- 647 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DÜZENİN DÜZENBAZLARI
Düzenin Düzenbazları
Düzen; belli bir yönetim, ilke veya yasalara göre kurulmuş olan sistemin adıdır. Her devlet, kendi topluluğunu yönetebilmek için toplumsal barışı, hoşgörüyü ve adaleti sağlamak için yasalar çıkartır ve vatandaşlarından bu yasalara uymalarını bekler. Devletini seven vatandaşlarda devletin çıkardığı yasalara uyarak toplumdaki ahengin devamına katkıda bulunur. Ancak, devleti temsilen iktidar koltuğuna yapışıp kalanlar, vatandaşlarına verdiği sözleri birer birer yerine getirmesi gerekir. Toplumsal barışı ve ahengi bozucu kanunlar veya yasalar çıkartıldığında halk homurdanmaya başlar. Bir süre sonra bu homurdanmalar yerini sükûnete bırakır. Uzun ve sabırlı bir bekleyiş başlar. İktidarın yanlışlarını görüp, düzeltmesi beklenir. Türk siyasi tarihinde halkın sabırlı bekleyişleri pek çok kez hüsranla sonuçlanmıştır. Halk, katlanarak artan sorun-ların ve bunalımların tek adresi olarak iktidarı gösterir. Bir dahaki seçimlerde bunlara iyi bir ders vermeye niyetlenir.
Devleti yönetmekle, insanlara hükmetmekle ve diğer ülkelerle dış ilişkilerde bulun-makla ve mevcut sorunları ortadan kaldırmakla kendini sorumlu gören hükümet, halk arasında yaptırdığı araştırmaların kendilerine sandığın dibini gösterecek türden oldu-ğunu anlar. Bu durumda, hükümet kanadının savunma mekanizması derhal harekete geçer. Seçim öncesinde, halkı kandırmanın yolları aranır. Çok uçuk ama kulağa hoş gelen söylemler keşfedilir ve halkın kulağına yavaş yavaş üflenir. Kimi zaman şarkılar söylenir, kimi zaman atasözleri dile getirilir, kimi zaman mezarlar, hastaneler veya birkaç şehit ailesinin evi ziyaret edilir. Kimi zamanda, iktidarda bulunanlar, devlet im-kânlarını seferber ederek, elektriği olmayan köylere buzdolapları, çamaşır makineleri dağıtır. Köy köy, buçak buçak, mahalle mahalle makarnalar, yumurtalar, salamlar, sosisler, bulgurlar ve dahi kamyon kamyon kömürler dağıtılır. Hükümet, bu sadaka yardımlarla halkının yanında olduğunu göstermeye çalışır. Benim yüreği saf vatanda-şım akıl edemez ki, hükümet bu şekilde varlığını sürdürüyor. Vatandaşım düşünmez ki, hükümet vatandaşlarına sadaka rejimi uyguluyor. Vatandaşım yine düşünmez ki, yoksulluk ve mağduriyet edebiyatı onların tek besin kaynağı. Vatandaşım anlamıyor ki, tüm bu yardımlar göz boyamaktan ibaret yardımlardır.
Yüreği temiz vatandaşım sandık başına gider. Eline aldığı oy pusulasının bir gün kendisinden hesap soracağını düşünmez. En dar zamanında, kışın en soğuk döne-minde hükümetin kendisine verdiği otuz torba kömür ile ocağını ısıttığını, birkaç çuval patates, birkaç poşet makarna ile karnını doldurduğu hissine kapılır. Vatandaş için hükümet dediğin böyle olmalıdır. Tüm bu yardımlar, vatandaşımın gözleri önünden bir film şeridi gibi akar, gider. Yüreği temiz vatandaşım, elinde titreyen oy pusulasını, gözünün önünde canlandırdığı iktidara yönlendirir. Vatandaşım fark edemez ki, bir kez daha kendisini kandırdığını. Sandıklar açılır; iktidara selam, eski düzene devam kararı çıkar.
