- 634 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
2 Metrekareye Bir His.
25’indeydi...
Zor günlerin altına çekmiş bir tabure, oturup dinleniyor. Öyle bir izlenim veriyor ki, sanki yoğun bir akışa sahip trafik ortasında mahsur kalmış da çevresinden geçen onca aracı sadece seyredebiliyor. Ne ağzını açıp tek bir kelime edemiyor, ne de duymak istemediği sesleri kısamıyordu. Sadece olanları izliyor, sadece duyuyor ve sadece düşünüyor.
‘En Büyük Kardeş’ diyoruz. Keşke hissettirseydi… Keşke yanında ağzımızı bozup konuştuğumuzda kaşlarını çatıp sertçe ikaz etseydi. Keşke gizli bir iş çevirirken herhangi bir odada; ansızın basıverseydi orayı, kulağımızdan çekiştirip…
Olmadı.. Demiştim ya; bir şey olması gerektiği için oluyor diye. Aynı konu üzerine bir başka hatırı sayılır âlim diyor ki: Bir şey olmadı diye üzülme. Ya olmaması gerektiği için olmuyordur, ya da daha iyisi olacağından…
Hayat dolu. Bi’dolu, dopdolu… Yolun başında…
‘25’indeyim’ diyordu bir keresinde. Tek başına kaldığı odada uzanmış, konuşuyordu ötesiyle. Ne tam olarak buradaydı, ne de tamamen ötede. Araf’taydı.
- 25’indeyim. Bir kere de dışarı çıkmak ve kimseye muhtaç olmadan gezip dolaşmak istiyorum. Şehir Stadı’nı hiç görmedim. Orayı gezmek istiyorum. Ama doluyu boşa koyuyorum olmuyor, boşu doluya…
Tam olarak böyleydi sözleri. Biraz nüktedan, biraz şakaya çalan ses tonuyla söylemişti ‘tüm ciddiyetiyle. ‘
‘Köyü çok seviyor.’ Peki sebep?
Herkesçe bir sebep var. Bana göre ise; daha az göz önünde olduğundan ve göz önünde olduğu o gözlerin bilindik gözler olduğundan… Dilediği gibi çıkıp gezebilecek ve o’nu görenler tuhaf tuhaf bakmayacak aksayışına. Ya da alnından boşalan terleri kimse tuhaf tuhaf izlemeyecek. Sebep bu.
Uzun misal… Kısa tutmak gerek son sözleri.
‘Çok şey’e şahit oldum ‘bu evde.’ Bazen kimsenin görmediği, bazen de herkesin gördüğü(!) Sadece gördüğü.
Mesela dıştan kutup kesildiği halde içi yandığı o kadar belli olan bir Tarık gördüm.
Herkes kendi uğraşındayken o da ‘uğraşındaydı’ elinde birkaç ufak kutuyla içeri giren kişiyi görünce. Herkesin gözünün ilişeceği bir noktaya önceden belirlemişçesine oturup elindekileri açmaya başladı anlata anlata. Açılan kutudan çıkanları – nişan yüzüklerini.- merakla izleyenler vardı. Ben, ilk durağımı belirlemiştim bile. O’nun yüzüne pusu kurmuştum ve avlayacağım bir çift ‘mimik’ bekliyordum. Tam yüzükler tebessüm edince gözlere, aniden yerinden kalkıp dışarı çıktı. Herkes ‘yine lavaboya’ gidiyor diye düşünse de öyle değildi. Evet, lavaboya gitti. Belki elini yüzünü yıkamaya. Ama o su, söndüreceği yeri biliyordu çok önceden.
Benden sonra fark eden oldu elbet ama ne fayda. Haklı ya da haksız yok burada. Asla.. 4 his vardı sadece.
- Heyecan-lılar.
- Merak-lılar.
- Farkında Olan-lar. Ve
- İçten içe yanan…
-lar eki yok. Sadece tekil. Paylaşacak bir hissi yok. Tenha yer nere ise her zaman oraya konar. Herkesten çok istiyor ‘ikisinin’ mutluluğunu. Öylesine belli ki ‘o’nu sevdiği, diğer kardeşlerinden en en üstte tuttuğu… Ama yine de kendiyleyken açığa vurmuştu zaafını:
- 25’indeyim, demişti.
Sadece 25’inde… Ve yalnızca bir kere 25’inde olacağını bile bile hissediyordu yüreğine batan kıymıkları.
(25 yaşında, bedensel engelli olan ve şu günlerde kendisinden 3 yaş küçük olan abimin evlilik sohbetleri üzerine yaşadığı içsel hüzünden etkilenip yazdım.)