- 2040 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
ŞİİRE DAİR DÜŞÜNCELER
ŞİİRE DAİR DÜŞÜNCELER
Bu yazı dizisinde şiir serüvenine çıktım çıkalı, kafamda oluşan bazı duygu, düşünce, algılama, gözlem ve sezgilerimi kaleme alacağım.
ŞİİR NASIL YAZILIR?
İster sözcüklerle deyiniz, ister imgeyle deyiniz ama değişmeyen bir şey var, şiir akılla, duyguyla, düşünceyle, elde kağıt ve kâlemle yazılır, artık şimdilerde bilgisayarla tuşlara dokunarak da diyebilirsiniz.
İnsanların varoluşundan bu güne değin geçen sürede, dillerin ortaya çıkışı ve sözcüklerin doğuşu, insanın doğaya egemen olma ve yaşamı değiştirme çabalarıyla iç içelik arzeder. Diyalektik gelişim yasalarına göre tez /anti tez çelişkisinden sürekli yeni tezler olagelmiş, zamanın en küçük biriminde dahi kesintisiz yeni tezler, anti tezler oluşmaya devam edecektir. Bu akışta düşüncenin ve yaşamın evriminden, belli aralıklarla nicelikten niteliğe sıçrayış olan devrimlerden kaçınmak olası değildir.
Yaşam dediğimiz büyük değirmen, kainatın tümünden oluşmakta mikro – makro kozmoz ilişkisi içinde, her atom diğer atomlarla zincirleme bir akış ve değişim sürecine ”Big Bang” ile nasıl girmişse, bu diyalektik akış sonsuzluğa sürecektir; sonsuzun sonu yok mu, sonsuzun sonu yeni bir sonsuzluğun başlangıcıdır.
Biz insan olarak, bu sonsuzluğun içinde tin ve tenimizle zamanın çok az bir diliminde ve çok küçük bir bedenle, yaşama gözümüzle bakma şansını yakaladığımız için, gerçekten çok büyük mutluluk ve yaşam sevinci duymalıyız. İşte şiir bu noktada bize, sonsuzluğu ve bu yaşam sevincimizi özetleyiveren, sonsuz düşlerimizin bir parçası olarak anlatma, anlama, yeni anlamlar katma olanağı sunan bir yazı türü olup, diğer edebi yazılardan farkı, içinde taşıdığı duygu ve düşünce yoğunluğundan kaynaklıdır. Bunu yaşamın ana kaynağı, aşk; ” Yoğunlaşmış cinsellik” olarak da özetlemek olasıdır.
Canlıların erkeği dişisi olduğu gibi, kendi bünyesinde yaşamı varedebilen, çoğalmak için karşı bir cinse gereksinim duymayan canlılar da vardır.
Voroluşu ve neslinin devamı uğruna kendi yaşamını noktalayan canlıların da örneği mevcuttur.
DÜŞ-DÜŞÜNCE NEDİR?
Akıl dediğimiz yeti, enerji, tümüyle beyinsel bir üründür. Beyin, yaşamın en temel organlarından biri olup, beyin ölümü gerçekleşen birinin diğer organlarında canlılık varsa bile, o andan itibaren o belirtiler de de ölüme doğru hızla yol almaya başlar.
Buna göre bize gelen bir ilham perisi gerçekte yoktur; esinlerimizin kaynağı doğada var olan nesnelerin, olayların, fenomenlerin bilincimizde özümsenmesinden doğan, tez ve anti tez eleğimizden süzülmüş bir yansımadır.
O halde yaşam, beynimizin ürettiği sağlıklı düş ve düşüncelerin bileşkesinden oluşan bir değişkendir. Bu değişkenlik temelinde bilim, felsefe, dinler, tarih yönetim biçimleri her şey değişime açıktır; yani geleceğin oluşturulmasında ve değiştirilmesinde, yönlendirilmesinde düşler esastır.
Düşlerimizin sınırı ne kadar genişse yaşama o kadar egemenizdir, o kadar özgür ve bağımsız hareket edebilme yeteneğine sahibizdir.