Geçmişte yaşananlar, geleceğin aynası olmalıdır. Ey benim yüreği güzel vatanda-şım. Sizinle 1991 yılına dönelim. Süleyman Demirel; “kim ne veriyorsa, ben beş faz-lasını vereceğim. Ekonomiyi düzlüğe çıkartamam için bana beş yüz gün mühlet verin. Enflasyonu aşağı çekeceğim. Emeklilik yaşını da aşağı çekeceğim” demişti seçim meydanlarında. Süleyman Demirel’in bu etkili sözleri sandığa % 27 olarak yansıdı. İktidara geldi, ama Turgut Özal’ın vefatıyla birlikte vaatlerini yerine getirmeden kendi-sini apar-topar Çankaya Köşkü’ne taşıdı! Vaatler havada kaldı!
PKK ve Güneydoğu sorunları siyasilerin vaatleri arasındaydı. Süleyman Demirel, Diyarbakır’a gidip, Kürt Realitesini tanıdı. Mesut Yılmaz ise; AB yolunun Diyarba-kır’dan geçtiğini dile getirdi. AKP Lideri Tayip Erdoğan, Diyarbakır’ı kucaklayarak; Kürt Açılımı Projesiyle Kürt Sorunlarını çözeceğini vaat etti. Ne acıdır ki; Habur’da yaşanan çirkin görüntüler sonucunda geri adım attı. Açılımın adı; Demakratik Açılım olarak değiştirildi. Bu sorun, bu gün itibariyle kilitlenmiş durumdadır. Hükümet, bu açılımın altında kalmışa benziyor!
Tansu Hanım’a dönelim: “Herkese iki anahtar. Her mahallede yüz trilyoner olacak. Her köylüye bir traktör” vaat etmişti; ancak Demirel sonrası Başbakanlık koltuğuna oturduğu vakit, verdiği sözlerin tümünü bir anda unuttu. Unutmakla kalmadı; vatanda-şın elinde bulunan tüm anahtarları topladı. Ekonomi açmaza girdi.
Tansu Hanım döneminde, Selçuk Parsadan adında bir dolandırıcı piyasaya çıktı. Genelkurmay Başkanı’nın ismini kullanarak örtülü ödenekten yanılmıyorsam 5000 lira almıştı. Kısa bir süre sonra, Başbakanlığın Genelkurmay ile yaptığı görüşmesinde böyle bir isteğin olmadığı anlaşıldı. Bu dolandırıcılık olayı, siyasi tarihimize hiçbir za-man unutulmayacak bir skandal olarak geçti.
Necmettin Erbakan’a dönelim: “Faiz kalkacak, beş bin tank üretilecek. Taksim meydanına cami yapılacak” demişti; ancak bu siyasetçide diğerleri gibi iktidar koltu-ğuna oturduğu vakit vaatlerini unuttu! Ancak; Erbakan’ın yaptığı tek şey, devlet faizle-rini aşağı çekmiş, aradaki farkı havuz sisteminde toplamıştı. Havuzda toplanan para-ları da çalışan kesime maaş artışları olarak yansıtmıştı.
Mesut Yılmaz’a dönelim: 1999 yılında en büyük rakibi Tansu Hanım’dı. Mesut Yıl-maz, vaat yarışında rakibi Tansu’dan geri kalmadı. Susurluğu çözeceğini iddia etti; ancak susuzluğu çözmek onun harcı değildi.
Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz dönemine dönelim: Bu üçlü koalis-yon hükümeti, bir şekilde paketlenip Türkiye’ye teslim edilen insan kasabı Abdullah Öcalan’ı idam edip etmemek arasında kaldı. Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz, bu idam kararının altına imza atamazken, tek kalmasına rağmen Devlet Bahçeli, idam edilme-si yönünde imzasını attı. Yine ne hazindir ki; Bu üçlü koalisyon tarafından hapse mahkûm edilen insan kasabı Abdullah Öcalan, günümüz iktidarı döneminde besiye çekilmiş durumdadır. Yeni çıkan torba yasayla birlikte bu canavarın da affı tartışılır hale gelecektir.
