- 1503 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
UZAKLAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Takvimler 1993 Yılı Temmuz’unu gösterirken nem oranı yüksek, sıcak bir akşam Adana’ da. Gece görevini almak üzere görev yaptığım Karakola geldim. Mukayyit ( Yazıcı ) arkadaşımdan geceye devreden olay olup olmadığını sorduğumda; “Ruhsatsız silah taşımak “ suçundan nezarethanede iki şahsın olduğunu söyledi. Sonra arkadaşım iyi görevler dileyip istirahata ayrıldı. Bense yeni bir gecenin yükünü kaldırmak üzere kalem odasına geçtim.
Bu tarih itibari ile C.M.U. K. Yasasının ne bugünkü hali, ne de işkence yapılıyor diye çağırtkanlık yapan insan hakları savunucuları vardı meydanlarda ve ne de Cumartesi anneleri vardı şehirlerin belirli yerlerine kümelenmiş.
Yapılan kontrol sonucu “ Ruhsatsız silah taşımak “ suçu ile gözaltına alınan iki şahıstan ilkini ifadesini almak üzere kalem odasına aldım. İfadesine başlamadan önce bir ihtiyacının olup olmadığını, olayın ailesine bildirilip bildirilmediğini sordum. Karşımda oturan genç yakalanan silahtan ailesinin haberi olmadığını ve de olmamasını, ayrıca ailesinin kendisinin karakolda olduğunu bilmemesini isteyerek benden sadece sigara içmek istediğini bildirdi. Kabul ettim. Sigarasını bitirdikten sonra ifadeye geçtik. İfadesini verdikten sonra tekrar bir sigara daha içip ayağa kalktı. Gözleri üzerimde, hoyrat bir şekilde süzüyordu beni. Sonra birden;
- Memur bey dedi.
- Buyurun Hakan Bey dedim.
- Yok, bir şey… Yutkundu.
- Konuşun lütfen, bir şey mi diyecektiniz, ifadenize eklemek istediğiniz bir şey mi vardı?
- Hayır, hayır sadece teşekkür edecektim.
Hakan beyin bir şeyler söyleyeceği belliydi ancak nedense o bunu saklıyordu. Sonra kafasını öne eğdi, yaptığından pişmanlık duyarcasına;
- Beni nezarethaneye alın! Dedi.
Karakol nöbetçisi arkadaşa seslendim, Hakan beyi nezarethaneye almasını, sık, sık kontrol edip bir ihtiyacı olup olmadığını sormasını rica ettim.
Oturduğum koltukta geriye doğru yaslanmış, Hakan beyin teşekkür sebebini düşünürken kısa bir süre sonra nöbetçi arkadaş diğer şahıs ile birlikte içeriye girdi.
İçeriye giren genç birincisine oranla daha kibar görünüyordu. Gayet temiz giyimli, suçlu olmadığı ilk bakışta belli olan, güler yüzlü, arkadaşı gibi mahcup aynı zamanda tedirginliğini dışa vuran biriydi. Masamın önünde duran koltuğu göstererek oturmasını istedim. Göz ucu ile bana baktıktan sonra teşekkür edip oturdu. Ellerini iki bacağının arasına alıp, başı önünde beklemeye başladı. Sanki benim kendisine soracağım soruları bekler bir hali vardı. Ayağa kalkıp dışarı çıkmak üzere izin istedim. O da benim ile birlikte ayağa kalktı.
- Siz lütfen oturun ve beni bekleyin dedim.
Sonra arka bahçeye geçip kendime ve misafirime iki bardak çay doldurup tekrar odama döndüm. Henüz ismini dahi bilmediğim genç benim odaya girmem ile birlikte ayağa kalktı.
- Memur bey niçin zahmet ediyorsunuz? Dedi.
Cevap vermeden dolu çay bardağını önüne bıraktım.
- Ben Polis Memuru Yüksel, size geçmiş olsun ilk defa mı karakola geliyorsunuz?
Genç, beklenmedik bu soru karşısında öyle heyecanlandı ki, bir an elindeki bardağın yere düşeceğini zannettim.
- Teşekkür ederim Yüksel Bey, benim adım İskender, evet ilk defa geliyorum, neden sordunuz?
- Ben de ilk defa görüyorum sizi, daha önce gelmiş olsaydınız tanırdım herhalde beş yıldır bu karakoldayım.
- Haklısınız, Üniversite öğrencisiydim, yeni mezun oldum.
- Çok güzel, mesleğiniz?
- Öğretmenim.
- Ne mutlu size, çok severim Öğretmenlik mesleğini, hatta idealimdeki meslekti benim. Peki, görev yeriniz? Atamanız yapıldı mı?
- Hayır! Bir ay sonra.