Bu anlamda sanatın korkunç büyük bir çekiç etkisi vardır yaşam örsü üzerinde. Şiir bu örse en güçlü darbelerini indiren bir baryozdur. Şair de yaşadığı sürece bu baryozu kalemiyle temsil eden bir ”Yürek işçisi” olup, düşlerinin etkisi ölümünden sonra da yaşamı döğmeye, biçimlendirmeye, yaşam çeliğine su vermeye, örs ve çekicin sesini kulaklarımızda çınlatmaya devam eder.
Bu bağlamda düşlerin sıcaklığı şairin yaşam süresi demektir. Ne zaman düş sıcaklığı kaybolursa şair o zaman ölür.
”Ölüm adın kalleş olsun!” şairi ölümsüzlüğe taşıyan bir dize değilse nedir?
Yaşamın ereğini, davranışlarımızın biçimini ”İyilik güzellik ve doğruluk ”olarak belirleyen dinsel öğretiler çerçevesinde, paygamberlerin de duygu ve düşüncelerini şiir yoğunluğunda dile getirdiklerini göz önüne aldığımızda, Kuran’daki ayetlerin de uyumlu ve ahenkli yazılmış olduğunu görürüz. Bu anlamda âyetlerin şiir özelliklerinden söz etmek olasıdır, düşünce yoğunluğu da taşıdığı için doğru ”Tefsir” edilmeleri çok büyük önem arzetmektedir. Bu tefsir yani yorumlama işi bilen uzman kişilerce yapılmadığı sürece dinsel öğretilerde sapmalar kaçınılmazdır. Bu, şiiri okuyup da, bir şey anlamadım demeye de benzer biraz.
Bu vesile ile aramızdan ayrılış tarihi İlkbahar’ın başlangıcına rastgelen ünlü ozanımız Aşık Veysel Şatıroğlu’nu, Yol türküsüyle yâdederek, onun ruhunu her baharın uyanışında uyandırarak şimdilik huzurunuzdan ayrılacağım:
”Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece”
DÜNYA ŞİİR GÜNÜNÜZ SANATIN AYDINLIĞINDA KUTLU OLSUN SAYGIDEĞER ŞAİRLER.
Sanata ve şiire saygılarımla mutlu hafta sonu dileklerimi sevgiyle hepinizin yüreklerine sunarım değerli dostlar.Gönlünüze her dem ilkbahar sevinci dolsun…Esen kalınız…
Şaban AKTAŞ
21.03.2009
ŞİİRE DAİR DÜŞÜNCELER-II
HECE; HAYATIN ŞİİRİ…
Bedenimizi fizyolojik olarak incelediğimizde, yaşamsal işlevlerin zincirleme birbiriyle bağıntılı olduğunu görürüz. Şimdi ne yediğimizden, ne içtiğimizden değil de, yenilip içilenin can olarak (ten ve tinimizde) seyrinden sözetmek isterim. Bu doğal bir seyirdir.
Rüzgârın su yüzeyindeki, ağacın dalındaki, kum tepelerinin üstündeki bulutların arasındaki, bir toz bulutunun ya da dumanın içindeki devinimi ile, suyun kanımızdaki, deredeki, tepedeki, topraktaki, bardaktaki, dalgadaki devinimi arasında benzerlikler olduğu gibi, toprağın tendeki, ateşteki, sudaki, havadaki devinim biçimleri ile ateşin yerdeki ve gökteki, tenimizdeki tinimizdeki devinimleri arasında da benzerlikler vardır. Hareketin akışı aynı zamanda duygularımıza, hüznümüze de doğal olarak yansır.(Metaforik algı)
Yani şimdi yüreğimizin bir dakikalık zaman dilimi içinde çarpma sayısı normal koşullar altında bellidir, kâlbimizin kan pompalama gücü de bellidir, kanın damarlarımızdaki yayılma gücü ve seyri kâlbimizin pompalama gücünden ve pompalama hareketinden soyutlanamaz, bu yayılma dalga dalga olacaktır. Nasıl ki denizde dalga rüzgârın hızıyla yayılıyorsa, dalgaların biçimine baktığımızda da iniş ve çıkışlar görebiliyorsak, aynı iniş ve çıkışlar damarlarımızda da var.