Dikkatlerimizi 2002 dönemine çevirelim. Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz hükümeti kendini feshettikten sonra, siyasi arenada tercih edilebilecek bir tek parti yoktu. Bu dönem AKP’nin işine yarayan bir dönem olmuştur. Tüm partiler, halk tarafından tart edildik-ten sonra İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’nı bırakıp, siyasete soyunan Ta-yip Erdoğan, seçim meydanlarına çıkarak; iktidarları döneminde ilk üç yılı sorunları çözmek için harcayacaklarını, sonraki dönemlerde halkın sırtındaki sıkıntıların yavaş yavaş giderileceğini ve halkın bunu büyük oranda hissedeceğini dile getirmişti. Ayrı-ca; gelirler arasındaki dengesizliklerin mutlak surette giderileceğini de vaatleri arasın-da göstermişti. Bunları vaat etmekle yetinmemiş; çiftçilerin, köylülerin, esnaf ve sa-natkârların da sorunlarını çözeceğini vaat etmişti. Sanayileşmenin büyüyeceğini, oto-yolların yapılacağını, inşaat sektörünün canlanacağını ve böylelikle işsizliğin büyük oranda çözüleceğini ileri sürmüştü. Bu vaatleri çoğaltarak sıralamak mümkündür; an-cak, bu sözler yerine getirildi mi, ona bakmak istiyorum:
İktidara geldiklerinde ilk üç yılı sorunları çözmekle geçirdi, bu doğru, ancak sonraki dönemlerde halkın refah seviyesinin artacağı iddiası maalesef iflas etti. Gelirler ara-sındaki adaletsizliğin giderileceğine dair vaatleri vardı, ancak bugüne kadar gelirler arasındaki adaletsizliğin halen en acımasız haliyle devam ettiğini görüyoruz. Çiftçile-rin, köylülerin sorunlarını da çözeceğini vaat etmişti; ancak bugüne kadar çiftçilerin ve köylülerin sorunlarının çözülmediğini, aksine çiftçilerin ve köylülerin borçlarını ödeye-bilmek için traktörlerini satışa çıkarttıklarını görüyoruz. Tarla emekçileri, ürünlerini yollara dökerek hükümetin uygulamalarını protesto etmiştir. Esnaf ve sanatkârlarında sorunlarını çözeceğini söylemişti; ancak sermayelerin bir kısım insanların ellerinde toplanması sonucunda küçük esnaf can çekişmeye ve şimdilerde de son nefesini verme noktasına gelmiştir. Büyük sermaye sahipleri sanayileşiyor, bu doğru. Oto yol-larda yapılıyor, bu da doğru. Toki’nin devreye girmesiyle toplu konutlar inşa ediliyor; bu yolla bir kısım insanlar inşaatlarda çalışarak işsiz kalmaktan kurtuluyor. İktidar, bu vaatlerini kısmen de olsa yerine getirebilmiştir.
AKP döneminde, maliye bakanlarınca tarım ve hayvancılığın ilerlediği devamlı dile getirilmektedir. Vatandaş olarak vaziyet-i coğrafyaya şöyle bir baktığımda; tarım ürün-lerinin ve tohumlarının sürekli ithal edildiğini görüyorum. Tarım ilerlediyse, ürünlerimi-zi ihraç etmemiz gerekiyordu. Burada siyasi iradenin halkın gözünün içine baka baka dibe vurmuş ekonomiyi savunduğunu görüyorum.
Tarım gibi hayvancılığımızın da iyi noktalarda olduğu iddia ediliyor. Şayet hayvancı-lığımız iyi durumdaysa, niçin Uruguay’dan angus türü iri baş hayvanlar ithal edildi? Bu durum, hayvancılığımızın tükendiğinin, ülkenin et ihtiyacının karşılanamaz hale geldiğinin açık bir göstergesi değil midir?
