Lise Yılları 5 Marslı'nın Kopyaları
LİSE YILLARI 5 MARSLI’NIN KOPYALARI
YAĞMUR SONRASI
Bu gün ne güzel bir gündü. Güneş, yağmur bulutlarının arasından gülümsüyor. Yağmur bulutları geceki gürültünün ardından sessizliğe bürünmüş, toprağı beslemekten vazgeçmişti. Her yer yağmur sonrası toprak kokuyordu. Böyle güzel kokuyu hiçbir kızın parfüm kokusuna değişmem. Antalya’da yağmur bir başka yağar. Ve yağmur sonrasını bir başka yaşar. Bu şehir bir başka yahu…
Okula doğru yürürken Sevinç ile Özlem’i gördüm. Özlem Sevinç’in yan sınıftan arkadaşı... Biraz balık etli, tombul yüzlü, kumral tenli sosyete kızı… Ve Sevinç benim biricik sarışın kankam. İnsanın böyle şahsiyetlere ihtiyacı oluyor hayatta. Bazen öğretmen, bazen anne, bazen sırdaş, bazen kardeş, bazen yoldaş, bazense bunların hepsi…
“Günaydın kızlar” İki güzel günaydın aldım. Ne güzel gülümsüyorlardı, demek ki hava onları da etkilemişti. Mis gibi havayı içime çektim.
“Sevinç biliyor musun bu gün hiç uykum yok!”
“Oğlum bunun bir önemi yok, bu gün yazılı yok!”
“Olsun benim yine de uykum yok.”
“Ya bu gün hava çok güzel.”
“Evet, kızlar siz kahvaltı yaptınız mı?”
“Yok.”
“Size simit ısmarlayayım.”
“Oluuur.” Dedi ikisi bir ağızdan.
Okul biraz arka sokakta kalıyordu. Ön caddede Katmerci İlhami diye bir yer vardı. Simitleri ve poğaçaları çok güzel. Fırınından çıkar çıkmaz alıyorduk, sıcak sıcak. Sabahları ilk ders başlamadan önce okullular doldururdu burayı. Boş bir masa bulduk ve oturduk. Gerçi ben oturmadım. Simit ve çayları aldım. Sonra tekrar masaya döndüm.
“Sevinç bu gün hangi dersler var?”
“Bu gün ilk iki ders Alim hocanın, sonra bir ders Resim, 4.ders Coğrafya. Sonraki iki ders dur bir dakika.” Simidinden ısırdı. Çayını yudumladı. Şöyle sağ gözünü kapadı. Eminim içinden ‘çalış saksı’ diye bağırdı. Biraz düşündü. Sonrasında bir anda kafasını yukarı doğru kaldırdı. Saksı yerine geldi belli.
“Oğlum iki ders Biyoloji sonra da Bilgisayar var.”
“İyi ya ne güzel matrak hocalar aynı güne toplanmışlar.”
“Sana her gün bayram değil miydi?” diye sordu Özlem. Sevinç cevabı ağzımdan çaldı.
“Kızım o kural uykulu günlerinde geçerli.”
“Beni tanımadığın nasıl belli oluyor.”
“Seni tanımayan mı var, biz sadece çok yakın değiliz.”
“Tamam tamam, bırak sosyal mesaj vermeyi.”
“Biz,…” diye bir cümleye başladı. Ama ben onu da kestim. Bu güzel günü kimse harap edemez!
“Ya tamam demogoji yapma, simidini ye!” Gülümsedi ve ben devam ettim.
“Sırf bunun için sana fazladan birkaç simit ısmarlayabilirim.” Sevinç atıldı, kankasının avukatı.
“O diyette canım.”
“Aman siz dişiler ne zaman diyeti bıraktınız ki?”