Yine akciğerlerimizin bir dakikalık zaman diliminde kaç kez körüklendiği, normal koşullar altında anatomik yapımıza bağlı olarak bellidir. Yüreğimiz ve beynimiz enerji üretim merkezlerimizin (şakra ), ürettiği enerjinin de bedenimizde bir yayılma, devinim biçimi vardır. Bu da dalga dalgadır.Tüm yaşamsal işlevlerin bir SİNÜS EĞRİSİ çizerek gerçekleştiğini söylemek olasıdır. Kederimiz de sevincimiz gibi bu tür inişli çıkışlıdır, bir yıldaki mevsimler gibi…
Gelelim şimdi, bir dakikada kaç sözcük konuşuruz, ya da bir nefes alış verişimizde, kaç harften oluşan sözcükleri normal akışında söyleyebiliriz? Sınırlı sayıda elbet, neden, çünkü nefessiz kalınca sesimiz de kesilecektir. O halde burada ciğerlerimizin genişliği ile konuşmamız arasında bir bağıntı olduğu ortaya çıkar. Yani bu bağıntı, hava ile ses arasındaki bağıntıya dönüşmekte bir anlamda. Peki sesleri taklit yeteneği dediğimiz şey müziği mi doğurmuştur dersek, hiç şüphesiz evet! Peki müzik aletlerinde kullandığımız perde aralıklarına da notaların yansıması , giderek güftelerde kıtaların dizilişleri de bedendeki doğal akışa uyumlu olmak zorundadır diyebilir miyiz, evet !
Bu anlamda hece; kurallarını yaşamsal işlevlerden alan bir şiirdir; HECE HAYATIN ŞİİRİDİR demek olasıdır.
Hece şiirinde ses renginin yansıması, sevinç, coşku, hüzün yansıması da, yaşam ile uyum gösterdiği ölçüde başarılıdır.
Böyle olursa şiir olarak yaşama şansına sahiptir yazılanlar. Hece şiirindeki duraklar akıl ve mantık ile değil, fizyolojik biyolojik ve psikolojik yaşam tarafından belirlenir. Duygu ve düşüncelerin sürekli değişmesi yaşamın sürekli değişmesindendir. Bu nedenle de bir şiiri okurken ya da yazarken her seferinde ayrı düşler geçer içinden insanın.
Hece şiirinde uyak çok önemlidir, keza şiirin doğal akışı sinüs eğrisi çizer, buna ters akışı yadsır ruh halimiz. İç uyak da bu anlamda çok önemlidir. Seslerin birbirine bağlanma yerlerinde, sessiz bir harften sesli bir harfe geçiş kolayken, sesli harften sesli harfe geçiş zorluk yaratmaktadır. Bu durum, müziği, armonisi olan bir şiir için zorluk ya da araz demektir.
Hece şiirini uzun bir yolluk ya da kilim gibi dokuduğumuzu düşünelim. Dokumacılık sanatındaki ip yerine, şiir sanatında harf (ses) kullanırız. Her harfin sesine bir renk versek ve şiiri renklerle yazsaydık, hecede şiir deseni ortaya çıkardı; sesler gözle görülür hale gelirdi adeta.
Bu seslerin insan gırtlağındaki dizilişi ise inceden kalına, kalından inceye değişirken, ses tellerinin doğal yapısındaki güçlülük de müzikte usta sanatçıları ortaya çıkarır. GIRTLAK YEDİ BOĞUMDUR. Bu aynı zamanda normal konuşma tonu ile ses verdiğimiz zaman, diğer boğumlardan her birinden yedi ayrı tonda ses alabileceğimizin ve sekiz ana notanın varlığına işaret eden bir biyolojik özellik olmalıdır. Bu gırtlak uzunluğu ile boğumlar arasındaki uzaklıklar ses değerlerine ve enstrumanların perde ayarlarına yansır. Keza bir bağlamanın göğüs genişliğinin, bir buçuk katı kadar sap uzunluğu vardır. Ana seslerin perdelerinin nereye denk geleceğini saptarken, sap uzunluğu, en üstten 1,059462 sayısına bölünerek, giderek bu işlem kalan mesafeler için aynı biçimde tekrar edilerek perde yerleri belirlenir.