- Görev için düşündüğünüz bir yer var mı?
Genç öğretmen yutkundu, bir müddet cevapsız kaldı sonra;
- Yakın bir çevreyi düşünüyorum, daha sonra il merkezine ailemin yanına gelmeyi yani.
- Ya uzak çevreler ne olacak hocam?
Şu anki konumu itibari ile bir olaydan dolayı zanlı olarak gözaltında bulunan genç öğretmen benim kendisine Hocam dediğimi duyunca ikinci kez suçlu olduğunu hissedercesine başını öne eğdi ve
- Durumlar malum memur bey
- Hangi durumlar?
- Terör olayları. Malumunuz Güney Doğu da okul yakıp, öğretmeni katlediyorlar. Bu olay gerek beni gerekse ailemi tedirgin ediyor. Ayrıca ailem zaten gönderme taraftarı değil ki.
- Güney Doğu da herhangi bir yer çıkarsa gitmeyecek misiniz?
- Bilemiyorum, hiç düşünmedim.
Genç öğretmenle muhabbetimiz Polis-Zanlı ilişkisinden ziyade iki arkadaş, iki dost şeklinde devam ediyordu. Nasıl olsa vaktim vardı. Sohbetten kendisi de memnun görünüyordu. Yine de bundan emin olmak için;
- Hocam, eminim sıkılmadınız?
- Rica ederim memur bey, bilakis memnun oldum, beni rahatlattınız.
- Hocam, hatırlar mısınız? İlkokul yıllarında öğretmenlerimizin öğrettiği bir şarkı vardı hani?
“ Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür.
Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür”
- Evet hatırlıyorum.
- Peki, bu gitmediğiniz, görmediğiniz köylere gidip bu şarkıyı sizde öğrencilerinize söyletmeyi hiç düşündünüz mü?
- İfademi ne zaman alacaksınız?
Anlaşılan genç öğretmen sıkılmıştı, üzerine fazla gittiğimi düşünerek;
- Sıkıldınız mı hocam, ümit ederim konuşmalarım sizi rahatsız etmemiştir.
- Hayır, sıkılmadım da…
- Öyle ise bu acele neden, benim sabaha kadar vaktim var.
- Arkadaşım nezarethanede yalnız kaldı. İfademi vermek istiyorum.
- Elbette, sizce bu kadar önemli mi? Ben zaten sizin olayla bir ilginizin olmadığını biliyorum.
- Daha ifademi almadınız ki?
- Arkadaşınızınkini aldım. O zaten silahın kendisine ait olduğunu söyledi. Bu yetmez mi?
- Yalan söylemiş olamaz mı?
- Olabilir, siz olsaydınız yalan söyler miydiniz?
- Hayır!
- Öyle ise o neden yalan söylesin.
- Af edersiniz memur bey, pardon Yüksel bey ben sadece sizin kanaatinizi yoklamak istedim.
Hala düşünürüm, “kanaatinizi yokladım” demekle İskender öğretmen neyi anlatmak istemişti bana.
Arkadaşı Hakan’ ın almış olduğum ifadesini teyit edercesine ifade verdi İskender Öğretmen. Odaya ilk girdiğindeki sıkıntı ve tedirginlik üzerinden kalkmış, tamamen bir başkası olmuştu, nezarethaneye götürülmek üzere ayağa kalktığında;
- Yüksel bey, size bir şey itiraf etmek istiyorum dedi.
Ben bir an şaşırdım, yoksa ifadesinde bana yalan mı söylemişti. Hayır, hayır böyle bir insanın yalan söyleyip beni yanıltacağına imkân ve ihtimal vermiyordum.
- Buyurun, sizi dinliyorum. İsterseniz oturun, nasıl olsa ifadeniz alındı, sohbet ederiz.
- Hayır, oturmayacağım, böyle daha iyi.
- Pekâlâ, buyurun.
- Şu anıma kadar hiç karakol yolum düşmedi. Aynı zamanda karakolda ne olur, ne biter hiç de ilgimi çekmezdi. Karşınızda affınıza sığınarak ve üzülerek söyleyeyim çocukluğumdan beri Polisleri hiç sevmezdim. Bu saplantı bende lise yıllarında ve üniversite yıllarımda da devam etti, hatta bu olaydan dolayı karakola getirilirken bile bu duygularla kapıdan içeriye girdim.
- Evet, sonra.
