Karanlık
Sokak lambasının ışığında hayat bulan damlalar arnavut kaldırımlarında oluşan su brikintilerine hızla çarpınca yağmurun şiddeti daha iyi anlaşılıyordu.
Geç saatlere kadar devam eden yağmur, şimşeklerin evlerin camlarını titreten gürültüleriyle gittikçe coşuyor,coştukça yollar,tarlalar göl haline geliyordu.
Bir ara kesilir gibi yavaşlasa da gökyüzünü birden uzun ve parlak bir şimşek aydınlatıyor ardından müthiş bit gümbürtüyle yağmur adeta yeniden coşuyordu.
Sanki gök delinmiş ve ardında asırlardır biriken damlalar ellerine geçen son fırsatı değerlendirir gibi dünyaya koşuyordu.
Gece yarısını geçeli çok olmuştu. Yağmur yüklü bulutlar bu hızlı tempodan yorulmuş ve bir mola vermiş gibi tek tük düşmeye başlayınca, yarıya kadar yağmur suyu dolan ve bazı yerlerinden su akan çöp tenekelerinin etrafına biriken sokak kedileri ve köpekleri havanın da tesiriyle biribirlerine ilişmeden havanın durulmasını bekliyorlardı adeta.
Sokak lambalarının emaye taslarından damlayan son bir kaç kırıntı yağmur damlası yollardan akan sel sularına karışıyordu.
Gökyüzünde biriken siyah bulutların kasveti yeryüzüne de ağır ve rutubet kokulu bir hava serpiyordu.
Uzaktan geçen şehirlerarası yoldan geçen uzun yol araçları farlarıyla evlerin köşelerini aydınlatıyor,gözlerine far ışıkları dolan sokak hayvanları gayet rahat ve endişesiz giden araçların arkasından bakıyordu.
Birden "paat!" diye sokaklarda yankılanan bir el silah sesi duyuldu. Köpekler ve kediler oldukları yerde aniden silkinip oldukları yerde durdular.Zira Karadenizin bu şirin ilçesinde hayvanlar da hemen her gün atılan mermilere alışıktı.
Kazanılan bir spor müsabakası,düğün,sünnet,açılış sebebiyle ve en çok birbirlerine mermi attıklarından, insanlar kadar hayvanlar da alışıktı bu tür seslere.
Bir iki sokak arkada silah sesinin geldiği yerde,yarısı ayakları kaldırımda ,başı ve vücudunun belden aşağısı kaldırımda yatan orta yaşlı bir adam son nefeslerini veriyor, dudaklarından dökülen kelimeleri hiç kimse duymuyordu.
Göğsünden yediği kurşunun açtığı yaradan fışkıran kan oluk oluk akan suya karışıyor,bir kaç metre kırmızı aktıktan sonra yavaş yavaş kahverengi suda rengini eritip gidiyordu.
Yüzüne vuran damlalargöz çukurlarında biriken yaşlı adam son nefesini verdiğinde ahşap camilerden yükslen ezan sesleriyle eski evlerin ışıklarından bir kaçı yanıyor ve sokaklarda tek tük sabah namazına giden insanlar belirmeye başlıyordu.
Namaza gidenler cesedi görünce hemen polise haber verdiler,polis olay yerine gelip cesedin üzerini gazete kağıtları ile örttü.
Savcı bey uykulu gözlerle titreyerek olay yerinde zabıt tuttuktan sonra ceset ilçe hastanesinin morguna kaldırıldı.
Olay yerinde yaptığı ilk araştırmada hiç bir görgü tanığı olmamasından endişe ediyor,faili meçhul olmasından korkuyordu genç komiser Serdar
O sabah ilk iş olarak sabah namaza gidenlerin her hengi bir şey görmüş oolabileceği ihtimali üzerinde yoğunlaşıp, sabah namazında cami şadırvanında soluğu almıştı.
Namazdan sonra çıkan cemaatle caminin çay ocağında hep beraber çay içtiler ve bir şey görüp görmediklerini sordu.
Korktuğu da başına gelmişti böylece,hiç kimse ne olayı görmüş ne silah sesi duymuş ne de ölen adamı tanıyordu. Belki de başlarına iş almamak uğraşmamak için kimseden çıt çıkmıyordu.
Sadece bir el silah atıldığını duyan bir kaç kişi çıkmış,bir çoğu onu bile duymamıştı.