Sonuç olarak harf ile hece, hece ile şiir, şiir ile güfte, güfte ile ses, ses ile nefes arasındaki sinüs dalga hareketinin özgün doğal yasaları, HECE ŞİİRİNİN ANAYASASINI belirler.
Yüreğimizin çırpınışları elektro kardiyografi üstünde hep sinüs eğrisi çizer. Sismograftaki yer sarsıntıları keza sinüs eğrileri boyunca yayılır.
Sinüsleriniz hep açık olsun değerli dostlar, sevgi ve saygılarımla…
Şaban AKTAŞ
10.04.2009
ŞİİRE DAİR DÜŞÜNCELER-III
ŞİİR PENCERESİ VE TENCERESİ:
Niçin bu başlığı seçtim bu günkü yazacağım şiire dair düşüncelerim konusunda? Gerçekten şiir pencere gibi açıldığı zaman, ciğerlerimize oksijen dolduran, yaşama gücümüzü tazeleyen , bizi hareketlendiren, canlandıran bir ”Rekreatif Aktivite” olarak değerlendirilmelidir.
Diğer yanıyla, tencerede pişen yemek, nasıl bizi besler ve güçlendirirse, tok ve ayakta tutarsa, şiir de öyle olmalı, şiir, adetâ yenilecek kadar leziz, tadı tuzu yerinde, bir tabak yemek gibi sunulmalıdır insana.
Gelin şimdi, pencereye ve tencereye daha uzun gözatalım:
Herkes pencereden bakar bakmasına da, gördüklerini anlatım olarak nasıl sıralar, hangi sözcükleri kullanır, tanımlamaları hangi düşsel derinliklere bizi taşır, gördüklerinde, bizden farklı bir şey yansıtır mı gözümüze ve gönlümüze? Acaba yepyeni, özgün ve unutulmaz bir şey var mıdır söylediklerinde, hiç belleğimimizden çıkmayacak olan?
Buna bir kıssadan hisse ile örnek verelim; öğretmen her zaman kompozisyon dersinde en başarılı olan öğrencisini, sınıfta ayağa kaldırır ve sorar:
-Söyle bakalım, cama bakınca ne görüyorsun?
Öğrenci bunun üstüne, şu karşı soruyu sorar önce:
-Gördüklerimi sırasıyla mı anlatayım öğretmenim?
-Evet sırasıyla anlat!
-Önce, kirlenmiş tozlu bir cam görüyorum!
der demez, öğrenciye öğretmen,
- Otur; her zamanki gibi On!
der.
Evet, bu örnekte herkesten farklı bir yanıt var; öğrenci daha işin başından, soruyu doğru biçimde kavrayıp, zekice bir yanıt vermiştir.
Evet, şiirde de zeka kırıntısı çok önemlidir. Herkesin söylediğinden farklı birşey söyleyebilmek çok önemlidir, şiirin anlam derinliği bu eksende kavranmalıdır.
Şiirin anlam derinliği derken, gelin bir kuyu açalım; bu kuyuya ister su kuyusu diyelim, ister anlam kuyusu, ister gönül, ya da yürek kuyusu, ya da düş kuyusu….
Aslında gerçek anlamda bütün kuyular beyinde açılır, ama gönlümüzü yaralar ya da serinletir.
Aşkın, sevdanın, hasretin, çıkmazların, çözümsüzlüklerin , acılarımın en uç noktalarında yanarken ben, hep kuyular açardım, her gün yeni kuyular, yüreğimin derinliklerinde…
Her kuyudan suyu bulana dek, kazma kürek sallardım, taşları kırar, toprağı dışa atar, mancınıklar, zincirli çıkrıklar kurardım; içimdekini dışarı taşımak için. Sonunda suyu bulunca, ilk sızıntılar gözyaşlarım olurdu, kalem elde, tadını yazardım suyun, debisini, içindeki mineralleri ayrıştırırdım tek tek gönül laboratuvarında.