- Ancak, sizi tanıdıktan sonra içimde bütün tabuların yıkıldığını, daha doğrusu benim bilmeden, tanımadan içimde şekillendirdiğim Polis imajı, bu odada etmiş olduğumuz sohbet esnasında bir, bir yok oldu. Size çok teşekkür ederim. İyi ki arkadaşım vasıtası ile zanlı olarak da olsa sizi tanıma fırsatı buldum, sizinle birlikte Polisi tanıma imkânı verdiniz bana. Ayrıca uzaktaki köyleri şimdiden düşünmeye başladım, size ne kadar teşekkür etsem azdır, bunu inanın içten söylüyorum, bir başka yerde en kısa zamanda görüşmek üzere, iyi geceler size kolay gelsin, dedi.
Genç öğretmenin bu övgü dolu sözlerine hiç de şaşırmadım. Ancak kendi adıma değil, üzerimdeki üniforma adına gurur duydum. Keşke Polisi tanımadan, bilmeden hüküm veren tüm insanlar da İskender öğretmen gibi oturup sohbet etme imkânı bulabilsem diye geçirdim içimden.
İskender öğretmen tam odadan çıkmak üzere idi ki;
- Hocam, bir dakika lütfen.
- Buyurun.
- Biliyor musunuz? Sizden suçlu olmaz.
- Affedersiniz, anlayamadım.
- Çünkü bunca gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaşan insan asla suçlu olamaz. Ancak iyi bir dost olduğunuzdan eminim.
- Çok teşekkür ederim. Unutmayın sakın, en kısa zamanda görüşmeyi arzu ediyorum dedikten sonra nöbetçi arkadaşın eşliğinde nezaret haneye konulmak üzere odadan çıktı.
O gece birkaç kez yanlarına uğrayıp ihtiyaçları olup olmadığını sordum. Her seferinde teşekkürleri ile karşılaştım.
Kısa bir zaman sonra davetine icabet ettim İskender öğretmenin. Sohbet mahalli bana biraz uymasa da davet olduğu için kabullendim. Tanışmamızın üzerinden bir ay gibi bir zaman geçmişti ki yine bir gece görevindeyken ben, çıkıp yanıma geldi İskender öğretmen. Fakat bu geliş bir suçlu şekli ile değil tamamen kendisinin nezaket ziyareti idi. Mutluydu, ne üzerindeki ilk karakol ürkekliği ne de suçlu duyguların vermiş olduğu mahcubiyet vardı. Değişmişti İskender öğretmen, değişmeyen ise o tertemiz kıyafeti ve güler yüzüydü.
- Abi size bir müjdem var dedi. Kendine has o nazik ve kibar tavrıyla.
- Hayırdır inşallah Hocam, galiba tahmin edebiliyorum ama yine de…
- Tahmin ettiğin gibi, atamam yapıldı.
- Yakın mı bari?
- Mardin.
- Uzaklarda bir yer.
- Ne önemi var.
- Ya aileniz?
- Rıza göstermiyorlar ama ben gideceğim.
- Nereye?
- Uzaklara. Hatırlar mısın? Karakola geldiğim geceyi.
- Elbette.
- İşte o gece çok şey değişti. Benim bütün duygularımı alt üst ettin, düşüncelerimin temelini yerinden oynattın. Ben hep taşın yerinde ağır olduğuna inanırdım ve yerinde kalmasını da mantıklı bulurdum. Oysa hiç de öyle değilmiş. Şekilsiz bir taşın yerinde kalmasının ne anlamı olabilir, yeni bir şekilde yeni bir mekânda bulunmak daha mantıklı geldi sizce de öyle değil mi? Tayinim Mardin’ e çıktığında kendi kendime işte dedim uzaklara gitme vakti geldi. Beyaz badanalı okulun önünde öğretmen bekleyen çocuklarla kucaklaşma vakti geldi. Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür şarkısı bana hiç bu kadar anlamlı gelmemişti. Yine o geceye kadar benim köyümden başkasına köyüm demek sanki ihanet geliyordu bana, varsın ihanet olsun, bütün köyler benim artık. Uzaklara giden bütün yollardan geçmek, peşin hükümsüz, ön yargısız bütün insanları tanımak istiyorum sizi tanıdığım gibi.
İskender öğretmen anlattıkça coşuyordu. Gerilmiş yaydan atılmayı bekleyen bir ok gibi sabırsız, bir o kadarda heyecanlıydı.
- Ben herhangi bir şey yapmadım, kendi kararınızı kendiniz verdiniz ve de en güzelini yaptınız.
- Hayır, istişare
- Elbette, o her zaman olmalı. Peygamber Efendimiz her zaman yaparmış.
- Oysa ben hep istihare yapardım. Tek taraflı düşünür doğru karar verdiğime inanırdım. İstişare sonunda verilen yanlış kararlar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sizi tanımasaydım bilinçaltındaki saklı Polisi hiçbir zaman ortaya çıkaramayacaktım. Sizinle konuşmasaydım uzaklardaki köyü göremeyecektim. Kim bilir belki de siz bile farkında olmadan bana çok şeyler verdiniz.
