- 541 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EYVAHKİ EYVAH
EYVAH Kİ EYVAH
Can dostları vardır, can dostlarına canını verirler, el ele tutup birlikte Hakka gidereler, uğruna her şeyi feda ederler. Tıpkı Peygamber Efendimizle Hz. Ebubekir, Hz. Hamza ve diğer sahabeler gibi. Hak dostları vardır, onlar kimseyi görmezler, bazen kendilerini de göremezler unuturlar, tutuşurlar, yanarlar, kül olur savrulurlar. Çırpınışlarında aşk vardır, bir yakarış vardır. Kalplerinden yükselen Allah (C.C.) nidaları feryatları yükselir. Yalnız kalmış dağlar, bitkiler ve yalnız dolaşan hayvanlar hep onların yalnızlıklarını giderir teselli verirler. Başı açık yalın ayak dolaşırlar, mecnun olup mahzun dolaşırlar, kalplerinden bir feryat yükselir ama senonlarıduyamazsın. Tıpkı Hz. Yahya a.s. Yakup a.s. Yunus Emre, Veysel Karani gibi.
Birde gönül dostları vardır, Gönülden gönüle açılan kapılar vardır, rabıtaları vardır, sen onları duyamazsın göremezsin. Âlemin bütün dertleri gelen afatları, üzüntüleri, haksızlıkları, acıları kendi acılarıdır. Dillerinden duayı eksik etmezler, gönülden gönüllere köprüler kurarlar. Önlerine bir tabak yemek koyduğunuzda bilemediği ulaşamadığı açları düşünür boğazına tıkanır. Gösteriş onların düşmanlarıdır. Açlar çaresizler zalimler varken gülemezler. Onlar ancak birinin elinden tuttuğun da, bir fakire yemek yedirirken, yardım ederken güldüğünü sevindiğini görürsün. Tıpkı Hz. Yusuf a.s. selamın sultan olmasına rağmen ülkemin ücra bir köşesindeki bir fakir bu taamdan yiyemedikçe bende yemem diyerek geri çevirdiği gibi, Hz. Ömer’in gizlice geceleri fakir kapılarına erzak dağıttığı gibi. Peygamber Efendimizin, ashabının, bütün mallarını dağıttığı gibi. Can dostları, hak dostları ve gönül dostları.
Bu cümlelerin ardından eyvah bu günün insanlarına, eyvah İslamiyet’e, eyvah bazı din adamlarına diyeceğimiz günümüze gelelim. Can dostları çoğaldı, gönül dostları çoğaldı hem de ne dostlar. Yüzüne güler, ağzından laf alır, kendilerini hoş gösterip kendine bağlar sonrada seni faka bastırıp ifşa eder, malına göz diker, hatta canını almaya kalkışır Sonrada nemi derler ‘ Enayiyi kandırdık tav oldu avanak derler. ‘‘Ben sana güvenmiştin neden bunu bana yaptın’ diye tepki verdiğinizde ‘Hangi devirde yaşıyorsun, aklın yok mu senin’’ diye birde kaba kuvvete başvururlar. Kendi halinde bir hak aşığı gördüğünde alaya alırlar, rezil edeler, iftira ederler, yerden yere vurmaya çalışırlar.
Artık günümüzde gönül dostları da yok denecek kadar azaldı Lüks evi ve yaşantısı olan insanlar çoktur ama bunların kulakları feryatları işitmez, gözleri mazlumları ve etrafında olup bitenleri görmez. Onların canları mallarıdır, yaşama ve sevinç kaynaklarıdır. Harislik, merhametsizlik, gurur ve doymak bilmeyen aç gözleri vardır. Onlar yemek davetleri, iftar ziyafetleri verdiklerini zannederler, ikramları sadece itibar ve menfaat sahiplerinedir. Onların yemekleri yenmeyip de kokuşan çöplere atılmayı bekleyen atıklar gibidirler. Zira onlar tokları toklaştırmışlardır. Bir bitkiye bir ağaca çok fazla su verirseniz hantallaşır, bozulur sararır. Ama susuz bir bitkiye ağaca su verirseniz can gelir güzelleşir yapraklarının yeniden yeşerdiğini görürsünüz.
Bozulmuş devirde ki bozukluklarla devam edelim. Bir gün Peygamber Efendimiz ashabıyla toplantı esnasında buyuruyor ki. ‘Öyle bir gün gelecek ki, din adamları sizin bildiğinizden çok daha fazlasını bildikleri halde insanlara tesir edemeyecekler’ nedeni sorulduğun da ‘Çünkü oların gönüllerinde dünya sevgisi çok olacakta ondan’ Öyle ya bu gün dini bilgiler vaazlar, biyoloji fizik, tıp ve diğer ilimlerinin yenilikleriyle birleşti, tasdik ve anlatım alanı daha genişledi. Keza buyuruyor ki öyle bir gün gelecek ki insanlar taştan taşa kaçmadıkça imanlarını muhafaza edemeyecekler, İman ateştir elde durursa yakar yere düşerse söner’.Bakıyorum da bir din adamının, liderinin evinde müzik cihazları, tatilde gönül eğlemeleri, son model lüks arabaları, mütevazılıktan maneviyattan uzak ihtişamlı evleri var. Kendilerini görmeyip sağ gösterip sol vuranlar var. Eskiden tanıdığım derviş lakaplı yaşlı bir inşaat işçisi vardı derdi ki ‘ Oğlum her iki saat arayla melekler yeryüzünde nöbet değiştirmeye inerler, kimin evinde müzik çalan bir alet varsa o eve uğramadan geçer’ derdi. Ama ya bu gün! Öylesine aşılandık ki, her eve razı olduk, geleceğin teminatı olan her gencin kulağında bir müzik sesi.