Her kuyudan çıkan suyun tadı farklıydı, debisi farklıydı, rengi, içindeki mineraller farklıydı, her gün aynı pencereye bakıp, farklı düşler kurduğum gibi. Zaman geçiyordu aradan, her gün baktığım pencere, aynı pencere değildi artık, bunu kavradım zamanla. Tıpkı Heraklitos’un dediği gibi, bir nehrin suları aynı nehirden bir kez akıyordu; başka bir gün bakınca, nehir aynı nehir değil, akan sular aynı sular değildi.
Evet, şiiri yazmadan önce, gönül kuyusunu kazardım, suyu bulunca yazardım, yoksa derinlikten söz edilemezdi, eğer hüznün, sevdanın, hasretin acıların şiirini yazacaksanız…
ŞİİRE DAİR DÜŞÜNCELER-IV
ŞİİR TENCERESİ & ŞİİR PENCERESİ
Bir tencere yemek nasıl pişirilir? En iyi lezzet nasıl elde edilir? Ne kadar süre kaynatılmalı, ne kadar tuz, yağ, salça, baharat atılmalıdır? Bunlar hepsi ustalık işidir. Hiç acemininki ile usta birisi tarafından pişirilen yemeğin tadı aynı lezzette olur mu?
Değerli şair dostum Ökkeş Öztürk’ün kinayeli bir biçimde dediği gibi;
Anamın aşı
Babamın yaşı
Sırtımı kaşı
Hasan Onbaşı !
Allah aşkına şimdi bu şiir mi? Ama uyaklar mükemmel(!)
Dizeler arasındaki anlam bağı; ”Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!” diyor. Bir şiir, dizeler arasında anlam yönüyle, birbirinden kopuk olmamalı, tepeden tırnağa da ”ORGANİK BÜTÜNLÜK ”(Operatör Dr.Hasan Şişli) içinde olmalıdır.
Şair (!) kitap okumazsa, kendisinden önceki şiir kültürünü tanımazsa, kimin ne yazdığını nereden bilecek; illâki burnunun üstüne sert bir yumruk yiyecek ve bir daha ”BENİM YUMRUĞUM BARYOZDUR !” demiyecek.
Aramızda bir bakmışsın ”Ben Nazım’dan daha iyi şairim !” diyenler bile var. Bu iş emek işidir, bu iş yemek işidir, tencereye bakalım, dibi yanmasın:
Neler koymuştuk tencerenin içine; bu bizim duygu, iştah ve gönlümüzdeki seçime bağlı. Cebimize pek bağlı değil; keza herkesin gönlü zengindir kendince. Ama gönül süsleri değişik değişiktir.
Nasıl bir tencere kullanacağız, bakır mı, kalaylı mı, düdüklü mü, çelik mi, teflon mu (kanserojen), dışı isli, içi paslı mı, bu ayrıntıları bir süzgeçten geçirip, tencerenin altını gönlümüzün ateşiyle ısıtmaya başlarsak, bir süre sonra tencereden buhar yükselecek; ”tıngır, tıngır, tıngır, tıngır ” bir ses gelecek tencere ile kapağından; bu şiirin sesi, bu yüreğin sesi, bu pişen gönül aşının sesidir.
Bu arada başkasının tenceresinden T/AŞIRMA (taşırma- aşırma) olmaması iyidir, her usta kendi pişirdiği yemeği başkalarına ikram etmelidir ki, kimin ne pişirdiği, kimin ne şişirdiği bilinmek zorundadır.Çok gücüme gitti, şimdiye kadar benden ç/alıntılar, t/aşırmalar…
Şiirde imge konusunda görüşlerimi aktarırken bir yazımda demiştim ki (Aşk ve imge hk.); (..bu yüksek ateşli bir hastalık geçiren kişinin sayıklamasına benzer, hastalık geçtikten sonra kişi, ”Aaa bunu ben mi söylemişim ?” bile diyebilir ) demiştim.
