- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAFESTEKİ ORANGUTAN
Kafesteki Orangutan
Ülkemizin ilk gündem maddesini maalesef Kürt soruları oluşturmaktadır. Kökleri dışarıda olan PKK Terör Örgütü, terörizmi Türkiye’ye karşı bir tehdit ve bir şantaj aracı olarak kullanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kanlı örgütün tehditleri karşısında gerekli cevabı dağlarda, şehirlerde ve kırsallarda vermiştir. Ordumuz, üzerine düşeni yaparken, siyasilerde bu sorunu çözebilmek için bir takım açılım projeleri geliştirmiştir. Hatırlanacağı üzere hükümet, dağlardaki eşkıyaların silahlarını bırakıp, teslim olmaları halinde serbest bırakılacaklarına dair bir açılım geliştirdi. Bu proje çerçevesinde Kandil Dağı’ndan bir gurup teröristin inip, teslim olacağı bildirildi. Yer ve zaman kesinlik kazanınca hükümet, savcılarını Habur Sınır Kapısı’na gönderdi. Bölgede ‘çadır mahkeme’ kuruldu. Dağlardan inen teröristler, zılgıtlar atılarak ve büyük sevgi gösterileri yapılarak karşılandı-lar. Teröristlerin birer kahraman gibi karşılanmaları büyük bir kaygıyla, şaşkınlıkla ve üzüntüyle karşılandı. Teröristler, birer birer çadır mahkemelerde üçer dakikalık sorgulamanın ardından serbest bırakıldılar. Teröristlerin ayağına savcıların yollanması, çadır mahkemelerin kurulması ve sorgulamanın üçer dakika sürmesi beklide dünyada eşine rastlanmayacak bir utanç tablosu olarak Türk Siyasi Tarihi’ne damgasını vurmuştur. Sorgulanan teröristlerin, dağlarda kaldığı süre içerisinde kaç eyleme katıldığı ve kaç Mehmetçiği şehit ettiği ise asla sorulmadı, sorulamadı! Bu garip açılım projesi bu haliyle; başta şehit aileleri olmak üzere Türk Kamuoyu’nun vicdanında derin yaralar açarak iflas etmiştir. Bu sebepten dolayı siyasi irade, yapılan bu hatayı görüp, adı Kürt Açılımı olan projenin adını Demokratik Açılım ola-rak değiştirmek zorunda kalmıştır. Ancak bu basit değişim, yüreklerde açılan yaraları kapatamaya yetmemiştir.
PKK Terör Örgütü’nün bir taşeron örgüt olduğunu iyi anlamamız gerekir. Bu örgüt, aldığı talimatlar doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanı üzerinde psikolojik baskı kurarak Korku İmparatorluğunu kurmuş oldu. Avrupalıların istediği, Kürtlerin siyasallaşmasını sağlamaktı. Bu nedenle PKK’nın taşeronluğunu yapan bir takım Kürt İleri Gelenleri, zaman kaybetmeden parti kurup, seçimle parlamentoya girdiler. Artık onlar, Avrupalı dostlarının da desteğini almanın rahatlığı içerisinde parlamentoda ağızlarına geleni söylemeye başladılar. Hakaret ve tehdit sınırlarını zorlayan sözlerden Ordumuz, devletimiz ve siyasi irade ziyadesiyle nasibini almıştır.
Artık onlar, siyasal bir güç olarak parlamentomuzda faaliyetlerine devam ediyorlar. Şimdi hedeflerinde Özerk Kürt Devleti’nin bir an evvel kurulması vardır. Bu isteği ileri sürenler; gerek ÖDP olsun, gerek BDP olsun, parti kongrelerinde Türk Bayrağı yerine Kürdistan bayrağı açmışlardır. İstiklal Marşımız yerine, Kürt Marşı söylemişlerdir, Kemal Atatürk’ün resmi yerine bebek canavarı Apo’nun resmini asmışlardır. Bu rezaletin yaşanacağı önceden belliyken; iktidar partisinden ve muhalefet partisinden bazı milletvekillerinin bu kongrelere katılmaları yine kamu vicdanında derin yaralar açmıştır.