Ölen adam ilçeye on sekiz kilometre uzaklıkta, çam ağaçlarıyla kaplı dağların üzerinde kurulan "Babik "adlı köyden yaşlı rençberlikle geçinen kendi halinde birisiydi. Adı Kulaksız Şevki idi.
Yapılan tahkikatta her hangi bir düşmanı olmadığı,kimseyle bir husumetinin bulunmadığı,akrabalarının bu olayla alakalı şüphelenecek bir kişi olmadığını belirtmesiyle iş iyice içinden çıkılamaz bir hale bürünmüştü.
Olayı gören yoktu, ortada husumete sebep olacak bir hadise yoktu,düşman yoktu,parman izi yoktu,boş kovan yoktu sadece tam kalbe isabet eden yedi altmışbeş çapında bir mermi çekirdeği,ve bri ceset vardı ve olayın çözülmesine pek ihtimal veren de yoktu.
Günler boşa kürek çekmekle geçiyordu,bir ipucu bulabilme heyecanıyla el attığı her yer hüsrana sebep oluyor,her başarısızlığın olayı biraz daha soğuttuğunu, içinden çıkılmaz hale getirdiğini hissediyordu genç komiser.
Ancak ona güvenenlerin kendisinde gördüğü cevherin ümitleri hala canlı tutuğu hakikatini de göz ardı etmiyor, "Nasıl durum?" diye soranlara "Her şey daha iyi olacak "diyerek gülümsüyordu.
O akşam eve geldiğinde elektrikler kesikti, merdivenleri çıkarken yaktığı kibrit apartman boşluğundan gelen rüzgarın etkisiyle sık sık sönüyordu.Tam alt katta oturan icra katibinin dairesinin önünden geçerken içeriden gelen bebek ağlaması kulağına çarptı. Tekrar bir kibrait yaktı ve merdivenleri tırmanmaya başladı.
Eve vardığında ilk işi her zaman elini yüzünü yıkamak ve ayaklarını kanapenin üzerine uzatıp bir süre dinlenmek olurduifakat kaç gündür bunları yapmadan başını elinin arasına alıp derin düşüncelere dalıyor, ofluyor, püflüyor yemek masasından nasıl kalktığını,yatağa nasıl girdiğini anımsamadan komodinin üzerinde duran ve içerisinde her saniye atışında başını yerdeki yem tanelerine vuran bir tavuk figürünün olduğu saatin ziliyle yataktan fırlıyordu.
O akşam annesi daha fazla dayanamayıp başına yasladığı elini çekip " oğul nedir senin bu halin,üzülüyorum bu durumundan,hasta olacaksın" diye sorduğunda annesinin yüzüne " nerden anlayacaksın ?" dercesine bakmıştı annesinin endişeli gözlerle onu seyreden yüzüne. Hakikatten de nerden anlayacaktı bu yaşlı kadın onun mühim vazifelerinden, çetrefilli polisiye olaylardan.
" Yok bir şey anacığım,sen üzülme" dedi. Annesi elini omuzuna koydu ve " sen ne olursa olsun benim küçük kara gözlü bebeğimsin, ben seni bilirim canını sıkan bir şey var" deyip ekledi " söyle bakayım neymiş seni bu kadar üzen hadise, veya o kız kim?".
Gülerek annesine baktı "Keşke kız olsa anne" dedi.
"Ya ne o zaman hele bir söyle?" dedi annesi.
Annesinin ısrarına dayanamadı, başladı bir adım ilerleyemediği olayı anlatmaya. Annesi o anlatırken gözlüklerinin altından oğlunu seyrediyor, anlattıklarını can kulağıyla dinliyor bir yandan da bazı hususları tekrar soruyor ve ara sıra "hmmmm" diyerek derinden dinlediğini hissettirmeye çalışıyordu.
Sonunda Serdar "İşte böyle anacığım ne gören var ne duyan kaldım karanlık bir kuyuda, o saatte kimsecikler yokmuş ortalıkta". dedi ve ellerini tekrar başına dayayıp düşünmeye başladı.
Annesi "Oğul icra katibinin karısı çok güzel bir kız doğurdu fakat çok gazı oluyor bu sebeple o küçük bebek devamlı ağlıyor, bakıyorum bazen annesinin gözlerinden uyku akıyor,daima gözleri balon gibi kadıncağızın" dedi.
Olduğu yerden hareket etmeden gözlerini annesine çevirdi boş boş baktı ve içinden " cinayetle ne alakası var bu anlattıklarının anacığım " dedi.