Gel şimdi sen, bu düşünceyi al ve tırnak içine almadan, kendi kazanına at, bir daha kaynat , ne oldu şimdi bu ;
HAŞLAMA!
Yok HAŞAL’LAMA ”Belkide ”HAŞALAMA”olmuştur.
Bu sadece bir örnekti, benden daha neler çalındı gitti…
Şiirin namusu korunmalıdır.
Şiirin onuruna, en derin yürek kuyularından saygılarımla…
Şaban AKTAŞ
31.08.2009
DEVAM EDECEK….
Şiir dili içinde üst dil oluştururken, öztükçesi olan sözcüklerin yerine yabancı sözcüklerin (arapça, farsça.v.s. ) kullanımı dilimiziyabancı dillerin boyunduruğuna bırakmak olur. Bu benim benimsemediğim bir tarzdır.
Şiirde üst dil, şiiri yabancı sözcüklere boğarak değil, imge zenginliği ile yaratılmalıdır.
Bazı durumlar olur ki sözcüğün Türkçesi, şairin anlatmak istediği anlamı tam vermez, bu anlamda yabancı sözcük kullanılabilir, örneğin özlem ile hasret aynı anlamda kullanılsa da o kadar fazla kullanılmıştır ki hasret sözcüğü, henüz beynimizde hasret kadar beğeni kazanamamıştır bu yüzden özlem.
Fakat sonuçta şairin stiline fazla müdahil olmak da kimsenin hakkı değil, ancak zaman eleğinde halkın beğenisi şiirin ve şairin geleceğini zaten ister istemez elemektedir. Aslolan kalburüstü kalabilmek ise, arı duru Türkçe seçimi doğrudur bence, örneğin Yunus Emre çağına kıyasla bu güne kadar özgün Türkçesi ile gelebilmiştir.
=======================
MUSLUK TAMİRCİSİ
10.12.2016
kısa notum: ( Şerif Temurtaş sayfası)
Yalın şiirin güzelliğini ayırt edemeyenler, bir de imgeden söz ettiler mi, en çok buna şaşarım!Eklektik düşünceler ile organik bütünlükte şiir yazılamaz. Şiir, analitik zekaya ve diyalektik düşünmeye çaresiz muhtaçtır.Şiirle küfredebilmek de zeka ister! Her kaba saba yazılmış, anlatım bozukluğu içeren söylem de bir tür "Şiire küfretmek" ile eş anlam taşır bana göre.
Kimsenin altından durduk yerden su çıkmaz! İkide bir v/anası bozuk musluk gibi su kaçırıp tıslayarak hava yapan ve ses çıkaran var ise, ya musluk ya üslup değiştirilmelidir.
Yoksa musluk tamircisi gelir ve borunun ağzına bir körtıpa takar geçer!
Çünkü bu tür akıntılar hiçbir işe yaramadığı gibi, rutubet, kokuntu ve döküntü yapar, şiir ekonomisine de külliyen zarardır.
Şaban AKTAŞ
10.12.2016
ŞİİRE DAİR KISA NOT;
İnce rütuşlar; işçilik gerekli evet, duyguların özgünlüğünü koruması için ilk akla gelen dizenin ana ekseni etrafında dönüp dolanması esastır kanımca.
Yoksa eklektik yapıda bir şey çıkar ortaya. Organik bütünlüğü olmayan. Bundan şiddetle kaçınmak gerekir.
Şair belli bir yoğun düşünce kıvamına gelince de şiir zaman işi olmaktan çıkar. Bazı şiirler vardır ilk yazıldıgı gibi kalması gerekir ve bir çırpıda düşer dilden...Tek sözcüğü değiştirilemeyecek, endemik bir güzel çiçektir o zaman şiir.
Bu kıvama gelmek zorlu ve uzun bir süreçtir
Şaban AKTAŞ
26.01.2017
YORUMLAR
Şiir dili içinde üst dil oluştururken, öztükçesi olan sözcüklerin yerine yabancı sözcüklerin (arapça, farsça.v.s. ) kullanımı dilimiziyabancı dillerin boyunduruğuna bırakmak olur. Bu benim benimsemediğim bir tarzdır.
