- 639 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Zakkum Çiçeği
Bin parçaya bölünmüş düşüncelerin elleri bağlı tesellileri yokuşu tutmuş…Peşine peşkeş çekilmiş uykunun kalın perdeleri titriyor.Geri dönmek ne kadar zor bu kadar gittikten sonra.Sitemin serzenişin bini bir para…
Yazıldığını zannedip abideleştirilen kitabeler ve o kitabelerin içinde sümüklü aliheler..Kalbin kara kutusunda sanemler..Ne dolu sancılar yoğruluyor hayat teknesinde…
Kudsi ayrılıklar arındırıyor çileyi bir birinden..Tiryakiliklerin dram tasallutları gönlü taslit ediyorsa da sevdanın manevra kabiliyetini arttırıp aşka çevirecek yangınları körüklüyordur…
Kulların, kulcukların, kölelerin sevgisinden ne olur..kara yağız,çetin bir bedele geldiğinde berdeli hazır korunmaların çıkarcılığı,manaya rüsvan olduğun ayak diremelerini çaput gibi inadın başına bağlar…
Keşke toprak olsaydım demeden öncedir her şey..Ve gözlerimden kayıyor tutunduğum her şey..Üzerinde hiçlik mührüyle ufka varan uzun yollarda kayboluyor…Belki bende takat yetmeyen mekan kabul etmeyen zamandan ve tutkudan iradesiz azl edilenler gibi bu babın menteşesinden söküleceğim..
Bütün anlama isnad ettiğim anlamsızlıklar cuntasıyla yerimden yurdumdan edileceğim…Unutup unutulacağım…Dünde kalmamış kasabalar gibi..Dur biraz hayal edeyim dediğin ama bir iki çalı çırpı ve yöresel tanımlamalar artığından başka bir şeyin kompozisyon organize edemediği dejenere düşlerin bayat ekmek kırıkları gibi açlığına battığı varlıklılık alametleri taşınır mazi fıçısına…Erdemli bir dertte bulmak zor olur..Belki hayat dediğin gerçek hiçbir hakikatinde soysuz sopsuz bir şeyi kabul etmiyor…
Kollarını kaldırıp başına geçirdiğin gece külahlı ile âmâca Leylalar aranmıyor…Kırılmasını tezyid mi edelim kalan bitenin..Daha da örse mi vuralım kaburga kemiklerimizi..daha da besteletelim mi iniltilerin yüreğe olan ilintilerini..Kimin haberi var cehenneme yol aldığımızdan..cennette olanlar ne bilsin beni…
Artık sıratta yürüyorum bildiğin kılıçtan keskin kıldan ince bir kıl üzerinde..O caddeler ve caddelerin uğultuları yok artık..ve artık sekiz-on saat sürmüyor yalnızlık… Havaya civayla yazı yazılmıyor…
Parmaklarım soğuktan başka hiçbir şey için üşümeyecek ve üşümemeli..Tek tabanca karanlık ve kahverengi olmuyor…
Durup duruken harcamak kendini, acınmasızca harcamak..Bir oyuna feda etmek fedailiğini..ne uğursuz bir yok oluş ne veballi doğuş..ne kabul olmaz yalvarışların söndürdüğü kandillerdir, umudun kendini aştığı delilikler doğurup duran gayri meşru anneler gibi.. olsunların dizildiği çizgiler..ne kadar siyah…
Ve hastayım artık..Yasını yaşını doldurmuş emandan utanç içinde büyük bir hastalıkla…Yalancı bir aydınlığı koyduğum ağaç kovuğuymuş saraylı salonumun incili mincili saçıldığı yer…
Her şey dağıldı.Dur durağı yok ardı kesilesilerin..Önüne ne kattıysa katıksız ve katışıksız sürgit bir süregidilikle taşıyor..İçimin taşıp boğduğu ben gibi aşındırıyor üzerindekileri…
Biraz daha mı batmalı şu balçık içinde..Biraz daha çırpınıp iyice yerleşmelimi ortasına..İşitmemelimi vicdanın ruhunla omuz omuza yapma etmelerini.İlhamı teyakkuzun sesini kısmalı hiç dinlememeli mi…Duymazdan mı gelmeli gök gürültüsünü bastırır baskınları…
Yoksa değmiyorların ederlerini yükselten bir vehimle verilen kıymetlerin kopardığı bir kıyamet mi bunlar..Çulsuzluğunu ört bas etmek isteyen bir sarıkın sirkatle kılıf hazırladığı murdar bir beklenti midir..suratına yüz suyu dökülenler..O döküntülerden miyim..Bir çatlak sıvasız duvarda ben miyim…
Evet, zakkum çiçeğim;
Doğudan batıya salası gelmiş vedalar kotarıyorum, kendinden bezgin ateşler yanıyor içimde… Delinmiş avuçlarımda durmuyor dualar…
m.safitürk
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.