Birden boş bakışlarında şimşekler çakmaya, elleri titremeye, annesinin dediklerini içinden bir kez daha tekrarlamaya başladı.
Ne demişti annesi az önce "bebek devamlı ağlıyor, annesinin gözünde daima şişlikler ,kadın uykusuz kalıyor", demek ki...
Annesine döndü,sıkıca bir sarıldı ve "sen içişleri bakanı olmalıymışsın " dedi kahkaha atarak.
Sabaha kadar bir o yana bir bu yana döndü durdu.Ve ilk ışıklarla koşar adım müdürlüğün merdivenlerinden çıkarak cinayet dosyasını eline aldı.
Mahalle muhtarından o ay içerisinde doğum yapan kadınların isim ve adreslerini aldı. Eğer cinayet saatinde herkes uyuyorsa bebeği olan bir annenin,hele bebeğin gazı da var ise uyuması imkansızdı. Ve o anneyi veya anneleri bulacaktı.
Adreslere teker teker yaptığı ziyaretlerde bazılarının bulunduğu adreslerde olmadığını,başka bir yere taşındığını bazı annelerin de o saatlerde uyuduklarını ve hiç bir şey duymadıklarını görmediklerini tespit edince yeise kapılıp kalan iki adresi de içinde son kırıntıları kalan umut ile ziyarete karar verdi.
Elindeki adres cinayetin olduğu yere bakan birinci kattaki daireyi göstriyordu.Kapıyı çalınca karşısına çıkan kadının yorgun halinden bir netice alamayacağını anlamış fakat ne olur ne olmaz diyerek diğer annelere sorduğu soruları hızlı bir şekilde sorup, bir an önce orayı terketmek arzusu dolmuştu içine.
Sorulan soruları ilk önce anlayamayan kadın bir müddet sonra o gece çocuğunun ateşler içerisinde olduğunu, sabaha kadar onunla uğraştığını, bir ara pencereden dışarıya baktığını ancak yaşlı bir adam göremediğini söylemişti.
Ve hemen akabinde camdan bakınca iki delikanlının sokağın köşesinde beklediğini,yağmur hızlanınca bir ara ortadan kaybolduklarını söyledi.
Aradan yarım saat geçmişti ki yine camdan bakan kadın o iki gencin bu sefere elinde bir şemsi,ye ile beklediğini, o sattlerde ateşi düşen bebeğinin ve kendisinin uyuduğunu ,herhangi bir ses işitmediğini söyledi.
Bütün anlatılanları not eden genç polis kadının tereddüt ettiği bazı hususları bir defa daha sorarak iyice emin olmak istemişti.
Bir gün içerisinde bin yıllık yol katetmiş kadar yorgun, bir o kadar da mutluluk hissiyle dolmuştu yüreği.
Diğer bebekli kadına gitmeden koşar adım çıktı ve polis müdürlüğüne gitti.
Ellde ettiği bilgileri bir kez daha teker teker okudu. Bir daha okuyup tekrar not aldı.
Orada bekleyen iki kişi yağmurun sağanak hale dönmesi sebebiyle o saatte açık bir yer bulmuş ve oradan bir şemsiye temin etmişlerdi. O saatte açık olabilecek çok az yer vardı. Bir tanesi ilçenin en eski taksi durağıydı ve olay yerine oldukça uzaktı. Diğer yerlerden biri ilçenin kara fırını,iki de sabahçı kahvesi vardı.
Çalıştığı ofisten çıkar çıkmaz olay yerine en yakın sabahçıkahvesine attı kendini. İçeride öğlen olmasına rağmen sabahçı kahvesi olmanın sıkıntısı ve tembelliği hissediliyordu. Masaların üzerinde uzanıp uyuyakalmış üç beş kişi,eski gazeteleri merak ve dikkatle okuyan iki yaşlı adam,ayağının yanına yasladığı valizini tutan bir delikanlı ve bir köşede denk kurulmuş bir yatak yorgan göze çarpıyordu.
Kahveci içeri gireni tanımış "abi hoşgeldin ,ne içersin?" diye soruvermişti. Serdar konunun fazla uzamasına meydan vermeden cinayet işlendiği gece kahvede kimin çalıştığını sormuş, çaycının "Boğosoğlu İbo vardı abi,az sonra gelir" izahıyla en yakınındaki masaya oturup ince belli bardakta sunulan demli karadeniz çayını yudumlamaya başlamıştı.