Şiirde üst dil, şiiri yabancı sözcüklere boğarak değil, imge zenginliği ile yaratılmalıdır.
Bazı durumlar olur ki sözcüğün Türkçesi, şairin anlatmak istediği anlamı tam vermez, bu anlamda yabancı sözcük kullanılabilir, örneğin özlem ile hasret aynı anlamda kullanılsa da o kadar fazla kullanılmıştır ki hasret sözcüğü, henüz beynimizde hasret kadar beğeni kazanamamıştır bu yüzden özlem.
Fakat sonuçta şairin stiline fazla müdahil olmak da kimsenin hakkı değil, ancak zaman eleğinde halkın beğenisi şiirin ve şairin geleceğini zaten ister istemez elemektedir. Aslolan kalburüstü kalabilmek ise, arı duru Türkçe seçimi doğrudur bence, örneğin Yunus Emre çağına kıyasla bu güne kadar özgün Türkçesi ile gelebilmiştir.
=======================
MUSLUK TAMİRCİSİ 😁
Yalın şiirin güzelliğini ayırt edemeyenler, bir de imgeden söz ettiler mi, en çok buna şaşarım!Eklektik düşünceler ile organik bütünlükte şiir yazılamaz. Şiir, analitik zekaya ve diyalektik düşünmeye çaresiz muhtaçtır.Şiirle küfredebilmek de zeka ister! Her kaba saba yazılmış, anlatım bozukluğu içeren söylem de bir tür "Şiire küfretmek" ile eş anlam taşır bana göre.
Kimsenin altından durduk yerden su çıkmaz! İkide bir v/anası bozuk musluk gibi su kaçırıp tıslayarak hava yapan ve ses çıkaran var ise, ya musluk ya üslup değiştirilmelidir.
Yoksa musluk tamircisi gelir ve borunun ağzına bir körtıpa takar geçer!
Çünkü bu tür akıntılar hiçbir işe yaramadığı gibi, rutubet, kokuntu ve döküntü yapar, şiir ekonomisine de külliyen zarardır.
Şaban AKTAŞ10.12.2016
ŞİİRE DAİR KISA NOT;
İnce rütuşlar; işçilik gerekli evet, duyguların özgünlüğünü koruması için ilk akla gelen dizenin ana ekseni etrafında dönüp dolanması esastır kanımca.
Yoksa eklektik yapıda bir şey çıkar ortaya. Organik bütünlüğü olmayan. Bundan şiddetle kaçınmak gerekir.
Şair belli bir yoğun düşünce kıvamına gelince de şiir zaman işi olmaktan çıkar. Bazı şiirler vardır ilk yazıldıgı gibi kalması gerekir ve bir çırpıda düşer dilden...Tek sözcüğü değiştirilemeyecek, endemik bir güzel çiçektir o zaman şiir.
Bu kıvama gelmek zorlu ve uzun bir süreçtir.
Şaban AKTAŞ
26.01.2017
Şaban Aktaş tarafından 1/25/2017 1:17:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
POSTMODERN YAVANLIK
Yaşanmışlıktan çok çok uzak, gerçekle bağı olmayan, hiç bir maddi temele oturmayan, zorlayarak birbirine iliştirilmiş, içi boş sözcüklerle yazdıklarını ''İmge Şiiri '' olarak gören ünlü şairleri(!) gördükçe, kendilerine ; '' Kardeşim, senin doğa ile insan ile hiç mi işin olmadı hayatta; bari köye git biraz domates biber, kavun karpuz yetiştir, yazdığın şiir, hayatında nar ağacını görmemiş insanın, nara domates demesine benziyor!'' diyesim geliyor.
Şaban AKTAŞ
23.08.2016
Sevgili Fatih Günaydın; tartışılan konu üstüne düşüncelerimi açmak isterim.
Şerif Temurtaş arkadaşa bu kadar sert saldırmanı yadırgadım. Okuyucusunun şiirden anlamayıp da yazılanı şiir yazanı da şair zannettiği o kadar çok şiirimsi ve şairimsi var ki bu ülkede...