- Ayrıca size bir müjdem daha var.
- İşte bunu tahmin edemiyorum.
- Evleniyorum
- Anlamadım.
- Evet, yanlış duymadınız, hem de bir haftaya kadar düğünümüzü yapıp eşimi de alıp gideceğim görev yerine.
- Çok sevindim hocam.
- Düğüne mutlaka bekliyorum sizi, ailemle tanıştıracağım.
- Memnuniyetle.
İskender öğretmen mutluydu, ben mutluydum. Daha bir iki ay öncesine kadar adını anmaya korktuğu, ismini duyunca ürktüğünü itiraf ettiği Polisin boynuna muhabbetle sarıldı. Sonra gülerek saygı ile ayrıldı yanımdan. Arkasından kapıya kadar uğurladım. Yerime gelip oturduğumda uzakları, gurbeti benim hatırıma seven İskender öğretmeni kara tahta başında hayal ederken gözlerimin dolduğunu hissettim. Sonra rahatlamak için “ Allah’ım sen beni güzel insanlarla karşılaştır “ diye dua ettim içimden.
Bir hafta sonra düğününe gittim İskender öğretmenin. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Kendisi gibi kibar, nazik mütevazı bir eş seçmişti. Müstakbel eşi ve ailesi ile tek, tek tanıştırdı beni. Sonra;
- Sizi hep yanımda görmek istiyorum diye birlikte fotoğraf çektirdi uzaklarda andıkça bakmak için.
- Belki bir daha görüşemeyiz, sizin telefonunuzu almak istiyorum ben vardığımda sizi arar oralarla ilgili bilgi veririm, haberleşiriz dedi. Ev ve işyeri telefonunu verdim. Not kâğıdını özenle katlayıp cüzdanına koydu. Düğün merasimi sonunda kendisine ve eşine mutluluklar dileyip izin istedim, bu aynı zamanda bir vedalaşmaydı. Vedalaşmayı oldum olası sevmem, bir şeyleri koparır alır yüreğinden, yüreğinin bir yanı senle olsa da diğer yanı gidenlerde kalır. Gidip gelmemek, gelip görmemek düşünmek bile istemem veda anında bunları. Bütün vedalar gibi ikimizde buruk ayrıldık İskender öğretmenin en mutlu gününde birbirimizden.
Uzun zaman haber alamadık birbirimizden. Bir yıl sonra tayinim Şanlıurfa –Birecik ilçesine çıktı. Haftalar, aylar geçip giderken uzaklarda bir kış akşamı ev telefonum çaldı. Bana alo diyen ses hiç de yabancı değildi. Evet, evet İskender Öğretmenin ta kendisiydi, sesimi aldıktan sonra;
- Orda bir köy var uzakta…
- İskender Hocam, Kadim dostum.
- Canım abim.
- Sizi çok özledim hocam, nerdesiniz?
- Ya ben ne kadar özledim bir bilseniz.
- Beni nasıl buldunuz, telefonumu kimden aldınız?
- Ben sende kendimi buldum, telefon numarasını bulmak çok kolay oldu.
- Nasıl gidiyor, alışabildiniz mi?
- Bana vermiş olduğunuz güvenle hiç zorluk çekmedim, ancak köyde telefon yok, hafta da bir gün şehire pazara geliyorum, günde bir sefer şehre gelen bir tek köy minibüsü var. Onu da kaçırdık mı şehirde kalmak zorunda kalıyorsun. Şu anda sizi şehirde bir telefon kulübesinden arıyorum. Abi kusura bakma, beni çağırıyorlar, galiba minibüs kalkıyor. Dedimya yoksa bu gece burada kalmak zorunda kalacağım. Ben seni yine ararım adresini biliyorum artık belki de mektup ile sana uzun, uzun buraları anlatırım.