Her ayın üçünde enflasyon rakamları açıklanır. İktidar, sırf enflasyonu düşük göste-rebilmek için satılamayan mallar üzerinden enflasyon hesabı yapmaktadır. Gerçekten ekonominin ruhuna uygun bir enflasyon rakamı açıklanacaksa; çarşı-pazar dolaşıl-malı; mazota, elektriğe, suya, meyve, sebze ve diğer tüketim maddelerine yapılan zamları da göz önünde bulundurması gerekmektedir. Hükümet, gerçek enflasyon rakamlarını açıkladığında, enflasyonun çift haneli olacağını bilmektedir. Hükümetlerin yaptığı, halkı saf yerine koyup, yıllar boyu uyutmaktır.
Benim görebildiğim başka hususlarda vardır. Hükümet, ülkeyi yönetirken iki yöntem kullanıyor. Birincisi: Ver kurtul. İkincisi: Sat kurtul. Ülkenin ekonomik yapısı bu iki ayak üzerine kurulmuş durumdadır. Cumhuriyetin kazanımları olarak gördüğümüz tüm kitler, otoyollar, köprüler, barajlar, limanlar vs. özelleştirme adı altında büyük kısmı yabancılara satılmış durumdadır. Buralardan elde edilen gelirlerin, yatırımlara dönüşmesi beklenirken; maalesef borçların ödenmesine harcanıyor! Yabancı yatırım-cılar, ülkemize yatırım yapmaya davet ediliyor. Böylelikle işsizliğin önleneceği öngö-rülüyor! Bu özelleştirmeler sürerken; yeraltı madenlerimizin de bir kısmı yabancılara olmak üzere satılmaya başlandı. Oysa yeraltı madenlerimiz kanunda belirtildiği üzere milletin malıdır ve hiçbir kişiye veya kuruma satılamaz. Bu satışlardan da elde edilen gelirlerin yatırıma dönüşmesi beklenirken, maalesef elde edilen gelirler dış borçların ödenmesinde kullanılmıştır. Yeraltı madenlerimizin tamamı, halka arz edilip, devlet-millet işbirliği ile işletilseydi; hem halkımız kazanacaktı, hem devletimiz kazancıktı. Ne yazık ki; halkın ve devletin menfaatleri yerine yabancı sermayenin menfaatleri tercih edildi.
Ver kurtul konusuna gelince: Pek çok yazar, çizer ve aydın kişilerden dinlediğimize göre; sıfır sorun parolasıyla yola çıkan AKP Hükümeti, AB’ye üye olabilmek adına ülkemize dayatılan pek çok konuları kolaylıkla kabul etmiştir. Bunların başında, Kıb-rıs’ın durumu, Yunanistan’la aramızda sorun olarak devam eden on iki mil meselesi. Ruhban okullarının ve kiliselerle kilise evlerinin peşi sıra açılması. İstanbul’da bir din devletinin kurulması Trabzon’da Pontus ruhunun yeniden canlandırılması. ABD’nin dayatmasıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde Kürtler için bir özerk devletin inşa edilmesi. Bu sorunların tamamının şimdilik ütopya olduğunu düşünüyorum ve iktidarın da bu konulara hassasiyetle yaklaşacağını ümit ediyorum.
Düzen içinde, yalan vaatlerle iktidara gelenler olurda; bu bozuk düzen içinde varlık-larını sürdürme çabasına düşen düzenbazlar çıkmaz mı sahneye? Hem de öyle bir çıkarlar ki; ne düzenin düzeni, ne iktidarın emniyet güçleri baş edemez onlarla.
Hırsız kişiler, çağdaş olmak zorundadır. Güncel olmak zorundadır. Yenilikleri takip etmek zorundadır. Bütün bunlar, en iyi, en seri ve en kaliteli bir şekilde mesleklerini yerine getirebilmeleri için gereklidir. Yenilikleri takip ettikleri için, son model bir aracı birkaç saniye içinde çalıp, götürebiliyorlar. Evlerin, emniyetli çelik kapıları yine birkaç saniyede açılıyor ve ev bir anda boşaltılıyor; kimselerin ruhu duymadan. Bütün bun-lar, hırsızların mesleklerini ne kadar güzel icra ettiklerinin örnekleridir. Onları buradan canı gönülden kutluyorum! Keşke siyasilerde onlar kadar işlerini tertemiz yerine geti-rebilseydi!