Gerçek şairin en önemli belirleyici kriteri de yazdığı kitapta yarına kalacak en az bir kaç dizenin olmasıdır.
Gerçek şiiri de elbette gerçek şairler yazar. Şahsen bugüne dek iki kez şiir yarışmasına katıldığım katıldığım yarışma 2 yılında Aykırı Sanat Kültür ve Dergisince düzenlenen yarışma idi. Bana ''Kırık Pençe'' adlı şiirimle 3. ncülük ödülü verilidi. Bu benim için boy aynasında bir ölçü anlamı taşıyabilir. Diğer yarışmada ise bana prim verilmedi; hangi yarışma idi, adını söylemeye gerek yok, ödül alan şiir ile kendi şiirimi kıyasladığımda taraf tutulduğu kanısına vardım. O nedenle de bundan böyle yarışmaya şiir filan göndermeyi düşünmem. Bu bağlamda'' ödülsüz gerçek şiire dönmekten'' de kastettiği sanırım budur Şerif arkadaşımızın.
Bugüne değin pek çok dergide şiir yayınladım, bunların sayısı yüzü aşkındır. Ancak son on yılı aşkın bir süredir dergilere şiir göndermekten de vazgeçtim. Senin de bildiğin gibi sanal ortamda yayınlıyorum şiirlerimi.
Bugün gelinen noktada genelleme yapmayalım ama tıpkı ülke siyasetinde olduğu gibi kültür hizmetlerinde de bir ahbap çavuşluk ilişkisi yandaşlık ilişkisinin olduğu yadsınamaz.
Beğen · Yanıtla · 23 dk. · Düzenlendi
Şaban Aktaş
Şaban Aktaş Bir şair gerek ülke içinde gerekse ülke dışında ödüllendirlmiş olabilir, ve verilen her ödülün verenler tarafından öne çıkarılmak istenen amaçlara hizmet edip etmediğine kuşku ile bakmak da yarar var. Gerçek şair yüreğinin sesini, bunu yazarsam benden çalarlar mı korkusu taşımaksızın sanatın değiştirici gücünü kullanarak, sadece şiir alanında değil, hayatın her alanında kalemini oyanatabilecek yetkinliği kendinde bulabilmelidir. Yoksa ükede gördüğün gibi ilkokul mezunu adamlar darbe yapacak güce de erişebilmektedirler...
Beğen · Yanıtla · 4 dk. · Düzenlendi
Şaban Aktaş
Şaban Aktaş Gerçek şiir analitik düşüncenin önünü açar.
Gerçek şiir korkusuzdur.
Gerçek şiir suya sabuna dokunur.
Gerçek şiir diyalektik akışa uygundur.
Gerçek şiir soyuttan somuta ulaşım aracıdır.
Gerçek şiir yalın ve güçlüdür.
Gerçek şiir acının ve sevincin en dip ve en uç noktaları arasından çıkar.
Gerçek şiirde anlaşılmaz karmakarışık imge ağı yoktur.
Gerçek şiir öznel duyguları içerse bile evrensel özellik taşır.
Gerçek şiirde her insan kendisinden bir şey ister istemez bulur.
Gerçek şiir çarpıcıdır.
Gerçek şiir ilk okuyuşta göktaşı gibi yüreğe saplanır.
Gerçek şiirde herhangi bir dizede sözcüklerin yerini değiştirdiğiniz zaman anlam bozulmaz. Bozuluyor ise o dize şiir dizesi değildir.
Gerçek şiirin daha pek çok özelliği vardır..
Gerçek şiir zıtlıkları ortaya en çarpıcı biçimiyle sergiler.
Gerçek şiiirde organik bütünlük vardır; hilkat garibesi değildir.
Gerçek şiir başkasından çalınmamış özgün yürek sesidir.
....
Beğen · Yanıtla · 1 dk. · Düzenlendi
Şaban Aktaş
Şaban Aktaş Daha çok şey yazılabilir bu konuda...
Beğen · Yanıtla · 5 dk.