- Beni merak etme, hoşça kal…
Elimdeki susan telefon ahizesini yerine koyarken gözlerimi yumdum. Karlı, çamurlu yollarda akşamın alaca karanlığında köye kavuşmaya çalışan köy minibüsü içindeki İskender Öğretmeni düşündüm içim burkularak. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum söz verdiği mektubu gönderdi uzaklardan. Nedendir bilmem çocukluğumdan beri mektubun bende ayrı bir yeri vardır. Bizim zamanımızda bugünün teknolojisi cep telefonları yoktu, sıladan gurbete, gurbetten sılaya bütün arzu hal mektupla gider gelirdi. Küçücük zarfın içerisine kucak dolusu hasret doldururdunuz, üzerine düşen iki damla gözyaşı ile ıslansa da bir yerinden, yazdığınız kâğıdı yırtıp atmazdınız yeniden yazmak için, öylece katlar koyardınız elleriniz titreyerek zarfın içerisine. Hatta makbuldü bir kenarından sigara ateşi işe yakmak. Zamanla uzaklara türkü oldu şarkı oldu “ Yine yakmış yar mektubun ucunu” sözleri ile başlayan. Yanan, zarfın içerisindeki kâğıdın bir kenarı değildi, uzaklarda kalan bedendeki yüreğin bir parçasıydı aslında. Çok iyi hatırlarım aynı mektubu üç defa, beş defa hatta daha fazla okuduğumu. Sanki dertlere derman, sanki yaraya sarılan sargı, sanki hasreti bitiren sihirli bir kutu. Kim bilir kaç yıl aradan sonra okuyacağım ilk mektup olmanın vermiş olduğu heyecanla zarfı parçalarcasına açtım. Heyecanlıydım. Uzaktaki dostum yanımda ellerimin arasındaydı. Tek başıma okumak istiyordum, okurken yanımda yakınımda kimseler olmasın, o atmosferi o manevi hazzı kimsenin bozmasını istemiyordum. Öyle de yaptım. Tam arkalı önlü iki sayfa mektup, eğer iyi bir mektup okuyucusu veya yazıcısı değilseniz bunun ne demek olduğunu tahayyül bile edemezsiniz. Henüz içeriğinde ne ile karşılaşacağımı bilmediğim halde bile bu denli sevincim herhalde onu uzaklardan gönderen dosta hasretimden olsa gerekti.
“Değerli Abicim,
Hasretle, muhabbetle öpüyorum seni. Sizden önce kimseye mektup yazmadım. Bu nedenle mektup yazma konusunda eksiklerim olursa beni bağışla. Daha önce de size telefonda bildirdiğim gibi bulunduğum köyde telefon imkânı olsaydı zaten bu mektuba gerek kalmazdı. Bu vesile ile mektup yazmak zorunda kaldım. Ümit ederim memnun kalırsınız.
Abicim, bu hafta sonu salt size mektup yazabilmek için şehire, pazara gitmedim. Haftaya hem alış verişimi yapmak , hem de sana yazdığım bu mektubu elimle postaya vermek için gideceğim. Senin anlayacağın mektubu yazdığım tarihle postaya verdiğim tarih arasında bir hafta zaman farka olacak. Sağ olsun köylüler her sabah giderken bir ihtiyacım olup olmadığını soruyorlar, ancak ben onlara yük olmak istemiyorum. Sonra, hafta sonu gittiğim zaman benim için de bir değişiklik oluyor. Bulunduğum köy Mardin merkeze bağlı, şehir merkezine yakın sayılır. Köy minibüsü ile yarım saat kırkbeş dakika çekiyor, tabi bu biraz da havanın durumuna bağlı. Okul binası taştan yapılma, her ne kadar hayalimizdeki beyaz badanalı okul değilse de yine de bulunduğum yere göre güzel sayılır. Ben ve eşim okula ait lojmanda kalıyoruz. 27 Öğrencim var, okulda tek öğretmenim. Senin anlayacağın okulun hem müdürü, hem öğretmeni, hem de müstahdemiyim. Öğrencileri iki sınıfa ayırdım. Aman Abicim, sınıf derken sakın beni yanlış anlama gözünü seveyim ne de olsa şu anda bu mektubu dostum da olsa bir Polise yazıyorum. Gruba ayırdım diyelim istersen. Bir ve ikinci sınıfları bir sınıfa, üç, dört ve beşinci sınıfları bir sınıfa koydum. Her iki gruba da yetişmeye çalışıyorum. İl Milli Eğitim Müdürümüz yakın zamanda bir öğretmen daha vereceğini söz verdi ancak yeni öğretmen ne zaman gelecek bilemiyorum. Kim bilir belki de hiç gelmez. Buraya birilerinin gelmesi için insanın önce senin gibi bir dostunun olması gerektiğine inanıyorum, öyle değil mi?
Abicim, ben alışmasına alıştım da ancak eşim biraz zorlanıyor, bu da biraz olsun benim şevkimi kırıyor. Ümit ederim cevabi mektubunda bu konuda ona da bir şeyler yazarsanız sevinirim. Öğrencilerimi çok sevdim tabi onlarda beni, hele dördüncü sınıfta bir kız öğrencim var ki sorma; Adı mı? İnanmazsın ama Gurbet. Neden Gurbet olduğunu sordum fakat sorduğuma pişman oldum be Abi. Ailesi tarım işçisiymiş yazın Çukurova’ya yani bizim memlekete pamuk işçiliğine giderlermiş, bu kızımız orada, gurbette doğduğu için adını Gurbet koymuşlar. O kız öğrencime baktığım zaman kendimi Adana’ da zannediyorum. Şu anda ben gurbette olduğum halde Gurbet bana gurbeti unutturuyor.