…
RESM-İ GIR GIR
Pek ressam olduğum söylenemez. Ama resim yapmaktan hoşlanmadığımı da kimse söyleyemez. Resimden kim hoşlanmaz ki? Resim odası; düşük belli sehpalar, yüzeyi dümdüz ve kaymaz krem sehpalar… Sehpaların etrafında bambu tabureler. Sonra duvarlarda öğrencilerin yaptığı şaheser denebilecek acemiyat resimleri… Kuzey kenarı dört çift pencere kaplıyor. Doğu tarafında tahta ve üzerinde bizim resim hocası, Feyza hocanın elinden çıkma karakalem Atatürk portresi… Feyza hoca okuldaki iki resim hocasından biri: Tamer hoca ne kadar resmi giyimli ise, Feyza hoca da en az o kadar sofistike giyimli biri… Esmer tenli, kısa boylu, manken fizikli…
Sınıfta tütsü yanıyor işte. Birbirine çok benzeyen o tütsü kokularından bir tanesi; burnumuzda şenlik var yine… Arka taraftaki sehpalardan birine kuruldum. Aynı sehpada dört-beş kişi takılıyorduk. Osman yerleşti yanıma. Sınıfın en sıskası Firuze geçti karşıma. Pempe geldi, Sinan da gelince yuvarlak masa kadromuz oturmaya başladı. Merasimi konuşmaya başladık. Yarın ki Edebiyat dersinde doğruluk mu cesaret mi oynayacağız… İki ders Edebiyat var yarın. İkinci dönem başlayalı bir buçuk ay olmasına rağmen hoca hala görüntü vermiyor. Doğudan tayini çıkmış güya ve o gelememiş... Peh! İşimize gelir hiç gelmesin… Biz ekibi düşünelim.
“Kare-as tamam bu beşliye bir iki kişi daha lazım.” Dedim. Firuze atıldı:
“Şule ile Süleyman’ı da çağıralım.”
“Yok onlar gelirse işin tadı kaçar.”
“Damra gelsin.” Sevincin teklifi fena değildi.
“Damra gelirse Pınar da gelsin.” Dedi Osman kocaman…
“O zaman üç erkek kılıbık kalırız ortamda en azından bir erkek daha olsun.” Dedi Sinan.
“Tuna gelsin.” Dedim. Tuna zengin çocuğu belki ama mütevazi bir insan… Nazik tavırları olunca da kızlar reddetmedi. Cemaati kurduk…
Feyza hoca geldi sınıfa. Ayağa kalkmaya niyetlendim. Feyza hoca: “Oturun” dedi. Gerçi daha dizimdeki kemikler bile kıpırdamamıştı ama, çaktırma… Sınıfın yarısı ayaktaydı hoca ‘oturun’ dediğinde. Diğer yarısı yarı yoldan döndü. Feyza hocayı sevmemin üç sebebi var. İşlediği ders beni uğraştıran bir ders değil, öğrenciye işkence etmeyi sevmez, birde tütsüleri var tabi… Masasına oturdu bir süre bekledi. Sonra konuştu.
“Çocuklar bu gün sizi yormayacağım. İstediğiniz tarzda, uğraşmadan, ders sonuna kadar bir resim yapın rastgele…”
“Hocam konu da serbest mi?” diye sordu birisi.
“Tabi” dedi hoca.
Kızlara baktım düşünme modundaydılar. Sinan’a baktım, Pınar’a bakıyordu. Pınar da bakılmayacak bir kız değil ki kardeşim. Osman bir şeyler karalamaya başladı bile…
KOPYANIN BÖYLESİ, HIRSIZLIĞIN ŞÖYLESİ
Resim yaparken susmayan tek masa bizimkisiydi. Kağıdıma hiçbir şey yapmadım, içimden gelmedi. Gırgırla geçti koca ders. Teneffüse az kalmıştı ki Firuze’nin burnu kanadı. Sınıftan çıktı. O çıktıktan bir süre sonra hoca bitirenlerin göstermesini söyledi. Boş kağıdı göstersem Feyza hoca pek uğraşmazdı aslında. İçime bir hinlik yerleşti. Cinler filan geldi sonra. Şeytana uydum bende. Firuzenin kağıdını aldığım gibi hocanın yanına gittim. Masadakiler arkamdan baktılar mı bakmadılar mı bilmiyorum. Ardıma bakmadan düştüm ben kopya yollarına…
Feyza hoca kağıdı eline aldı. Aklım tısladı bir anda. Resimde ne olduğunu bilmiyordum. İnşallah faka basmam. İşte şimdi hapı yuttuk. İnşallah uyku hapı filan değildir. İnşallah hoca resim hakkında bir şey sormaz.
