- 1260 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnsanın insana niye kötülük ettiğini bilebilir mi?
“Zamanla yarışan kadınlar”
Güneşin ısıttığı bir mevsim de, kendim için bir şey yapmak istedim…
"Vay be," diyorum kendi kendime,
Öyle ki, “dünyaya bir daha gelsem ne olarak gelmek isterdiniz?” sorusuna “tabii ki kadın olmak isterdim” diye cevap verecek kadar cesurdum:
Kesintisiz bir şekilde uzayıp gitseydi sonsuza kadar…
Öyle zamanlar oluyor ki,
"Zaman" başka, “ben” başka,"vakit" başka, "an" başka, sözleşmiş gibi uyum içinde dönüyor,
Çamlıca tepelerinde çay bahçesinde zümrüt yeşili seyretmek, kendime bir bardak çay içirmek, ödüllerin mükemmeli olmalıydı.
Önce oturacak boş bir masa bulmalıydım: Sessizce bakıyorum...
Aynı anda konuştuk.
Cılız bir ses “Buyurun oturabilirsiniz”, ağzımızdan çıkmadan laflar…
“Yıllar oldu bu sandalye boşalalı!”
Dünyanın çarkından şikâyet eder ses tonuyla gülümsedi, yarı mahcup, yarı mağrur. Savuşturdu sözlerini. Afallamıştım.
Sadece hafif bir tebessüm dudağımda toplandı, açıldı ve bu gülüş ona cevap oldu.
Ben dinlesem de, dinlemesem de. Aşikâr ediyordu, dökecekti içini
Birbirinden bambaşka, kadınlık hâllerinin ilk ipuçları, aslında hesap soruyordu. “Ama kime”?
Zaman tek bir kelime, zihin ve yürekle tek bir şekilde yaşanmıyor işte.
Nice güzellikler veya çirkinlikler bırakmıştı geride…
Düşünmeden edemezdim.
İnsanın insana edebileceği kötülük, ne yazık ki bu dünyanın katı kuralları en çok kadınları mağdur ve muzdarip ediyor. Ruhunun kapılarını kapattırıyor…
Genç denecek yaşta bir kadın, koyu kahve renkli saçlarını usulden alelade topladığı besbelli, ince bir tebessümle oturdum karşısında.
Gösterilen itina, bu sandalyede hala biri oturmaktaydı.
Ona göre öyle bir sevgi tesadüfe bırakılmazdı…
Kadın sevgiyi anlatırken gözleri bir vuslat hazzıyla süzülüyordu.
“Yalnız geldik bu dünyaya. Sanki yalnız gitmeyecek miyiz?” öyle değil mi?
“Gerçi benim şahidim bu masa”
Filiz, bu masada âşık olmuş, bu masada seni seviyorum demiş, hamile olduğunun müjdesini bu masada vermişti.
Ne yazık ki müjde ızdırap duymuştu.
O gün heyecanla sevgilim artik damatlık giyme vaktin geldi. Ben
hamileyim demiş Filiz o tutkulu aşka güvenerek.
“Baba olmaya henüz hazır değilim - Ben evliyim!
Öfke keskin sirkedir, kabına zarar verir. Burada çaresizlik, sonunda kendi bindiği dalı kesmeye başlar.
Saf sözcüğü ne kadar anlamsızlaşıyor, tüm bu kir pasın içinde…
Giderken son sözleri: “Bu parayla, karnındakini aldır! Herkes kendi yoluna...”
Filiz yüksek sesle sordu:
“Sen benim hayatıma geldiğinde karın senin hayatının neresindeydi?”
Filizin dünyasını altından çekip aldı. Sevginin gözyaşları pişmanlıkla aktı. “İnsanin en büyük düşmanı kendidir onu anladım abla!”
Şöyle gökyüzüne baktı avuçlarını masanın altına sakladı. “Dayanılmaz dertlendim, Allah’ım bu kulunu bir yerlerden dinlediğine inanıyorum” dedi.
Şükür sesinde bir cenin duaya durmuştu...
Böyle bir sözü ancak acı bir seziş söyletebilirdi.
Ateş kadar yakıcı kıvılcımlar cinayet kırmızısı gözlerinden pırıldayan.
“Ne sandı? Hayatı iğrenç! Ahmak herif, buna muvaffak olamayacaktı.”
Yüzü humma ile gergin teni yanıyordu filizin.
Efendi önceleri, kendinden bahsederken kendinle gurur duyarmış.
Bu Efendi, en çok başkalarıyla karıştırılmaktan rahatız olurdu.
“Boş versene yahu”, der “Hayatımda yalanla hiç işim olmamıştır.”
Çok şaşkındım. Duyduklarıma inanmakla inanmama ikileminde debeleniyor beynim.
Peki dedim.”Efendinin yaşayış tarzı bumuydu?”
