- 1437 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
NE ZAMAN YAĞMUR YAĞSA
Ne zaman yağmur yağsa içimdeki çocukluğum depreşir. Ne zaman yağmur yağsa kerpiç evlerin toprak damları başıma akar. Yağmurlu havalarda nedense bir hüzün kaplar içimi; Sıkılırım, bunalırım. Bir yerde sanki bir şeyler olacak gibi; Bir hüznün, bir acının, bir kara haberin geleceğini beklerim çocuksu yüreğimde, açsam da yüreğimin bir yanını rahmet deryasına, diğer yarısında içimin acıdığını hissederim.
Mustafa Öğretmen; 1960 Yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden Göçmen ailenin en küçük çocuğu idi. Daha çocuk yaşta iken ailesi ile birlikte yirmi hanelik bir grupla geldi Orta Anadolu’nun bir bozkır köyüne. Çocukluk yıllarını sıkıntı ile geçiren Göçmen Mustafa, gençlik yıllarını istediği gibi sakin, muteber bir yaşantı ile geçirdi. Pazarören Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra Anadolu’ nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptı. Evlenip çoluk çocuğu karıştıktan sonra kendi köyünde devam etti mesleğine.
Bilmem sıkıntıdan, bilmem çekilen çileden kafasında kalan saç sayılacak kadar az, kendisine yakışan bir kellik, teni; kırmızı-sarı arası, sakinliğinde sarı, kızdığında kırmızıya dönüşebilen. Gözleri deniz mavisi, yüzü güldüğünde göz çukurunda kaybolan küçük bir çift cam misket. Orta boyda, kilosu boyu ile orantılı, tatlı sert, kırdığı insanlardan özür dileyecek kadar asil. Yardım sever, köyü ile bütünleşen, insanı ile dertleşen bir köy öğretmeniydi. Aynı zamanda öğretmenim.
Nisan ayının başı, yağmur yağmakta
Anaların yüreğine damlayan gözyaşı gibi
Herhangi bir yerinde memleketin
Beyaz badanalı
Kırmızı kiremitli
Okulun bahçesinde çocuklar ıslanmakta.
- Giriş zilini çal Ömer Efendi, yağmur başladı. Çocuklar ıslanmasın.
- Hemen çalayım Hocam.
Ömer Efendi yerinden kalkıp; kırmızı saplı, çanlı zili eline aldı. Dışarıya çıktığında, yağmurun içerden göründüğünden fazla yağdığını fark etti. Bir taraftan elindeki zili sallayarak okulun etrafını dolaşıyor, bir taraftan da;
- Haydi, çocuklar zil çaldı. İçeriye girin, ıslanmayın, teneffüs bitti diyordu koşarak.
Öğretmenler odasının penceresinden Ömer Efendiyi izleyen Mustafa Öğretmen, saatine baktı. Çocuklar son derse girecekti.
Mustafa Öğretmen sınıfa girince masasına geçip oturdu. Çocuklara bir önceki dersten kalan yazılarını tamamlamasını söyledi. Yeni bir gök gürültüsü ile oturduğu yerden kalkıp pencereye doğru yürüdü. Pencereden baktığında Göçmen Sokağından aşağı Uzun Hasan ile Değirmenci Molla Efendi’nin bahçe duvarı arasından, yağmur selinin, okul bahçesi içerisinden geçen dere yatağı boyunca aktığını gördü. Bir müddet bu manzarayı pencereden seyretti. Ders saatinin bittiğini Ömer Efendinin çaldığı zil sesi ile anladı. Öğretmenler odasına gidip baharlık kısa paltosunu üzerine giyindi, öğle yemeğine eve gidip yemekten sonra tekrar öğlenci çocukların dersine gelecekti. Dışarıya çıktığında yağmurun şiddeti azalmıştı. Göçmen sokağından yukarı, evine doğru giderken, değirmene varmadan, yolun kenarında yağmurdan ıslanmış küçük bir köpek yavrusu gördü. Eve götürmek üzere yavruyu alıp paltosunun altına soktu, sol eli ile paltonun kıvrılan ettiğini alttan tutarken, sağ eli ile de yavruyu okşuyordu. Sevimli köpek yavrusu bu ilgiye alışık olmadığından bir hışımla parmağını ısırdı. Canı yandı Mustafa Öğretmenin. Sevgi ve merhametin karşılığı bu olmamalıydı. Dış bahçe kapısından içeriye girdiğinde kucağındaki köpek yavrusunu sundurmaya bıraktı, üzerine duvarda asılı çulu alıp örttü. İç bahçeden odaya geçtiğinde eşine:
- Sundurmaya bir köpek yavrusu bıraktım. Gelirken yolda buldum. Yağmurda ıslanmış. Karnı da açtır mutlaka. Ona da biraz yemek verelim olur mu?
- Tamam, sofra hazır, sen yemeğe otur, ben köpeğin yemeğini vereyim.
- Ellerimi yıkayıp geliyorum.
Lavaboda ellerini yıkadı. Su değdiğinde köpeğin ısırdığı parmağına yine
Canı yandı. Kan akmamıştı ısırılan yerden ama baktığında dişlerinin izleri belli oluyordu.