Biraz sonra içeriye giren mavi iri gözlü kel kafalı adamı Serda’a gösteren çaycı "işte abi Boğosoğlu İbo geldi" ve İbrahim’e dönerek "bak abi seni bekliyor ne vukuatı işledin yine oğlum" diyerek kahkahayı bastı.
Serdar’ın keskin bakışları kahvehanenin avami kahkahalarını bir anda bıçak gibi kesince, herkes masanın etrafına oturup genç komiserin yüzündeki ciddiyeti seyretmeye başladı.
Serdar gece ocakçısı İbo’ya dönerek "Cinayetin işlendiği gece kahvehaneye gelen giden oldu mu?" Diye sordu, Boğosoğlu İbrahim " Oldu bir kaç kişi,bir de sabahlayanlar vardı aha bu masalarda "dedi eliyle masaları göstererek.
"Geç saaattlerde şemsiye isteyen oldu mu? "diye sorunca Serdar Komiser ,İbrahim düşünürmüş gibi gözlerini kısıp tavana baktı ve heyecanla " Heee oldu yaa, Babik’li Alpaslan ile kardeşi geldi, yağmurdan sırılsıklam olmuşlardı, tomruk getirmişler ilçe’ye satmaya, köy yollarının bazı yerlerinde kopmalar olduğundan geç kaldıklarını söylediler. Bir şemsiye istediler ben de vardim.Yaklaşık bir saat sonra geldiler iade edip gittiler." dedi.
Serdar ifade için karakola gelmelerini gerektiğini söyleyerek yanında Boğosoğlu İbrahim ve Ocakçı Kuru İsmet ile kahvehaneden çıktılar.
"Karanlık sadece aydınlık düşünceye kadar gizleyebilir göğsünde uyuyan her şeyi" diyordu içinden genç polis.
YORUMLAR
erolabi
değerli yorumunuza şükranlarımı sunarım kardeşim
Anılarınızı ve öykülerinizi okumak güzel. Özellikle bu öykünüz daha bir özenilmiş geldi bana. Hem biçim olarak hem de öykü olarak. Aslında bu öyküyü devam ettirebilirsiniz. Gider yani. Kutluyorum sizi. Saygılarımla.
erolabi
Başka maceralarla devam ettirmek isteridm ya.
İşyerinde yazmak zor.
Evde çocuklar boş bırakmıyor...
Hem iş yapıyorum hem yazıyorum.Şimdi olduğu gibi.
Değerli yorumunuza şükranlarımı arz ederim kardeşim.
Polis değil Zehir hafiye işi çözünleme.
Anlatım sıkmuyor. Her şey öykü havasında ve tadında.
Tebrik ederim.
Sevgi ve selamlar.
erolabi
Kıymetli Hemşerim.
Yorumun için teşekkürlerimi sunar hayırlı günler dilerim
Erolabi... Ben yorumumu yazına değilde sana yapaçağım izninle...Yazıların bir yukarıdan, bir aşağıdan, bir yukarıdan bir aşağıdan vuruyor...Mizah yazıyor güldürüyor, dram yazıp ağlatıyorsun... Aradada birde böyle değişik dallarda geziniyor bizleri düşündürüyorsun...
Seni okumak bir tutku oldu bizlerde... Hele seni tanımak bir özlem...
Ama sana kurtuluş yok bilesin... Dostluklar ekranda kalmıyor gün geliyor bilekler havada kilitleniyor, insanlar birbirinin anlından öpüyorlar...
O günler gelecek ve senide tanıyıp anlından öpeceğiz...şimdilik gözlerinden öptüm...
erolabi
İnsan aynen böyle değil mi?
Bir yukarda,bie aşağıda..
bir var...
Bir yok.
Çok teşekkür ederim yorumun için.
İnşaallah bir gün görüşeceğiz.
Nasip.
saygılarımla.
erolabi......sen varya sen.....öldüreceksin beni....polisiye çok zor bir yazım türüdür....yalnız senin kalemin için değil tabi....saygılar
erolabi
Çok teşekkür ederiim yorumuna,
saygılarımla.
abi süpersin ...
hemen bitirme devamı gelsin beklliyorum kendi adıma..
saygılar
erolabi
teşekkür ederim.
:))))
Sevgilerimle .
erolabi
Çok hoşuma giden bir hadis " İnsanlar uykudadır,çldüğünde uyanır" diyor Peygamberimiz.
Allah'tan size ve evladınıza sağlık ve rahatlık diler, saygılarımı sunarım.