“ Güzel… … Uğraşmamışsın, ama içini dökmüş gibisin. Evet gayet hoş olmuş. Hayallerin hoş. Sen bu kadar güzel çizer miydin?”
“Arada oluyor hocam.”
“Bu kadar hoş çalışma not almayı hak ediyor…”
“Anlamadım hocam?”
“Yüz verdim sana.”
“Teşekkür ettim hocam.”
Hoca kağıdı uzattı. Aldım bakındım resme sıraya dönerken. Resimde bir ev birde ağaç vardı. Evin yerin altına uzanan kökleri vardı, bacasından kapkara yağlar akıyordu. Onun haricinde evdi işte. Ağacın kökleri çizilmemişti. Yaprakları vardı sonradan bulutlara dönüşen… Suratımda sırıtışla sıraya geri döndüm. Sevinç, çocuğunu terbiye eden bir annenin mimikleri ile kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Sinan ve Osman da meraklı bakışlarla bekliyorlar. Ben masaya yerleşirken üç baş beni takip etti. Tabureme oturdum. Hoca bakıyor mu, diye göz ucuyla kontrol ettim. Bakmıyordu. Sessizce beni bekleyen küçük topluluk hırladı. Ben de onları daha fazla bekleteceğimi söyledim.
“Hadisenize siz de gösterin resimlerinizi.” Sevinç:
“Ne dedi hoca Firuzenin resmine?”
“Hiç”
“Nasıl hiç lan kadın not defterini açmadı mı?” dedi Osman.
“Sen kimin resmi diye götürdün onu?” dedi Sinan.
“Teneffüste anlatırım.”
“Öyle olsun.”
…
İNTİHAR MI, İTİRAF MI?
Teneffüste asfalt zeminli okul bahçesinde dolaşıyorduk beş kare as. Anlattım onlara olan biteni. Şaşkınlıkla dinlediler. En çok da Firuze şaşmıştı olan bitene. İlk çıkışan da o oldu.
“Gıcıksın oğlum sen!”
“Ya hep mi ben kopya vereceğim arada biz de çekelim. Kopyanın tadına bir de biz bakalım dedik.”
Sinirle yanıma geldi Firuze. Cılız yumruklarla saldırdı. Acımıyordu, engel olmadım. Dile getirdim acımadığını. Sinirini alamamıştı biraz daha sinirlenmişti. Tatlı sinir… O da ne! Biri ellerimi tuttu. Bu yumuşak eller Sevinç’in olmalı. Arkama geçmiş ellerimi tutmuştu Pempe. Sinan’la Osman da biraz uzaklaşmışlar kahkaha atmaktaydılar…
“Dur be kızım yine burnun kanayacak.”
“Yaaaaaaaa”
“İstersen söyle hocaya.”
“O da olmaz, seni öyle bir duruma düşürmem.”
“Özür dilerim.”
“Sen çok çıkarcısın.”
“Benim de burnum kanar arada.”
“Bana kopya borcun var.”
“Tamam öyle olsun.”
“Yalnız hatırlatmayı unutma. Bu marslıların hafızası pek sağlam değil.” Dedi Pempe.
Yumruklar bitti sonunda, teneffüste bitti tabi. Malum zil çaldı.
…
SIKI AĞ BAĞLANTILARI
“Baran ne yapıyorsun hocanın bilgisayarında?”
“Dur bir dakika kızım dersi kaynatacağım ikimize.”
“Çabuk ol hoca gelecek.”
“Bitiyor, az kaldı.”
…
“Arkadaşlar bilgisayarda İstiklal Marşı’nın on kıtasını yazacağız bu gün.”
“Peki hocam”
Yahu arkadaş kim yolladı bu adamı bilgisayar öğretmeni diye. Gerçi adamın suçu ne bilgisayarın B’sini P okuyan insanlara bir anda Photoshop felan öğretemezsin herhalde. (1) Öğrencinin suçu ne işi gücü mü var bilgisayarda oyundan başka şeyle uğraşacak. Babam sağolsun ben işyerindeki bilgisayar sayesinde baya iyi bir seviyedeyim. Madem bende bir öğrenciyim, bende oyun oynamalıyım.
