Kibir ve Tevazu
Genlerimizde taşıdığımız hususiyetler, davranışlarımıza, hayat anlayışımıza az çok yansır. Tavrımız, duruşumuz aklımızın ve gönlümüzün harmanında şekillenir biraz da. Kibir, atom bombasından daha tehlikeli olmakla beraber, şeytanın maharetle bulaştırdığı ve ondan izler taşımamızdan keyif aldığı bir halet. Öyle bir halet ki yakamıza yapıştığında onu bir nişan gibi taşırız farkında olmadan.
Bu gaflet, bir kez bulaşmaya görsün, yakamızı kolay kolay bırakmaz. Çevremizdeki yaratılmışlara tepeden bakmamıza, kendimizi gereğinden fazla önemsememize yol açar. Oysa, kibre yakasını kaptırmayanlar; Yunus’un has ifadesiyle "yaratılanı yaratandan ötürü sevmenin"sırrına erer. Onların suretinde Şeytan’dan izler bulamayız. Aynı Yunus, "Adımız miskindir bizim / Düşmanımız kindir bizim/ Biz kimseye kin tutmazız / Kamu âlem birdir bize" derken tevazuun, hoşgörünün,engin gönüllülüğün kapısını açar bizlere.
Yazımızın başlığını oluşturan kibir ve tevazu kavramları iki zıt kutup. Biz, günlük yaşantımızda bu iki kutup arasında gidip gelme riskini taşırız daima. Bu noktada halife Hz. Ömer’in sırtında un çuvalı ile çarşıda dolaşmasını hatırlamak derdimize ilaç olur sanıyorum. Hangimiz Hz. Ömer’in(RA) kesip attığı tırnak olabiliriz.
Bu bağlamda şeytandan iz taşımaktansa, Ömer’in (RA) temsil ettiği anlayışa dahil olmaya çalışmak her inanırın ülküsü olmalıdır. Diğer yaratılmışları hakir gösterecek kıyafet, etiket , mansıp başımızı döndürmemelidir. Yaratılanlara Şeytan’la aynı puslu pencerden bakma tuzağına düşülmemelidir. Billûr pencerelerden dupduru bakışlarla bakılmalıdır varlıklara...
Tevazu basamakları aşağı iner gibi görünse de zirveye çıkar. Kibir basamakları yükseğe çıkar gibi görünür, uçuruma açılır. Gayya kuyusuna ve deresine yuvarlanmak bahtsızlığını yaşamak da zirveye ulaşmak da kendi elimizde. Tercih bizim...
Ankara,29.12.2010 İ.K