalar elektrik tellerinde tutsak, boş arsaların yerini suni yeşil halı sahalar almış, etrafı yüksek tellerle çevrilmiş yarı açık cezaevi misali, çocuklar içlerinde hapis. Caddeler, Sokaklar; Çocukların, çocukluklarını para ile sattıkları Oyun salonları, internet kafelerle dolu.
Benim köy çocukluğumda görmediğim şehir çocuklarını gördüm sokak başlarında; Hiç birini tanıyamadım. Hiç biri hayalimdeki o pırıl, pırıl çocuklar değil, hafta sonlarında okul harçlığını çıkarmak için çiklet satan, limonata satan, simit satan, ayakkabı boyayan çocuklar değil bunlar. Onların elinde bıçak yoktu, onların belinde sarılı zincir yoktu. Onlar Bally ‘ yi sadece ayakkabı tamircilerinin kullandığı bir yapıştırıcı olarak biliyorlardı. Tiner ismini belki de hiç duymadılar. Onlar düşeni elinden tutar kaldırırlar, acize yardım ederlerdi. Vurup yıkmak, kapıp kaçmak onların aldığı aile terbiyesinde yoktu. Onlar akşam ezanı ile birlikte sıcak yuvalarına döner, gürültüyle çevreyi rahatsız etmezlerdi. Onlar çocukluklarını çocuk gibi yaşayıp giderdi. Ben onların şehir çocukluğunu, onlar da benim köy çocukluğumu hayal ederdi…
Birecik – 1999
Yüksel Erentürk YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.