- 1110 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
AFİFE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ilık bir yel esti.
Minik deniz dalgaları, hışırtısıyla birlikte sahildeki küçük çakıl taşlarına vurup geri döndü.
Eleni kilisesinin çanı her zaman ki vaktinde çalınca, kilisenin tepesindeki beyaz güvercinler korkuyla kaçıp az ilerideki Reşat Erkan Yalısının damına doğru kanat çırpmaya başladılar. Kimisi de İngiliz sefarethanesinin kocaman pencerelerinin ahşap pervazlarına konmayı tercih ettiler. Zarifi köşkünün bahçesinden gelen çocukların şen şakrak gülüşleri, ayı oynatıcısının köşke davet edildiğinin bir göstergesiydi. Ardından bu seslere eşlik eden Tarabya Koyunda gezinen at arabalarının nal sesleri kulağa hoş gelen bir musikiden farksızdı. Sayfiyenin en ünlü ailelerinden olan beyzadeler; başlarında kırmızı püsküllü fesleri, ellerinde vişne ağacından yapılmış bastonlarını sallayarak, ince kaytan bıyıklarının altında saklı tuttukları gülüşleriyle beraber öğlen vakti Tokatlıyan Otelinin yolunu çoktan tutmuşlardı. Her birinin aklı ceketlerinin iç ceplerinde sakladıkları, gül kokulu mektupların mısralarındaydı.
Deniz kenarındaki Serafinin meyhanesindeki çırak, akşamdan kalma uyku mahmurluğunu üzerinden atmak istercesine, tahta iskemleleri masaların üzerinden indirip gelişigüzel etrafa serpiştiriyordu. Tarabyanın sırtını yasladığı yamaçların karşı tarafında, boğazın serin sularına yüz vermiş balıkçı dalyanlarının olduğu yerde Rum ve Türk balıkçılar sandallarında son hazırlıklarını tamamlayıp ağlarını atmaya hazırlanıyorlardı.
Zoka Yusuf Reis sandalının içinde, gece yemlisi için son hazırlıklarını yapıyordu. Bu gün günlerden Cuma idi. Bugünde Cuma namazına yetişemezse Molla Hacı Efendi herhalde bir daha yüzüne bakmazdı. Aceleyle balık ağlarını toplarken, çaparinin iğnesi başparmağına batıverdi. Oturaklı bir küfür savurdu. Kanayan parmağını ağzına alıp, elindeki ağı bir hışımla savurup, sandalın diğer ucuna doğru fırlattı. Namaz dönüşü devam ederim diyerek eline çarıklarını alıp öğlen güneşinden ısınmış çakıl taşlarının üzerine basarak az ilerideki barakaya doğru yöneldi. Bir iki adım atmıştı ki ayağına denk gelen şey yüzünden devrilecek gibi oldu. Bu sefer akla hayale gelmez küfürler ardı sıra dudaklarından dökülmeye başladı. Bir taraftan da acıyan topuğunu tutmuş sendeler halde yerde ne var diye bakınıyordu. Baş tarafı çakıl taşının üzerinde alt tarafı biraz içe gömülmüş rakı şişesini görünce;
_ Lanet olasıcılar. Bre ecel şerbetini içip de buraya mı attınız! Zıkkımın kökünü içiverin emi! Diye söyleniverdi.
Tam şişeyi fırlatıp atacaktı ki, şişenin içinde rulo yapılmış kâğıt parçasını görünce duruverdi. Rakı şişesinin kapağını açıp kâğıdı çıkarmaya çalıştı. Ama nafile, kâğıt inat etti çıkmıyordu. Hemen yanında duran taş parçasına çarptığı gibi, cam şişe ortaya saçıldı. Kâğıt parçasını eline alıp şöyle bir silkeleyiverdi. Aklına Molla Hoca geldi. Güneş dönmeye başlamıştı. Neredeyse namaz vakti geçecekti. Omuz silkti. Merakı ağır basmıştı. Olduğu yere çömeldi. Kâğıdı açtı. Başladı beyaz sayfa üzerinde, Arapça yazılmış olan yazıları okumaya.
***
Muhterem zat- i âli;
Filhakika söylemek gerekirse satırlarımı okur iken, bu ne acayip bir adammış diyeceğinizi şimdiden tahayyül edebiliyorum. Muhterem kardeşim bu cihan da benim hissiyatıma muktedir olabilecek kaç kişi mevcuttur. Sorarım size? İçimdeki elem ve hüzün bedenimde kıvılcım misali dolanırken acaba hangi babayiğit yangınıma su serpebilir? Uykusuz geçen gecelerimde kim beni dinleme yüceliğini gösterebilir? Muvafık görürseniz, anlatmak istiyorum zat - i âlinize hâsılı olan kalp hüznümü. Zira siz bunları okur iken bendeniz ne derin edebi bir uykunun kucağında uyur olacağım. Belki bu sebeptendir ki tahassüs atımı yazarken hiç olmadığım kadar hür ve hafif olacağım.