Filiz kallavi laflar ediyor
“Vefalıdır. Sadıktır. Sandım”
Teselli sözü bumuydu emin değildim ama söyledim:
“Her insan hata yapabilir. Bundan sonra yapacakların ceza olabilir!”
Filizin beni dinlemiyor gibi bir ruh hali vardı.
“Onun alçaklıklarını tarih yazdı unutulmaz…”
Beni çok irdelemişti. Geçmişim, geleceğim, çok önemliydi bu efendi için.
“Geçmişi yargıladı, savundu, hüküm verdi kadın ruhumu mahkûm etti.
Sanki ben onu terk ettim. Öyle bir tavırla bana hükmetti… Mağlubiyet, öfkelendirdi yalanlarının maskesini düşürmemek için sahtekârlığı hortlamıştı besbelli. Kaybetmenin o zehirli sancısıyla gitti hala gidiyor…
Bu da geçer...” dedi
Filiz bu gözyaşlarıyla aklanabilecek miydi yaşadığı onur kirini, kaybetti cümleler içinde kimliğini, bir gaflet perdesiydi gözlerini saran, eskilerin ötesine bir bakıştı o!
“Bir insan bu kadar çabuk değişebiliyorsa?”
Beyninde mıhlanan bu zorbalığın ve zulmün bir timsali gibi gözlerinin önünden geçiyordu…
Şerefin düştüğü yerde kalkan kadehler, şerefsizlerin şerefini taradı.
Hırslarını ve yaptıklarını gözden geçirmesi, doğru veya yanlışlarının muhasebesi, umutla verilen sözlerin? Bir can ceremesi olacaktı...
Gözleri yumulu “bir bebek” daha güneşi görmeden.
Filizin ruhunu tedaviye alır... Biyolojik sebeplerden ya da genlerden ötürü değil, yetiştirilme ve sosyalleşme biçimlerimizden ötürü.
Değerler, kime göre?
Bedeli, kahrolası para, doktora ödendi mi?
Bir kerpetenle ana rahminden sökülüp suların kanallarına karışacaktı,
Sayısı belli olmayan bebeklerle buluşacaktı şehrin lağımında!
Söylemesi imkânsız bir şeyler içinde boğuluyor, inliyor gibiydi Filiz!
Düne kadar yaşadığı hayat, nasılda bir anda dışına attığına şaştı.
Balıkçıların rakı sofrasından boş bir kadeh gibi mi kaydı onun hayatından…
Bu efendi hayatının mevsimlerinde yeni çehreler aramış durmuş,
Birbirini takip eden güzellerin ikliminde. Her hayatın üstünde âlem yapar, rüzgârın savrulan tozu. Bu âlemin ortasında yine kendisi olarak yaşar.
Bu efendinin medeni halinde evli yazan,
Bir yığın yapay hayalle süslenmiş bir dünya…
Her şeye kendi varlığından bir yığın sır!
Filiz sabrederken zaman kaybedecekti. Kendinden ikrah etmedi. “Varım” dedi hayata! Var olduğu içinde şükretti!
Morgun parlak mermer duvarlarınla kapattı hüzünleri. Sıraladığı cümlelerin dağılan gölgesinden hüzün verici bir görüntüsü var.
O günden sonra hayatını zehirleyen mazi düşünceleri, son baharda kış yağmurunu düşünüp kederlenirken: “Bu azaba sandalye bir de masa tanıktır” dedi.
Başkasının gölgesine muhtaç olmadan, tek başına yaşayan hür ve gür bir ağaç gibi toplum yaşayışından kaçıp tek başına sıkıntılı dönemi aşmıştı…
Doğumuna üç ay kalmıştı...
Simdi hüznün şifasını soluyordu.
Haber saldı: “Gel bendeki emanetini al, tanıştığımız çay bahçesinde, saat onbeş otuzda!”
İvecen adımlarla yaklaşırken yağmur damlaları yalıyordu yaprakları, o gün, bakılmayacak bir yüze son kez baktı:
“Bana bıraktığın bedel!”
Karnımdakinin bedelini ödeyemedi.
“Ödeyeceğin yerin olabilir” zarfı adama uzattı. Adamın bakışları düştü;
“Filiz inan sana âşık oldum. Evliliğim buna engel olamadı. Benim üç tanede kızım var! “
Eşinin devasız bir derdi olduğundan üç kızdan sonra doğurganlığını yitirmiş...
“Bu bebek erkek olursa, doğur bana ver.
Karımın nüfusuna yazdırayım. Senin hayatını ömrünün sonuna kadar garanti altına alacağımı temin ederim”, der…
Hilkat garibesi bedeninden çok beynine yakışmıştı. Affettirici gülüşüyle her şeyi affedeceğimimi sandı? Ahmak herif…
Gururun acısı vardı Filizin teninde.
Filiz eliyle karnını okşar, bu bebek Kanlıca da manevi bir baba edindi, kız doğurursam Kanlıcadaki yalının tapusunu ona verecekler.