Hafta sonu olduğu için lojmandayım. Günlerden Cumartesi, hava soğuk, dünden beri yağan kar hala devam ediyor. Her taraf beyaz çarşafa bürünmüş gibi. Belki de yollarımız akşama kapanacak. Kim bilir şimdi Adana’ da havalar ne güzeldir, sahi senin bulunduğun yere de kar yağıyor mu?
Köyün muhtarı genç birisi, bana çok yardımı oluyor. Senin anlayacağın kafa dengi tek farkımız onun iki evli olması evet bu kadar genç yaşına rağmen şimdiden beş altı tane çocuğu var.
Abiciğim, burada yapılacak çok şey var biliyor musun ? İnşallah zaman ilerledikçe onlarda olacak. Benden önce bir iki öğretmen gelmiş buraya bekâr olarak, nedendir bilinmez bir hafta içerisinde işini yaptıran tekrar dönüp gitmiş.
Bu satırları yazdığımda neredeyse akşam olmakta, kar yağışı devam ediyor. Kerpiç damlar karın altında kalmakta bir, bir. Beyaz çarşafı kirleten bacalardan çıkan duman isi, çocukların resim defterini rast gele boyaması gibi sağa sola kayarak gökyüzüne yükseliyor. Köpeklerin zamansız rast gele havlaması, koyunların melemesi ortalığın sessizliğini bozduğu kadar benim de içimde bir hüzün havası estiriyor. Sana bu yazdıklarımı bir kart postala bakıp yazmıyorum, sanki burada kendinizi bir kart postalın içerisindeki resimde hissediyorsunuz. Af edersin ağabeyciğim kapı çalıyor, ben bakmak zorundayım.
…
İyi adam lafının üzerine gelirmiş, bizim köyün genç muhtarıydı gelen, köy minibüsü daha şehirden dönmemiş, merak etmişler. Birazdan birkaç kişi ile yola çıkacaklarmış, onlarla gelip gelmeyeceğimi sordu, bende kabul ettim. Eminim benim yerimde siz de olsaydınız kabul ederdiniz. Mektuba burada ara vermek zorundayım, vakit daha fazla geç olmadan bizim yola çıkmamız lazım, döndüğümde eminin anlatacaklarım olacak.
…
Değerli Abiciğim ben geldim, tekrar merhaba. Üşüdüm, yoruldum ama değdi doğrusu. İyi ki gitmişiz, minibüs kara saplanıp kalmış, hep bir elden çıkartıp geceye kalmadan köye döndük. Birlikte yaşadığım köylülerin böyle yardımına koştukça inanın o kadar mutlu oluyorum ki sorma, bu mutluluğumun büyük payı sana ait bunu sakın unutma. Eminim benim kadar sen de mutlusundur. Hep mutlu kal olur mu? Hep kendimden bahsettim, inanın mektup yazmanın bu kadar zevkli olduğunu bilmiyordum, sizinle telefonla görüşmüş olsaydım bunca haberleri verme imkânı bulamayacaktım, inşallah bundan sonra hep mektuplaşırız sen de beni mektupsuz bırakma. Siz yeni yerinize alışabildiniz mi? Mardin’ e gelirken içerisinden geçmiştim şirin güzel bir ilçeye benziyor, Fırat Nehri de ayrı bir güzellik vermiş ilçeye, sen bunların en güzeline layıksın be Abi, Allah gönlüne göre vermiş.
Bir sonra ki mektup da görüşmek üzere, size ve yengeme hürmetlerimi iletir, yeğenlerimin gözlerinden öperim. Ayrıca eşimin de selamını iletiyorum. Hoşça kal. İskender.”
Çok mektup yazdım, çok mektup okudum ömrü hayatımda; Ancak hiçbir mektup beni bu kadar etkilemedi. Sağ olasın İskender öğretmenim, dostum, arkadaşım. İyi ki seni tanımışım. Bu mektubu kaç kez okudum hatırlamıyorum, belki canım sıkıldıkça, belki onu özledikçe beldi de hatırıma geldikçe okudum, okudum.
Birkaç gün sonra cevabımı yazdım. Nedendir bilmem ben mektup yazdığım zaman, kendime gelen mektuplar gibi, kendi yazdığım mektubu da birkaç kez okuma ihtiyacı duyarım. Öyle zannediyorum ki bu biraz da benim titizliğimden kaynaklanıyor. Mektup benim için tamamen farklı bir iletişim aracı, duygularınız, düşünceleriniz kâğıda aktarılmış ortada duruyor, yanmadıkça, yırtılıp atılmadıkça hep gidenin elinde kalan bir hatıra. Hele bu mektup bir de sevdiğiniz bir dosta yazılmış ise çok farklı bir olay hem senin için hem onun için. Her ne kadar kapalı bir zarf içerisinde saklı, üzeri karalanmış kâğıt parçası olarak görseniz de o mektubu yazanın, kâğıda kokusunun sindiğini okuyucusundan başka kimse anlayamaz.
