6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
719
Okunma
Kahveden çıktı. Eve doğru yürümeye başladı. Yürürken bir taraftan da, Hüseyin’in söylediklerini düşündü. Sanki izleniyormuş gibi hissederek arkasına baktı.Kimseyi göremedi. Düşünceli bir şekilde evine girdi.Çok zor bir karardı. Karısına baktı. Uyumuştu.Uykusuz bir gece daha onu bekliyordu…
Ertesi gün, kahveye gitti öğleye doğru. Kimsenin olmadığını görünce içi rahatladı. Hüseyin, temizliği bitirmiş, bütün camları açmış, ocağın önünde bardakları tepsilere dizmekle meşguldü. Masalardan birine oturdu. Günün bu saatinde, neden geldiğini anlayarak yanına geldi ve oturdu o da. Uzunca bir konuşmanın sonunda, Hüseyin ; İzmir ‘ de oturan arkadaşını aradı. Yüzü gülüyordu. İş bulunmuş, kalacağı ev de hazırdı. Şimdi sırada Musa’ yı ikna etmek kalmıştı. Katır gibi inatçıydı Musa. Nusret biraz daha oturduktan sonra rahatlamış olarak ayrıldı oradan.
Akşam yemeğinden sonra Musa’ yı yanına çağırdı. Onunla konuşmaya başlamadan önce söyleyeceklerini tasarlamaya çalıştı aklında.
- Musa, ben çok düşündüm. Bir karar aldım. Sana bir iş buldum. Yalnız çok uzakta… Gitmeni istiyorum.
- Ne diyorsun sen baba ! Ne gitmesi, ne işi ?
- Buradan gitmeni istiyorum. Oğlum, kan davamız var. Her gün eve gelişini korkuyla bekliyorum. O yüzden gitmeni istiyorum. Yine azıttılar.
- Hiçbir şey yapamazlar baba. Yüreğini rahat tut. Kolay mı o kadar.
- Oğlum, bu konuda daha fazla konuşmaya gerek yok. İşin hazır, evin de. Bir hafta sonra yola çıkacaksın. Kimseye de anlatma.
- Yani bana kaç mı diyorsun?
- Hayır oğlum kaç demiyorum. Seni yaşatmaya çalışıyorum. Başka çarem de yok. Böyle bir kararı almak benim için kolay mı sanıyorsun? Beni ancak baba olduğunda anlayacaksın.
- Peki baba! Gideceğim. Bir düşündüğün vardır mutlaka.
Musa bu konuşmanın ardından, derin bir sessizliğin içine girdi. Bu yaşına kadar doğup büyüdüğü, yaşadığı köyünden hiç bilmediği bir yerde yaşamak korkutmuştu onu. Üstelik onu buraya bağlayan bağları vardı. Sevdalısı Melike… Onu görmediği gün olmazdı. Uzaktan da olsa gül yüzünü görmek onu hayata bağlıyordu. Onun salınarak yürüyüşü, tatlı tebessümleri… Onun için söylediği türküler… Ona kavuşma hayalleri…Hepsi kan davası olacak geleneğin sonucunda, buhar gibi uçup gidecekti.
Dışarıya çıktı. Evin arka tarafındaki bahçeye geçti. Bütün öfkesini çıkarmak ister gibi bir ağaca yumruk atmaya başladı. Elleri kanayıp, gömleği kanlanana kadar devam etti bu isyanı… Melike’ ye ne diyeceğim diyordu bir taraftan da sessizce. Nasıl anlatabilirdi. Kan davasını bilen bir kız anlasa da, yüreği kabullenebilecek miydi? Onun dönüşünü bekleyecek miydi? O beklese, başkaları bekletecek miydi? Bir idam mahkumu gibi hissetti bir anda. Onun bilmeye hakkı var dedi içinden. Odasına çıktı. Her şeyi açıklayan bir mektup yazdı. Yastığının altına koyduğu mektupla uykuya daldı.Sonraki günler, sıkıntıyla geçti.
Köydeki son günüydü.Mektubu cebine koydu.Melike’ ye haber saldı. Oraya gitti ve gelmesini beklemeye başladı.kendi halinde akan suyu inceledi bir müddet.Yatağı değişmedikçe, kendi halinde akıp gidiyordu.Tıpkı kendisi gibi...İkisi de suskun ve üzgündü . Sanki bir daha görüşemeyecekmiş gibi umutsuz, çaresiz. Zaman durmuştu sanki. Sadece bakışlar konuşuyordu. Melike, “ Gitme dayanamam “ Dercesine bakıyordu ona. Sarıldılar birbirine. Bir veda merasiminin, iki sessiz kahramanı ve şahidiydi onlar. Arkalarına bakmadan yürüyüşleri ise idam mahkumunun yürüyüşü gibi ağır ve umutsuzdu.
Musa,hava aydınlanmak üzereyken köyden ayrılırken, herkes derin uykudaydı. Son bir kez sevdiği kızın odasının camına baktı veda edercesine. “ Hoşça kal “ dedi sessizce. Ne zaman döneceğini bilemeden sessizce çıktı köyden. Bir horozun sesi kulaklarını tırmaladı. Yeni bir sabahı müjdeliyordu köy halkına. Bir kişi de eksilmişti aynı zamanda. Horoz farkında bile değildi…
DEVAM EDECEK !