Sana benzemeyen, üzerinden çok zaman geçtiği halde değerini yitirmeyen türünde örnek olarak kalan bir insanlık ölçüsü. Bizi kuşattı. Onu tanıdım senin masken yırtıldı! Canım sıkılınca duvarımda asılı yırtık bir maskeye bakacağım.
Bunları anlatırken her şeyi öyle sefildi ki, yüzünde derin bir iğrençlik vardı…
Filizin bir yanı yazgıya isyankâr… Sesi titriyordu... “Mecnun biriydim ona!
Aşkı çehreme hatırlatmıyor gülmeyi… Canımı yaktı, beni tüketti. Benim saflığımı kullandı… Tek gücü vardı, para.”
Tanrının adaleti bu, diz çöktürdü erkek oğul!
Filize sordum? Hiç mi hissetmedin, bu kadar mı aşk gözünü kör etti?
“Sanırım. Hamile olduğumu söylediğim gün uyandım” dedi.
Seyrettiği kâinatın bir yabancısı olduğuna kanaat getirdi...
Yelkensiz dümensiz bir gemi, o şeffaf karanlığın gölgesinde yalpalıyor hayatla, Kandillide yaşlı bir ailenin yanına sığındı. Filiz yardımcı olarak alındığı eve manevi kız kabulü gördü. Onlara sözü vardı, yaşadıkları süre onlarla yarenlik edecekti.
Filizin Nedime hanımdan bir isteği vardı, “Bebeğimin ismini siz bulun? Bu istemle onurlandılar. Biz sana itimat ettik, bebeğinin ismi Güven olsun. Dileriz isminin özelliği genlerinde yaşar…”
Güven. Galatasaray mektebinde okuyor. Filiz Güvenle renklendi, onun ışığıyla aydınlandı.
“Yazı, alın yazısı, hayat, mukadderatım budur. Evet, benimde yapacağım bir şeyler olmalı” dedi, yüreğinin gücüne sarılıp mücadele etti.
Damla damla yıldızlardan huzur topladılar. Kenan Bey ve Nedime hanımın vefatından sonra yalının varisi oldular…
Bilinmeyen Filizlerden ne de çok var!
Ya Kenan Bey, Nedime hanımdan kaç tane var?
İnsanlar masalara akan birer yıldız.
Kadın! Hayattaki yeri? Göze hitap eden bir tablo!
Biri hayal, biri kâinata enkaz!
Öteki hazine bazen de bir serap.
Bir yanlış var? Ama nerede?
Beğenilmek kolay, sevmek sadık kalmak çok ama çok zor.
Baştan aşağı tek beden olabilmektir, bir kalbe iki kişi girip, oradan tek bir ruh çıkabilmektir. İnsanların en kolay vereceği şey vücutlarıdır.
Esas istenilen sevgide ruhtur.
Bu türden beyler. Evdeki eşi evinin temel taşı… Bana göre nikâh, kağıt üstünde bir etiket. Ev içinde evliler, biri diğerinin katili olur, ama ölmezler can çekişirler.
Bazen sevgi, ölmüş yürekte son çığlık!
Anneannesinin ona söylediğini hatırladı Filiz:
“Bizim ailede doğanlar gözü önünde yol izler!
Sana ne oldu Filizim?”
Hüsranlarımız, arzularımız, arızalarımız. “Bizim” hayattan aldığımız tüm derslerle yeni bir "ben" edinmek. Kaç yaşında olursak olalım, geç değil, başımızdan neler geçmiş olursa olsun… Hepsi, “kader” değil, yeniden başlamanın mümkün olduğuna inanmak!
Her ne kadar şikayetçi olmak bizde dil alışkanlığı olmuşsada, hayatımızın değişmezleri onlar!
Bir kadın öteki kadının canını yakıyor…
Yeni bir ben yeni bir sınav - sahte sevgiler, çıkarcı ilişkiler, değişmezler...
İnsan niye yanlış yaptığını bilebilir mi?
Kendimize sormamız lazım:
Kadınlar, kadınlarımız, modern dünyada duygu sınavından sürekli sınıfta kalıyor.
Kriterlerini uygularsak mantık dersinde. En fakir ruhu bile zenginleştirir.
En hırçın ve acımasız eleştirilerin gerçek payı ne kadar çoksa duygu payı da ondan az değildir
Herkesin yaşadığını yaşamak gerekmiyor, yeter ki yitirmeyelim empati kurma yeteneğimizi.
Hayatıma insanlar kulağımın yoluyla girer.
Gıdım gıdım sözcük tanecikleri bir yığın inci olur.
Bu tanımadığım kadın, içime inci tanelerinin tohumunu ekti…
Benim için manevi değerdir...
İnsan hata yapar… Hatalar insanları suçlar…
Allah’ın adaleti şaşmaz!
Bu fikrin acemi savunucusuyum…
KAYIP YALDIZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.