Bölgede bir Özerk Kürt Devleti’nin kurulmasının Türkiye’yi bölmeye yönelik olmadığı ileri sürülmeye başlandı. Hâlbuki Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Selahattin Demirtaş gibi öne çıkan isimler, bölge yönetiminin kendilerine verilmesinin zamanının geldiğini ısrarla ileri sürmektedir-ler. Özerk Kürt Devleti kurulunca; vergileri kendileri toplayıp, kendileri harcayacak. Okullarda Kürt dili eğitimi verecek, kendilerine ait parlamentoları, marşları ve bayrakları olacak. Son günlerde BDP, Ön Savunma Gücü diyerek yeniden parlamentoda şakıdı. Bu istek, bir ordu isteği idi. Bu söylemle ortaya atılan kişiler, kendilerine sorulan sorular karşısında deyim yerindeyse kıvırmaya başladılar. Bu deyimin içeriğini tam olarak açıklamaktan çekindiler. Ne ordu diyebildiler, ne polis gücü!
Bir hafta önce bir söylemle yeniden sahne aldılar. “İki Dilli Türkiye” Kürt ileri gelenleri; yani ABD’nin içimizdeki taşeronları, kendi bölgelerinde her alanda Kürtçe konuşacaklarını, köy isimlerinin tamamen değişeceğini, işletme adlarını Türkçeden Kürtçeye çevireceklerini, eğitimde tamamen Kürtçeye dönüleceğini, bu konuda yasal düzenlemeleri beklemeyeceklerini ifade etmişlerdir. İsteklerinin gayet masumane olduğuna dikkat çekebilmek için, 1947 yılındaki bölge haritaları Hasip Kaplan tarafından mecliste gösterilmiştir. İşin asıl ilginç tarafı, Kürt Hak ve Hürriyetlerini savunduklarını ileri süren ihanet çeteleri, Arnavutları, Ermenileri, Lazları ve diğer etnik unsurları da geliştirdikleri proje kapsamına almışlardır. Bu unsurlarında tıpkı Kürt un-surları gibi hak ve hürriyetlere kavuşmaları gerektiğini ileri sürmüşlerdir. İşte ihanet burada başlıyor. Lazları, Çerkezleri bir başka unsurmuş gibi göstererek onlarında ayaklanmalarına davetiye çıkartıyorlar. Lazların, Çerkezlerin, Arnavutların ve diğer bizden olan unsurların hiçbir zaman Kürt bozguncular gibi ayaklanmayacaklarını, devletine, milletine, dinine ve vatanına bağlı kalmaktan asla vazgeç-meyeceklerini biliyoruz. PKK’nın taşeronluğunu yapan, parlamentoya çöreklenerek siyasal zeminlerde hak arayışlarını sürdüren BDP ve ÖDP, zamanı geldiğinde bu milletin tokadı ile yer ile yeksan olacaktır. O günler çok yakındır.
Öteden beri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizin ihmal edildiği, bazı hizmetlerin götürülmediği doğrudur. Ancak; o günden bu güne kadar bölgeye yapılan yatırımları da görmezden gelmemek gerekir. Otuz dört yıllık PKK Terörünün esir aldığı bu bölgeye götürülen hizmetler, örgüt tarafından sabote edilmiştir. Sadece yatırımlar sabote edilmemiştir. İstiklal Marşımız okutulmamak suretiyle, ısrarla öğretmen karşısında Kürtçe konuşulmak suretiyle eğitimde sabote edilmiştir.
Bölgede, Kürtlerin Kürtçe konuşması kanunen yasaklanmış değildir. Bu bakımdan her Kürt istediği gibi Kürtçe konuşabiliyor. Anadolu’nun dört bir yanına dağılabiliyor, buralarda da istedikleri gibi kendi dillerini konuşabiliyorlar. Hiç kimse çıkıp ta “neden Kürtçe konuşuyorsun?” demiyor. Seçim zamanı geldiğinde, kendi içlerinden milletvekilleri seçip parlamentoya yollayabiliyorlar. Geçmişte olduğu gibi; Kürt milletvekilleri, Kürt Başbakanı ve Cumhurbaşkanı ülkemizi yönetmiştir. Bu durum hiçbir Türk tarafından sorgulanmamıştır. Yani, bir Türk çıkıp ta, ‘ben Kürt başbakan ve Cumhurbaşkanı istemiyorum’ dememiştir. Gelişen Kürt Hak ve Hürriyetleri meselesine baktığımızda, Kürtlerin hiçbir hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmadığını rahatlıkla görebiliyoruz. ‘Öyle ise işin içinde bir iş var’ demekten kendimizi alamıyoruz.