Bilgisayar mühendisleri yetişir ülkemizde. İnsanlara hizmet sunmaktır amaç. Ancak; düzenin düzensizliği, onları da kapsama alanına almış durumdadır. Onlarda teknolo-jiyi takip ediyorlar, kendilerini her gün güncelliyorlar. Bütün bunlar, mesleklerini en iyi şekilde yapabilmek için. Onları da kutluyorum. Bankaların Internet bilgilerine girip, mudilerin hesaplarına ulaşabiliyorlar. Her nasıl başarıyorlarsa; mudilerin hesapların-daki paraları birkaç saniye içinde çekip alıyorlar. Sonra da paşalar gibi, beyler gibi ellerini, kollarını sallayarak toplum içinde dolaşabiliyorlar.
Kapkaç çetelerinde de bir başka güzellik ve güncellik görüyorum. Caddelerin kala-balık olmasını beklemek, kapkaççının stratejisidir. Caddeler kalabalıklaşacak, görev ondan sonra başlayacak. Kapkaççı, eskisi gibi kaçarak paçayı kurtarmıyor artık. On-lar, tıpkı yunus polisleri gibi motorize birlikler halinde çalışıyorlar. Motorla, hanımların kollarındaki veya ellerindeki çantaları alıp, kaşla göz arasında kayboluyorlar. Tebrik-ler kapkaççı vatandaş! Sende çağı yakalamışsın!
Hırsızlar, kapkaççılar olurda ülkemde, kalpazanlar olmaz mı hiç? Onlarda diğer meslek gurupları gibi bir örgüt kurarlar. Dünyadaki teknolojik gelişmeleri yakinen takip ederler. Örgüt içinde danışmanları ve başdanışmanları bile vardır. Bu unsurlar, örgü-tün temiz faaliyet göstermesi için elbette yetersizdir. Öyleyse, bu örgüte bir usta mat-baacı gereklidir. Tez zamanda matbaacı da bulunur ve örgüte dâhil edilir. Örgüte, sahte paraları çaktırmadan piyasaya sürecek üçkâğıtçılarda lazım. Örgüt, tez za-manda üçkâğıtçıları bulup, kadrolarına katarlar. Kadro yapılanmasını tamamlayan kalpazanlar çetesi, kaliteli kâğıtları ve boyaları bulduktan sonra hiç vakit kaybetme-den paraları basmaya başlarlar. Basılan tomar tomar paralar, üçkâğıtçıları vasıtasıyla tez zamanda elden çıkartılmaya çalışılır. Örgüt için zaman çok önemlidir. Örgütün en hoşlanmadığı şey, zaman israfıdır. Her ne kadar, sahte para operasyonlarıyla bu örgüt çökertiliyor olsa da, bu üstatları tebrik etmek geliyor içimden! Nasıl tebrik etmeyim ki; onca uğraş sonucunda bir örgüt kuracaksın ve amacına yönelik bir faaliyet başla-tacaksın. Pes arkadaş! Size de pes! Keşke herkes sizin kadar işlerine düşkün olabilse!
Türkiye’nin otuz yıllık siyasi, sosyal ve ekonomik analizlerini kısaca aktardıktan son-ra; insanların bu tablo karşısında üç kısma ayrıldığını görüyorum.
1-) Küçük beyinli insanlar: Sadece kişiler üzerine odaklanırlar: Bu kategorideki insan-lar için, insanların neler yaptığı önemlidir. İyi işler yapmışsa iyi insandır, kötü işler yapmışsa kötü insandır. Bu insanlar bir araya gelerek sürekli dedikodu üretirler. Do-layısıyla bu tür insanlar vasıtasıyla dedikodu kültürü gelişir. Kişi üzerine odaklandıkla-rından, ne olayları irdelerler ne de sistemleri sorgulayabilirler. Tüm yanlışların veya doğruların kişilerden kaynaklandığını düşünürler.