Ah dil darımın hayali bir gün olsun çıkmadı ki aklımın bir köşesinden. O ki nuri aynım. Güzelim şekerparem. Afife’m. O, ne endam. Beyaz güvercin misali hüsranlı bakışlar. Köpük gibi beyazlıkta mis kokulu bir ten… Saçlar kuzguni, upuzun; yuvarlak kalçasından aşağıya kadar. Onu özlememek ne mümkün… Ah zat -ı âlim, kalemimde oldu katre katre toplanan yaşlarım. Yazdıkça bir o kadar daha coşarım.
Muhterem kardeşim, sizde bilirsiniz sahildeki Hristonun meyhanesini. Bir gün; ah keşke o bir gün olmayaydı. Can dostum Kamuran ile yolumuz o tarafa düştü. Hava bize muhalefet olacak kadar buz gibi soğuk. Hiç düşünmeden attık kendimizi Hristonun meyhanesine. Ömrüm billâh bendeniz hiç uğramamıştır böyle yerlere. Bendeniz, Zaptiye Teşkilatında çalışan zabit kâtibinden başka bir şey değilim. Tabiatım gereği sessiz ve munis biriyim. Neyse, lafı fazla uzatmayalım. İçerisi tıklım tıklım külhanbeyi dolu... Esans kokusundan durulacak gibi değil. Velhasıl, biraz ısınırız diyerek ufak şişe rakı söyledik. Hristonun çırağı masayı bir donattı görsen bir kuş sütü eksik. Ben kadehleri devirdikçe etraf oldu birden bire asumanı. Havsalam bulandıkça bulandı. Şimdi o külhanbeylerinin hepsi birden oldu bana yoldaş. Nagehan, o da ne öyle? Çıktı sahneye bir peri kızı. Başladı raksetmeye. Aman o ne endam, aman o ne ayan... Sanki bir afıtab - cemal. Raksettikçe her yeri kıvrım kıvrım oynuyor. Bir şimal esse ancak söndürür benim yanan vücudumu.
Zaman akıp geçti… Afife’yi görmeden duramaz oldum. Her gece Hristonun meyhanesindeyim. Deviriyorum rakı şişelerini ardı sıra. Her gece mest olmuş vaziyette benim bekâr evin yolunu zor buluyorum. Bir gün yok dedim. Bu böyle devam edemez. Yazdım Afife’ye bir nağme. Tutuşturdum Hristonun çırağının eline. Ertesi gece meyhanenin yoluna koyuldum. Çıktı sahneye gönlümün güneşi başladı raksetmeye. Ah yaklaştı nigarım bana doğru bir göz kırpışı vardı ki, mest oldum öldüm öldüm dirildim. Raksı bitti, eğildi selam verdi. Belli belirsiz dudaklarını bana doğru uzattı. Gönderdi sineme doğru yayılan pembe busesini. Dar attım arkasından kendimi sahnenin arkasına. Abandım odasının kapısına. Göz göze geldik. Ah o ne bakıştı üstadım. Eridim yağ misali. Soğuk terler aktı sırtımdan aşağı. Parmağı ile beni çağırdı.
_ Gel bana yağız delikanlım, cıvanım. Çok mu çekti canın beni. Hııı.
Muhterem azizim. Günler oldu bana dar. Afife oldu ömrüme bir bahar. Bu aşk-ı haram, açtı benim gönlümde kapanmaz yaralar. Bağlandı gitti basiretim. Tutuldu dilim damağım. Her gece açtırdı rüyalarıma, sümbülleri, laleleri. Kanıma girdi dolandı durdu damarlarımda. Oh ne hazdı. Ne büyük aşktı yarabbi. Afife bir melek, Afife şehvetin kollarında beni sallayıp duran cennetten bir huri… Ah.! Neylesin bu vicdansız Kemal. Aldandım şehvetin tatlı tadına. Durmadan istedim de durdum. Olmuşum ben ona mahkum. Ne hacet ki, geldi çattı o kara gün.
Azizim, giyindim kuşandım, sürdüm sürüştürdüm. Koyuldum Afifemin mor saçaklı damlı evinin yoluna. Kapının tokmağıyla anlaştığımız gibi üç kere vurdum, ses gelmedi. Ben heyecan ile bekler dururken gülüşmeler çalındı kulağıma. Yüreğime bir kurt düştü. Çekildim arka taraftaki sundurmanın altındaki pencerenin dibine. Heyhat Allahım, o ne sesler öyle.
İnlemeler, kahkahalar, çılgınca aşk sözleri. Delirdim, Mazhar Osman’dan beter oldum. Sıkıştı yüreğim, dağ oldu da içimden çıkıp devrildi Tarabyanın sokaklarına doğru. Bekledim. Sanırsın bin asır geçti. Ah azizim o ne bekleyişti. Azrail pençesi boğazımda, dar oldu bana dünya.