İnsan Kasabı Apo’nun paketlenip Türkiye’ye verilmesi ile PKK Terörü son bulmamış, aksine daha da şiddetini artırmıştır. ABD’nin idam edilmesini istemediği bebek katili, İmralı Cezaevi’nde paşalar gibi yaşıyor. Yüzlerce avukatı ile dağlara hükmediyor, parlamentoya mesajlar yolluyor. BDP, hükümetin Apo’yu muhatap alması gerektiğini, aksi halde olacaklardan hükümetin sorumlu olacağını ileri sürüyor. Hükümet ve vatandaş, peş peşe gelen şehit haberleriyle sarsılıyor. Hükümet, yıllardır süre gelen kanla beslenen terörü bitirebilmek için kendince bir takım çalışmalar yapıyor. Bazı kişiler vasıtası ile Apo ile görüşülmeye başlanıyor. Apo’nun yol haritası dikkatle dinleniyor ve inceleniyor. Muhalefet Partileri, hükümeti Apo’yu ve yandaşlarını muhatap almakla suçluyor; hükümet, ne Apo ile ne de çapulcuları ile görüşmenin söz konusu olmadığını ileri sürüyor. Ancak kısa bir süre sonunda Başbakan, “açılması gereken bir kilit var. O kilidi açmak zorundayız” diyerek, dolaylı yollardan Apo ile görüşüldüğünü, Kürt ileri gelenlerini de muhatap aldıklarını kabul etmek zorunda kalıyordu. BDP Genel Başkanı, Eş Başkan Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş gibi hainler, Başbakana sesleniyorlar: “Bize verdiğiniz sözleri yerine getirmezseniz, olacaklara hazır olun” Bu sözler, insanların kafalarında bir değil, onlarca soru işareti oluşturuyor. Gerçekten Apo’ya bir takım sözler mi verildi? Gerçekten Özerk Kürt Devleti’nin orta vadede kurulmasına müsaade mi edildi?
Teröristler dağlarda, ovalarda, şehirlerde ve kırsallarda iğrenç salya-larını akıtarak Mehmetçik ava çıkarken; bebek katili Apo’da iğrenç nefesini zorlayarak ve ağzından salyalarını sağa-sola savurarak Türkiye’yi bir kaosa sürüklemenin gayreti içinde görünmektedir. Hükümetin, Kürt isteklerinin hiçbir zaman masumane olmadığını, tamamen Amerika’nın Türkiye’yi bölme projesi olduğunu bilmesi gerekir. Bizler onlara akıl verecek durumda değiliz ama vatandaş olarak birtakım gelişmelerin yaşandığını ve ülkemizin de hızla bir felakete sürüklen-mekte olduğunu düşünüyoruz. Vatandaş olarak endişemiz; İmralı’da paşalar gibi saltanat süren Orangutan’ın, ABD’nin isteği ile ev hapsine alınması, şartların olgunlaşması ile de Parti Genel Başkanlığına veya Bölgesel Kürt Devleti’nin başına getirilmesidir.
Yaşanan vahim olayların ışığında; Türk olsun, Kürt olsun, Laz olsun, Çerkez olsun, Arnavut olsun, Ermeni olsun bu vatan hepimizin vatanı-dır. Bu vatanı sonuna kadar savunmak hepimizin namus borcudur. Adalet önünde bir Türk kadar bir Ermeni de hak sahibi olmalıdır. Milletimiz, tarihinin hiçbir döneminde etnik ayrımı yapmamıştır. Kanun önünde herkes eşit görülmüştür. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi, etnik unsular nasıl ki dinlerini özgürce yaşamış iseler, nasıl ki dillerini özgürce kullanmış iseler bu durumun bu günde aynen devam ettiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Bu vatanın bölünmesi ne Kürtün işine gelir, ne Arnavutların ve ne de Çerkezlerin. Ülkemizin bölünmesi, harici ve dâhili düşmanlarımızın işine geleceği kesindir. Bu bakımdan, bu ülkenin bir Türk Ülkesi olduğunu kabul edeceğiz ve tüm farklılıklara rağmen birlikte yaşamanın mutluluğunu yaşayacağız. Sözlerimi Hacı Bektaşi Veli Hz.lerinin günümüze ışık tutan şu güzel sözleriyle tamamlıyorum: “Bir olalım, iri olalım, diri olalım”
Halit DURUCAN
Emekli, yazar
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.