Teneffüste öğretmen gelmeden ana bilgisayardan, Midtown Madness cd’ sini Sevinç’le beraber kullandığımız bilgisayara aktardım. Malum bir durum server hariç bilgisayarlarda cd okuyucusu yok. Öğretmen gelmeden işimi halletmiştim. Şimdi bilgisayarda oyunu kuruyorum. Oyun oynamak varken neden boşu boşuna uğraşayım on parmakla, on kıtayla falan.
“Marslı ne yapıyorsun, ne kuruyorsun?”
“Pempe sessiz ol biraz!”
“Of!”
“Oyun kuruyoruz, az sabreyle!”
“Bırak oyunu, İstiklal Marşı’nı bir an önce yazalım sonra oynarız.”
“Ya kızım sen saf mısın, bu adamda on kıta yazacak mallık var mı?”
“E ne yapacağız ya!”
“Sen bana güven, sıkı bağlantılarım var benim.”
“İyi!”
Geçen hafta hoca Paint’te resim yapmaya çalışmamızı söylediğinde; ana bilgisayara geçip Photoshop’ta şov yapmıştım biraz. Sevinç’e güven veren nedenlerden biri buydu. Oyunu kurar kurmaz açtım. Sevinç ne kadar mızmızlansa da, oyun oynamaktan o da zevk alıyordu.Yaklaşık yarım saat kadar Sevinç’in mızmızları ve yan bilgisayarlardaki öğrencilerin şaşkın tavırlara bürünmüş yalvarışları eşliğinde araba yarışı yaptık. Oyun Midtown Madness olunca bir başka zevkli oluyor yaw. Diğerleri mayın tarlasıyla ve benim dağıttığım Mario ile geçinmeye devam etsinler… Her ne kadar yalvarırlarsa yalvarsınlar dağıtmayacağım bunu.
BU DA BİR KOPYA, DURMA OYNA
“Hocam bitti!” diye bağırdı ilk bitiren saf.
“Marslı bak Ozan’la Ahmet bitirmiş, biz daha bir şey yapmadık.”
“Hangi bilgisayarda oturuyor onlar?”
“Altı numarada.”
“İyi, biz de hemen bitirelim o zaman.”
Hemen oyunu simgeye aldım, ağ bağlantılarından altı numaralı bilgisayara girdim. Yazdıkları yazıyı kopyaladım. Yazı tipini değiştirdim. Başlığa wordart tasarımı yaptım. Hatta işi öyle abarttım ki yazının iç kalıbına Türk bayrağı işlemesi yaptım. Altta Ozan Çalışkan/Ahmet Özen yazıyordu ben de değiştirdim Baran Ceran/Sevinç Piyes. En alta da bayrağı yerleştirdim.
“Nasıl güzel oldu mu?”
“Süper!”
“İyi hadi sen de bağır çağır bitirdik diye.”
“Hocaaam biz bitirdik!”
“Geliyorum.”
“Oooo Baran yine döktürmüşsün.”
“O yazının içine nasıl yerleştirdin bayrağı.”
“Aslında zor değil, başka ders anlatırım.” Hain bir sırıtış vardı yüzümde, kelimelerim biterken.
“İyi öyle olsun bakalım.”
“Hocam ben yazdım, Baran süsledi.”dedi Sevinç.
“İkinize de birer tane yüz o zaman.”
“Hocam Baran’ın ikinci yüzü olacak.”
“Bakim, harbiden iki yüzlüsün Baran.”
…
(1) Hikâyenin geçtiği zaman 2002-2003’lü yıllara denk gelmektedir. O devirde bilgisayar henüz yaygınlaşmaması sebebi ile pek çok insan bilgisayar kullanmasını bilmiyordu. Bilgisayarı bilen öğrenciler basit kulanım kurallarını bilmekteydiler.
BN CN/MARSLI
29-12-2010
LİSE YILLARI 6 DOĞRULUK MU, CESARET Mİ?
Yuvarlak bir masa, dört erkek, dört kız. Ortada boş bir su şişesi, bir aşkın filizlenişi, cesaret şovları, doğruluk abideleri… Yalan avcısı, Yağmurun oğlu, Sarıkız, Kocaman, Marslı, Pempe, Sosyete çocuğu, Sıska Şair hepsi bu masada… Doğruluk mu Cesaret mi? Hadi biraz şişe çevirelim…
MARSLI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.