Gel zaman git zaman, tahta dış kapının açılması ile beraber çıkan gıcırtı sesi ile kendime gelir gibi oldum. Baktım sinsice evden çıkan kim diye. O da ne dostum! Babayiğit bir külhanbeyi… Deyyus! Başında kırmızı fesi devrik, omzunda asılı ceketi, yumurta topuk ayakkabısının üzerine basık, elindeki teşbihi zevkten bihitap düşmüş vaziyette sallayarak atıyor adımlarını.
Ah o vakittir ki ben Kemal olmaktan çıkmışım. Kan beynimde hop hop zıplar. Gözümün önünde Afife ile külhanbeyi koyun koyuna oynaşır durur. Daldım evin içine. Attım elimi ceketimin iç cebine. Duydum sadece bir ses.
_ Ah benim yangınım mı gelmiş. Gel aslanım koynuma. Gel.
Artık ne mümkün devamını hatırlasın Kemal. Kendimi buldum denizin ortasında. Kimindir bilmem bu sandal. Çözdüm halatını saldım kendimi denizin dip kuyusuna.
Muhterem azizim; acı, ölüm ile gelebildiği gibi aşk ile de gelebiliyor bazen. Bendeniz nefsime köle oldum. Ne güzel söylemiş Yunus Emre,
Bu nefs ile dünya fani bu dünyaya gelen hanı
Aldattın ey dünya beni işlerinden bezer oldum.
***
Zoka Yusuf Reis mektubu dörde katlayıp yeleğinin iç cebine koydu. Başındaki fesi düzeltip ayağa kalktı. Kıyıdaki sandalına doğru yönelirken sessizce mırıldandı.
La havle vela kuvvete illa billâh. Fesuphanallah…
Ertesi gün; Tarabyanın arka sokağından aşağıya doğru, koltuğunun altına gazeteleri sıkıştırmış bir oğlan çocuğu bağırarak koşuyordu.
_ Yazıyooooor! Yazıyooor! İfham gazetesi yazıyooooor! Tarabyadaki cinayeti yazıyoooooor! Afife’yi kim öldürdü yazıyor!
İki gün sonra; aynı çocuk bu sefer Tarabya Koyunda gazeteler kolunun altında bağırıyordu.
_ Yazıyoooor! Yazıyoooooor! İfham yazıyoooor! Balıkçı dalyanında çıkan meçhul cesedi yazıyooooor!
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
gün içinde yazınızı okumuştum
eski sokakların kareleri ve ilişkileri ,günlük hayattaki dostluk ve hüzünleri filim kareleri gibi döktünüz gözümün önüne ve bende olan bir mektubu hatırlattınız bana ;
eski kitap kokularını ve kenarda köşede kalmış kitaplar sahaflarda olanlar hep ilgimi çekmiştir.böyle bir günde bir kitap aldım elime oldukça eski bir kitap ,sayfaları karıştırırken içinde bir mektuba rasladım oldukça düzgün el yazısı ile yazılmış bir mektuptu ,o an okumadım mektubu okumak istemedim kişinin özel hayatını.eve geldim kitabı okumaya başladım tabiki mektubu da okudum ,bir aşk mektubuydu sevgiliye yazılan ,bir ayrılıık mektubu ,bir sitem ve bir tutku mektubu okudum aynı zamanda oldukça saygınlık sezdim yazılan mektup uslubunda ,altında ' ben' imzalı bir mektup,o gün bu gündür o mektuba sahip çıkıyorum ,saklıyorum sanki bana yazılmış gibi aynı bulduğum yerde duruyor mektup .
çok iyi kaleminiz var ,ve sabırla dantel gibi işleyişiniz var konuları ,zevkle okuyorum sizi ,güzel kişileri kaynaştıran bir anlayışınız da var satır aralarında bir kardeşlik var.
çok sevgilerimle.
SEVİLAY DİLBER
lacivertiğnedenlik
Tebrik etmeden önce yazıyı okudum;nostaljik bir yazı ve onunla örtüşen resim...
Yüz yıl da geriye gitsek,bin yılda geriye gitsek, ne yazık ki; külhanbeyli yaşam tarzlarında aşka ihanetler her zaman olmuştur...
Okunan mektup,kusursuz yazılmış...
Tebrikler arkadaşım,kutlarım...
Selamlar...
SEVİLAY DİLBER
Sanırım siteye sıkı bir nesirci daha katıldı...
İsminizi gördüğüm an yüreğimle koşa koşa gittiğim bir kalemsiniz...
Kutluyorum yeniden...
SEVİLAY DİLBER
si orom,
Hakomskva...
Muhteşem bir öykü.
Şahane bir kalem.
Ve kaliteli bir yazar ile karşı karşıya olduğumuz hakikatini saklamak yanlış olur.
Bir tek yerde tereddüt ettim "mağmur mu?-mahmur mu?" ikisi de olabilir.
Biri uykudan yeni kalkmış,diğeri silik,harap manasında.
Bir bardak soğuk su yazın sıcağında nasıl içilirse öyle bitiverdi öykü.
Tebrik ederim.
Çok hem de !
Gurur duydum hemşerimin kaleminden.