Günümüzde izliyorum da müziksiz hiçbir şeyimiz yoktur. Eskiden sofraya oturmadan önce eller yıkanır sonra besmele çekiler sonrada o taamlara nimetlere hürmeten bir müzik sesi varsa kapatılırdı. Artık bu sofra adaplarına uyanlar da azaldı. Müzik ruhun gıdasıdır cümlesini herkese aşıladılar. Evvelce okullarda ki çocuklarımız derslerine zil sesleriyle başlar ve teneffüse çıkarlardı, ama şimdi oyun havalarıyla ve şarkılar eşliğinde çıkıyorlar. Gençlere bakıyorum da her birinin ceplerinde m.p. 3, 5 ler ve kulaklarında kulaklıkları, dolaşırken, yatarken ve çalışırken boşluğa iten müzik sesleri ve bu günün en büyük kazanç kapıları. Uzaklaştırılan yeni nesiller yetişiyor. Allah (c.c) Muhammet (a.s.) derken dahi müzikler çalgılar eşlik ediyor. Bir kaside bir ilahi öyle hareketli müzikler eşliğinde terennüm ediliyor ki, insanın kalkıp şakır, şakır oynayası geliyor. Sadece müziğin ulaşmadığı bir ezanımız birde namazımız kaldı. Buna da razı olduk, zira televizyonda dini bir program, ya da Kuran’ı Kerim okunduğunda dinlemek istemeyen, kapat şunu diye isyan eden tepki veren insanlarımız türedi. Günümüzde, televizyonda, her hafta Nihat Hatip oğlu isimli bir din âlimimiz var. O sohbet gününü iple çekiyoruz, ama beni çok üzen bir durum var. Sanki yasak yayınlar gibi gece 23 ten 24 sonra yayına giriyor. Neden erken saatlerde yayınlanıp ta herkesimin istifadesine sunulmuyor. Bu korkular neden? Bize bu kadar mı dinsizliğin aşısını zerk ettiler.
İnsafın yok olduğu zalimlerin çoğaldığı günümüzde şu an Ramazan bayramının ikinci günü akşamı sene 2006. Radyodan 19.00 haberlerini dinliyorum. Muhtelif illerde rast gele ve zevk için 3 gün gibi kısa bir süre içerisinde seçtikleri 7 ayrı insanı gözlerinden tabanca ile vurarak öldüren 2 kanlı katilin, 8. kurbanını da suçüstünde iken yakalandıklarını, ikinci haber İstanbul da bir ilköğretim okulu önünde 1,5 lira karşılığında uyuşturucu satan tacirlerinin yakalandığını. Daha sonraki bir haberde ise Irakta ikamet ettikleri çadırlarında ölen yakınları için birlerinde taziye için toplanan insanların üzerlerine otomatik silahlarla tarayıp 6 kişiyi öldürüp diğerlerini ağır yaralayan zalimlerin haberlerini söylüyor.
Bir gün Peygamber Efendimiz toplantı halindeyken yanında oturmakta olan sahabenin parmağındaki demir yüzüğü işaret ederek ‘’O yüzüğü hemen parmağından çıkar, cehennemin kokuları geliyor’’ diye ikaz eder. Eğer bu konuda araştırmanız varsa cehennemin kapıları demirdendir. Maalesef bu gün evlerimizin kapıları, maneviyat kapılarının girişi olan camilerimizin kapıları, ulviyete açılan minarelerimiz dahi demir sütun ve aksamlarla bezendi. Camilerimize dönüyoruz, ufacık bir camide dahi sekiz on adet ve birbirleriyle karşılıklı yankı yapan, bidat derecesini de aşan hoparlörler. Bakıyoruz camide iki üç saf dahi yok, amfiler açılıyor sesler yankılanıyor, bazen anlaşılmıyor. Sanki imam ve müezzinler kendilerini, avazlarını ispat etmeye, gururlanmaya, kibirlenmeye gelmişler. Artık minarelere çıkıp semaya bakarak maneviyat hazzıyla ve kendisiyle baş, başa kalarak ezan okuyan, ezan vakti geldiğinde heyecanla minare merdivenlerine koşan müezzinlerimiz yok. Caminin arka bir bölmesinden seslerini dahi yükseltmeden mikrofon gücüyle ezan okuyan müezzinlerimiz var. Televizyonda Kuran’ı Kerim dahi okurken başını bir takkeyle örtmeyen veya örttürülmeyen din adamlarımız var. Ama bir Hıristiyan veya bir Musevi din adamı görevini yaparken hatta sokakta dahi dolaşırken geleneksel kisvesini giyinmektedir. Osmanlılar döneminde yapılan muhteşem camilerimiz var. Oralarda bir ihtişam var, tarih var maneviyat var haz var huzur var. İnsan o yüksek ve heybetli taş ve mermer sütunların dibinde, inzivaya çekilmek, erimek kaybolmak istiyor.
Bu güne bakıyoruz, her gün yeni bir teknik yeni bir kolaylık ve pratikliğin sağlandığı bu çağımız da maalesef modern bir şekilde yapılan camilerde sadece bir zarafet var ama o incelik ve sanat yok. Maneviyata açılan kapılar yok ve gönül huzuru yok. Ne o iştiyak var, ne o haz var, ne o maneviyat var, nede o engin ve vakarlı insanlar var. Ama şunu da söylemek gerekirse, üzeri pas tutmuş dünyada ulamalar, evliyalar kalp gözleri açık hayvanlar olmasa bu dünya ya bir gün dahi yaşamaz.
2006
Mustafa CEYHUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.