Eşi geldikten sonra birlikte yemeklerini yediler. Öğleden sonraki dersi için tekrar okula gitti. İçinde bir şeylerin yer değiştiğini hissetti. Birden bir sıkıntı sardı etrafını, sonra:
“Aman sende boş ver.” Dedi kendi kendine. Okul dağılımı eve gelirken köpeği bulduğu yere geldiğinde birden içi acıdı. “ Zavallı hayvan nasıl da ıslanmış “ dedi. Günler birbirini kovaladı, yağmurlar yağdı bardaktan boşanırcasına, toprak altında kıpırdamakta olan baharın müjdecisi börtü böceğe inat bir şeyler son buldu Mustafa Öğretmenin sevgi dolu yüreğinde. Önce gülen yüzü terk etti onu, sonra içinde büyüttüğü sevdası gitti yanı başından ardına bakmadan. Nisan yağmurları hazanı beraberinde getirmişti yufka yürekli Mustafa Öğretmenin sevda bahçesine. Rüzgârda ağaçlar kırılıp çatırdadıkça, onunda içerisinde bir şeyler kırılıp düştü yanına. Akrep yelkovana yetişse de, yelkovan yerinde durmadı bir türlü. Keçi kalesinin ardından batan güneşin her kaybolmasıyla bir şeyler kayboldu Mustafa Öğretmenin hazan ülkesinde. Zaman bir şeyleri alıp götürmekteydi haraç, mezat.
Kara bulutlar başına toplandı. Kovanını terk eden arı oğulu gibi üzerine saldırdı çaresizliği, derinlerden umutsuzluğu haykırdı solgun yüzüne, ilkin gök mavisi göz bebeğinin rengi değişti bedeninde, sonra tüm renklerin yerleri değişti birer, birer umut dünyasında.
İnsanlardan kaçmak, evinden kaçmak, eşinden, çocuklarından kaçmak çok sevdiği öğrencilerinden kaçmak ona göre değildi. Ama o sıkılıyordu, boğuluyordu, takip ediliyordu adım, adım görmediği, bilmediği birileri tarafından.
Eşi onun bu durgunluğunu, dalgınlığını gördüğünde bir rahatsızlığı olup olmadığını sordu ise de o her seferinde bir şeyim yok deyip başından savdı
Eşi doktora götürmek istediyse de bunu istemedi Mustafa Öğretmen. İstirahat ederse rahatsızlığının geçeceğini söyledi eşine. Ve bir Akşam:
- Bu gece yatakları ayıralım, dedi.
- Nedenmiş o?
- Biliyorsun rahatsızım, istirahat etmem lazım.
- Sen bilirsin…
- Yatmadan önce bana bir bardak su ver.
Eşi elinde bardakla suyla yanına geldi. Su dolu bardağı uzattığında Mustafa Öğretmen elinin tersi ile vurup bardağı döktü, eşi bir anlam veremedi.
- Mustafa iyi misin?
- Görmüyor musun iyiyim.
- Ben tekrar su getireyim.
- Hayır istemem.
- …
- Zeynep…
- Efendim Mustafa.
- Bahçedeki köpek yavrusu ne âlemde?
- Allah, Allah. Sırası mı şimdi köpek yavrusunun?
- Sana nasıl olduğunu sordum.
- İyidir herhalde, bugün çocuklar verdi yemeğini, ben hiç görmedim.
- Çocuklar mı?
- Evet çocuklar.
- Çocuklar da iyi mi?
- Mustafa korkutuyorsun beni, neler oluyor söyle Allah aşkına.
- Dün gece bir rüya gördüm. “Okulun etrafını bir ateş çemberi sarmıştı. Çocuklar ve ben bu ateş çemberinin ortasında kalmışız. Biz bu ateş çemberinden kurtulmaya çalışırken birden yağmur yağmaya başladı. Yağan yağmur bu ateş çemberinin çok yerini söndürdü. Ancak! Bir yer vardı ki orayı yağmur bir türlü söndüremiyordu. Ben yangına müdahale ettiğim sırada elim yandı. Sonra orası kendiliğinden sönüverdi.”
- Garip bir rüya, hayırlara vesile olur inşallah.
-…
- Hadi sen uyu, Allah rahatlık versin, bende çocukların yanına gideyim.
- Zeynep.
- Buyur Mustafa.
- Çocuklara iyi bak…
- …
Zeynep Hanım eşinin yattığı odadan çıktıktan sonra çocukların odasına geldi. Tek, tek çocuklarının başucunda durdu. Masum, güzel yüzlerine baktı. Kendisinin gözlerinde uykudan eser yoktu, oysa diğer zamanlar bu saatlerde çoktan uyurdu. Eşinin durumunu hiç beğenmemişti. Durup dururken nereden çıkmıştı gece yarısı : “ Köpek yavrusu ne âlemde” , “ Çocuklara iyi bak “ sözleri.