2-) Orta beyinli İnsanlar: Sadece olaylara bakarlar ve olayları sorgularlar. Olayların neden başladığını ve sonucunun ne olduğunu anlamaya çalışırlar. Yani, olaylarda neden-sonuç ilişkilerinin analizini yaparlar.
3-) Büyük beyinli insanlar: Sistemler üzerine odaklanırlar. Bu kategorideki insanlar, kişiler ve olaylar üzerinde fikir yürütmezler. Genellikle sistem kurarlar ve bu sistemi hayata geçirmenin gayreti içinde olurlar. Meydana gelen her türlü olumlu ya da olum-suzlukların sistemin sevabı ya da günahı olduğunu düşünürler. Meydana gelen hata-lar, sistemde yapılan bir operasyonla düzeltilir. Böylelikle sistemin revize edilmesiyle, insanların da sisteme ayak uyduracağı düşünülür.
Biz, hiçbir zaman suçluya paye vermedik, vermeyeceğiz. Yukarıdaki yazdıklarımın sadece onları eleştirmekten ibaret olduğunu belirtmek istiyorum.
Buraya kadar aktarmaya çalıştığım tablo karşısında bizler; siyasi, ekonomik ve sos-yal olayların neresindeyiz? Hiç düşündük mü?
Halit Durucan
Emekli, yazar
[email protected]
YORUMLAR
Sevgili uğur kardeşim. Ben, siyasetten nefret eden bir kişi olarak, ülkem ve milletim adına yapılan haksızlıkları rahatlıkla eleştiriyorum. Haksızlık karşısında susmak niye? Birileri bu millete her turlü zulmu reva görürken, bu milleti ahmak yerine koyarken, eleştirmemek niye?
Sevgili Engin Kardeşim. Yorumlarına saygı duyuyorum. İlgin için teşekkür ediyorum. Yazıyı dikkatle okumadığınızı düşünüyorum. zira, verdiğim örneklerde kişilerin isimlerinin geçmesi gayet doğal. Kişiler ve olaylar olmadan ne yorum yapılabilir ne de eleştiri yapılabilir. Benim burada belirtmeye çalıştığım tek şey, olayları bir sistemin bütünlğü içinde değerlendirmekti. Siyasi aktörlerin, sistemin figuranları olduğunu hiç bir zaman unutmaylım lütfen. Sat kurtul konusuna gelince: Bugüne kadar özelleştirme adı altında yüzlerce özelleştirme yapıldı. Ekonomi sırf satmakla ve vermekle mi ayakta kalmalı? Satacak bir şeyimiz kalmadığında düşünün, neyimiz kaldı satacak. Denizlerimiz mi? Lütfen! yer altı madenlerimizin halini şayet iyice araştırmısanız beni eleştirmekten çok siyasi zihniyeti eleştirmeniz gerekiyordu. Sevgilerimi sunuyorum arkadaşım. Eleştirileriniz benim için çok önemlidir. Sağlıkla kal
olmayanadam
Muhterem Halit kardeşim.
Yazınızda pek çok katıldığım nokta var ama olayları kişiselleştirmiş ve karalama yazısına çevirmişsiniz.
Her devrin kendine has yapısı vardır.
Kimi darbe arifesindedir kiminde global ekonomik kriz hakimdir.
Anayasa eli kolu bağlamıştır çoğu zaman.
Hiç birinin sihirli çubuğu yoktur. Düşmanı güçlü ve çoktur.
Sen başbakan olsa ne yazar senden güçlü çeteler varken ülkede.
Siyasetin çirkin yüzüne katıldım ama olayı parti ve şahsi kanalına çekmene katılamadım. Bu kadar basit ve hakkaniyetli değil yazılanlar.
Kimsenin avukatlığını yapacak değilim.
" Ver kurtul, sat kurtul" Yapma kardeşim. Hasım hasıma kavgada böyle iftira atmaz.
İşte bu gibi cümleler yazınızın yapısını bozmuş. Yoksa emeğinize saygı duydum.
Selamlar.