Günler, haftalar, aylar derken Şark hizmetimin ikinci yılını tamamladım. Geçen zaman içerisinde ne bir telefonu ne de mektubu geldi İskender Öğretmenin. Bayram dolayısıyla bir tebrik dahi de göndermedi. İçimden bir ses; Hala ne bekliyorsun, hadi sen ara bul diyordu. Özlemiştim, sesini duymak, birkaç satır hasbıhal etmek istiyordum ancak bulunduğu köyde telefon olmadığını biliyordum. İçimde bir sıkıntı bir kasvet ile telefona sarıldım. Bayramda Adana’ya ailesinin yanına tatile gelir düşüncesi ile Adana ‘da ikamet etmekte olan ailesini aradım. İçimdeki sıkıntı bir anda sevince bir o kadar da heyecana dönüştü. Telefon çaldıkça benim heyecanım daha da arttı. Birazdan Sevgili dostum karşımda olacak, uzakları yakın edecektik.
- Alo buyurun efendim. ( Genç bir bayan sesine benziyordu. )
- Alo. Hanımefendi iyi akşamlar. Ben İskender Öğretmenin arkadaşıyım, kendisine ulaşamıyorum acaba Bayram tatiline geldi mi?
…
- Alo. Bayan lütfen bir açıklama yapın. Benim için çok önemli, ne olur. Arkadaşıyım, kendisi ile konuşmak istiyorum. İsmim Yüksel, Polis Yüksel derseniz tanır beni. Alo. Bayan ne olur bir açıklama yapın neden ağlıyorsunuz, siz kimsiniz?
- Af edersiniz, ben kız kardeşiyim. Sizin de kim olduğunuzu biliyorum. Fakat Abim artık bizimle değil. O bir daha gelmeyecek. Ne bu bayram ne de başka bayramlarda.
- Anlamadım, yani Siirt’ten Bayram tatiline gelmedi mi?
- Yüksel Abi. Sizin bir şeyden haberiniz yok. Her şey o kadar ani oldu ki sana haber veremedik. İskender Abimi yaz tatilinde trafik kazasında kaybettik.
- Alo. Ne olur bütün bunların yalan olduğunu söyleyin bana.
- Keşke yalan olsaydı.
Kaybetmek. Hem de sonsuza dek. Bir daha kavuşmamak üzere kaybetmek, bu kadar erken kaybetmek. Ellerim titrerken, vücudumda sanki bin bir atlıkarınca geziniyordu. Telefon ahizesi elimden düştüğünde gözyaşlarımı eşimden ve çocuklarımdan saklayamadım. Kendimi toparlayıp tekrar ahizeyi elime aldım. Sadece;
- Hepimizin başı sağ olsun diyebildim.
Kıymetli dostum, sevgili İskender Öğretmenim. Uzaklarda terör belasından çekinirken trafik terörüne kurban olmuştu. Hem de kendi memleketinde. Ölüm… Kahpece de olsan, kalleşçe de olsan hoş geldin kapımıza. Biliyoruz, inanıyoruz ki bütün dönüşler Allah’a dır. ( İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun )
Bir tebessümle bütün tabularını yıkan ve bunu açık yürekliliğiyle ifade eden Sevgili Öğretmenim. Ruhun şad, mekânın Cennet olsun. Doğduğumuzda etrafımızdaki sevenlerimizin sevinç çığlıkları atması o kadar önemli değil. Öldüğümüzde birileri arkamızdan ağlıyorsa, tutup da tabutumuzdan mezarlığa kadar bizimle birlikte geliyorsa, bu güzel bir hayat yaşadığımızın delilidir. Tabutundan tutup mezarlığa kadar gelemedim ama uzaklarda ardından ağladığımı bilmeni isterim. Öldüğüne değil bu kadar erken bırakıp gittiğine kırıldım.
Herkese gülün, herkesi dinleyin; Unutmayın ki herkesin bir öyküsü vardır.
Birecik, 1998
Yüksel Erentürk YILMAZ
YORUMLAR
Gerçektende insana haz veren bir yazıydı aykata alkışlıyorum... Sizi tanımak büyük bir şereftir...
Yüksel Erentürk YILMAZ
Çok teşekür ederim,
Ziyaretiniz ve yorumunuz beni bahtiyar etti.
Sizi tanımakla asıl ben şeref duydum.