- Çocuklar iyi, birde şu köpek yavrusuna bir bakayım hele, dedi kendi kendine. Sonra iç bahçeden çıkıp dış bahçedeki sundurmanın altında yatan yavrunun yanına vardı.
El fenerini köpeğe doğru tuttuğunda gördüğü manzara karşısında şok olmuştu, köpek olduğu yerde kıvranıyor, ağzından salyalar akıyordu.
- Mustafa, Mustafa. Bunu yapmayacaktın.
Şaşırmıştı, Perişandı. Hemen sokağa çıkıp Balcı Mehmet’in evine koştu. Sokağa bakan büyük ağaç kapıyı öyle bir çalışı vardı ki sokakta oturan diğer komşuların duymamasına imkân yoktu.
Üç beş evin lambasının şavkı birden vurdu sokağa, pijaması ile sokağa çıkan evin beyleri arkasından, gecelik kıyafeti ile hanımları göründü arkasında. Balcı Mehmet bir taraftan üzerine çeketini giyinirken bir taraftan da:
- Hayrola Zeynep Hanım bu vakitte?
- Koşun, yalvarırım koşun Mustafa… Köpek…
- Ne oldu Mustafa’ya ne diyorsun, ne köpeği?
- Kuduz.
- Ne?
- Kuduz diyorum kuduz olmuşlar.
Diğer evlerin lambaları da yandı ardı ardına, gece yarısı bir anda sokak insanlarla doldu. Geceyi delen bu çığlık sesine çocuklar uyandı yatağından sıçrayarak.
Hücum ettiler bahçe kapısından içeriye, birbirini iterek, korku dolu gözlerle baktılar sundurma altındaki köpek yavrusuna. Ağzı salya ile dolmuş köpek yavrusu ölmek üzere idi, belki de son nefesini alıp veriyordu. Kalabalık arasından sıyrılıp öne çıkan Değirmenci Molla Efendi iki kolunu yana açıp kalabalığı elinin tersi ile geriye doğru iterken:
- Uzak durun, bu hayvan kuduz. Sakın ha yaklaşmayın. Zeynep kızım. Mustafa Hoca hangi odada yatıyor.
Kendisinden geçmiş olan Zeynep Hanım, bir an kendine geldi ve son bir hamle ile
- Misafir odasında diyebildi.
- Çekilin, yol verin bana.
Misafir odasının kapısını araladığında; Mustafa Öğretmeni yatağın içerisinde oturken buldu, tereddütle kapıyı biraz daha araladığında, Mustafa Öğretmen kafasını kaldırıp Değirmenci Molla Efendi’ye baktı. Göz göze geldiler ancak konuşmadılar. Değirmenci Molla Efendi kapıyı yavaşça çekip dışarı çıktı.
- Durumu iyi değil Mustafa Hoca’nın. Kapıyı üzerinden kilitleyelim. Mehmet sen hemen telefonla Jandarma’ya durumu bildir. Ambulans göndersinler, hadi elimizi çabuk tutalım.
Göçmen sokağından köyün içine yayılan siren sesi geceyi yırttı bir baştan bir başa. Kasabadan gelen Jandarmaların koruması altında bindirildi Mustafa Öğretmen ambulansa elleri arkasından bağlanarak.
Ve tek bir kurşun sesi duyuldu, ambulans sireninin yarıda bıraktığı geceyi kalan yerinden yırtmak için. İkiye bölündü gece, ikiye bölündü insanlar. Bir yanı ambulansta giden Mustafa Öğretmende, bir yanı Jandarmanın silahından çıkan kurşunla ölen sundurmada kanlar içinde yatan köpek yavrusunda.
Kasabadan vilayete, ardından Başkent’e gönderildi ambulansla Polis koruma aracı eşliğinde Mustafa Öğretmen.
Köy geceden karantinaya alındı, girişi çıkışı tutuldu Jandarmalarca. Bu güvenlik çemberi altında Mustafa Öğretmenle temas eden herkes kuduz aşısı oldu günlerce, haftalarca.
Ölüm haberi geldi Mustafa Öğretmenin. Cesedinin bir kireç kuyusuna atıldığını söylediler köylüye. Geldiği gibi, garip gitti bu köyden Mustafa Öğretmen bir gece yarısı, bir daha gelmemek üzere…
Ne zaman yağmur yağsa ayağa kalkar hatıralarım,
Ne zaman yağmur yağsa ben hep Köy Öğretmeni Göçmen Mustafa ‘yı hatırlarım.
Ne zaman yağmur yağsa, ne zaman geçsem Göçmen sokağından, ben hep ağlarım,
O yüreği sevgi dolu Muhacir’e, kollarımı bir Ensar gibi dolamadığıma yanarım…
Ruhun Şad olsun Öğretmenim.
Şefaatli, 1984
Yüksel Erentürk YILMAZ
YORUMLAR
Yüksel Erentürk YILMAZ
Yazı çok güzeldi fakat anı çok acıydı. Paylaşım için teşekkürler.
saygımla...
Yüksel Erentürk YILMAZ
Güzelliklerle kalın efendim. Muhabbetle...
Yüksel Erentürk YILMAZ
Saygılarımı sunuyorum.