İster Asım' ın Neslin'den olun, ister Haluk' un neslinden
farketmez... Çünkü ben bu neslin güzel şeyler yapacağına inanıyorum.
Saygı ve Sevgilerimi bıraktım kardeşime...
Yüksel Bey ;
Sayfanıza geldiğimde yazınızın çok uzun olduğunu görünce okumaya hiç başlamamak geçti aklımdan,
ama şöyle bir bakayım göz ucuyla derken yazı yarıya kadar kendini okutmuştu zaten.
Diğer yarısını da artık okumadan bırak bırakabilirsen.Kalan yarısınıda okudum.Hem de ağlayarak okudum.
Çok anlamlı ve manalı duygu dolu bir yazıydı.
Rahmetli öğretmenimize söylediğiniz düşünceleriniz benimde düşüncelerim.
Maalesef ülkemizin bir bölgesi diye andığımız yerler şimdi mahrumiyet bölgesi,terör bölgesi olarak algılanmakta.
Yazınızla çok işler başardınız.
--Öncelikle polise güzel bir imaj kazandırdınız.Zaten çoğunlukla varolup ta görülmeyen, gösterilemeyen imajınızı hatırlattınız ki sizlerinde bizim aramızdan çıktığınızı ve toplumumuzun birer ferdi olduğunuzu unuturuz genelde.
--Sonra ülkemizin tümüyle bizim vatanımız olduğunu,orada da bizim milletimizin yaşadığını anımsattınız.
--Dahası eğitimin kutsallığını,öğretmenlerimizin kutsal görevi icra ettiklerinden onlara saygı duyulmasını hatırlattınız.
--İstihare ile istişarenin farkını fark ettirdiniz ki atalarımızın neden istişareye önem verdiklerini anlamamıza vesile oldunuz.
--Her şeyden önemlisi de vatanı,milleti için çarpan ve üzülerek okuduğum erken duran bir yüreği tanıttınız ki kendisini gıyaben tanımaktan mennun olduğumu ,keşke yakınen de tanıma fırsatı bulabilseydim dediğim bir canı tanıttınız ki sizleri güne gelmenizden değil bu hususlardan dolayı kutluyorum.
Yazınızdan çok daha fazla hisseler kaptım.
İskerder Hoca'mıza Allah'tan rahmet diliyorum.Mekanı cennet olsun.Nur içinde yatsın.Ailesine de sabırlar ihsan etsin rabbim.
Yazı edebi olarakta çok güzeldi.Tebrikler.
SAYGILARIMLA.
Yüksel Erentürk YILMAZ
Samimiyetimle arz edeyim ki, yorumunuz da aynı derecede beni çok etkiledi. Benim için çok acı bir anıydı. Hatta acizane yazımı buraya koyarken de tereddüt de bile kaldım. Acaba doğru mu yapıyorum diye. Bu kadar ses getireceğini bilmiyordum doğrusu. Zahmet buyurup okuyan değerli dostlarımın teveccühüne mazhar olmak beni ziyadesi ile bahtiyar etti.
Bu vesile ile bizleri bu sayfada buluşturan Edebiyat Defteri kadrosuna gönülden teşekkür ediyorum.
Affınıza sığınarak şunu ifşa etmeden geçemeyeceğim. Uzaklar başlıklı bu anım, bundan bir kaç yıl evvel Akademisyen bir Emniyet Müdürümüzün " Polisin İletişim Sırları " adlı kitabında da yer almıştı.
Şimdi sizin yorumunuzu da görünce iyi ki kaleme almışım diye geçirdim içimden.
Tekrar teşekür eder, engin hürmetlerimi sunarım.
Öncelikle bu acı hatıramı GÜNÜN YAZISI olarak seçen Sayın Seçici Kurul'a teşekür eder, engin saygılarımı sunarım.
Anılarım Acılarımdır. Lutfedip gönül sayfamıza teşrif eden ve okuma zahmetinde bulunan; Benim ile anımı ve acımı paylaşan değerli dostlarıma kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum. Hoş geldiniz Efendim. Sağ olun, var olun.
Herkese gülün, herkesi dinleyin; Unutmayın ki herkesin bir öyküsü vardır. Bu sözü ve (Her insan bir dünyadır) sözünü çok severim.
Yazınızı beğenerek okudum çok güzeldi. Güne gelmeyi fazlasıyla hak eden bir yazıydı tebrik ederim.
Saygı ve sevgimle...
Yüksel Erentürk YILMAZ
Muhabbetle kalın.
Yüksel Erentürk YILMAZ
Saggılarımla
Yüksel Erentürk YILMAZ
Saygılarımla
Yüksel Erentürk YILMAZ
Mauhabbetle kalın.
Yüksel Erentürk YILMAZ
Size de Mutlu Yıllar.