Sefer...
İkinci hikaye denemem...
Nuri kaptanın emekli olmasına bir ay kalmıştır. Adana-İstanbul seferine çıkmadan bir gün önce büyük oğlu Mehmet’in hamile eşinin doğum sancıları tutmuş ve hastaneye kaldırmışlardır. Nuri kaptan cep telefonu kullanmasını bilmemektedir ama bu kez mutlu haberi hemen almak için küçük oğlu Mustafa’nın telefonunu yanına alır ve çaldığında İbrahim’e açtırabilirim diye düşünür... Ve Otobüs 20.00 da yolculuğuna başlar.
Saat 23.30 civarıdır. otobüs Aksaray’ı yeni geçmiş ve Ankara’ya doğru ilerlerken, şoförün cep telefonu çalar.
Muavin İbrahim,
- "Nuri abi, sanki senin yanında telefon çalıyor.(gülerek) Yoksa sen de mi telefon kullanmaya başladın?"
- "Yok, oğlum sadece bu sefere özel."
- "Bu seferin özelliği ne Nuri abi?"
- "Oğlum boşver şimdi sen. Hele şu telefonu açıver."
- "Nuri abi şu yeşil tuşa basacaksın."
Nuri Kapta’nın Adanada kalan ve hastanede olan büyük oğlu Mehmet sevincinden yerinde duramamaktadır ve babasının telefonu açmasını sabırsızlıkla beklemektedir.
Nuri Kaptan telefonda yeşil tuşu ararken bir an karşıdan gelen yakıt tankerini göremez...
- "İbo, oğlum bu yeşil mi?"
- "Evet, abi o yeşil."
- "Tamam. açayım yoksa şimdi kapatacaklar."
Nuri kaptan telefonu açıp kulağına götürürken İbrahim bağırır,
- "Nuri abiiiii..."
Telefonun açıldığını fark eden Mehmet bağırır;
- "Baba. Baba torunun oldu; baba. Baba, bir kız torunun oldu. Baba, burada olmalıydın bir görsen.
Baba, inanamıyorum ben de baba oldum, ben de baba oldum, baba..."
Oysa Mehmet heyecanında telefondan gelen seslere hiç dikkat etmemiştir.
Bir an sustuğundaysa telefondan gelen bağrışmaları, feryatları ve yardım çığlıklarını duyduğundaysa önce inanmak istemez...
- "Baba, orda mısın? Baba beni duyuyor musun? Baba... Babaaaa."
Önce Mehmet’in elinden telefon düşer sonra Mehmet yere yığılır... Çevredekiler hemen Mehmet’e müdahale yaparlar.
15 Saat önce. Sabah 8.30 civarı...
Nuri kaptan,
- "Günaydın hanım. Mehmetlerden haber var mı?"
Sonra gülerek;
- "Torun gelmiş mi torun?"
Hanımı Cennet,
- "Yok, Nuri Bey, daha doğmamış."
- "Peki, Mustafa nerde?"
- "Nerde olacak; yatıyor daha. Gece 1’de geldi eve."
- "Ne yapmış o saate kadar dışarıda?"
- "Ne yapacak, karı kız peşindedir. Başka yaptığı ne var? Okul bitti bitecek, ne sınava çalışan var, ne kitabın yüzüne bakan..."
- "Ne yapalım hanım laftan anlamıyor işte. Hanım bir bardak daha çay versene bana"
- "Buyur bey. Ne yapalımı var mı? Sen sürekli yoldasın. Kız evlendi gitti. Abisi alt katta ama o da işten eve; evden işe. Hafta izinleri olmasa yüzlerini göremeyeceğiz. Anlayacağın bizimki meydanı boş buldu. Başına buyruk yaşıyor..."
- "Onun sınavına ne kadar kaldı?"
- "Hazirandaymış sınavı ama O’na kalsan sınava daha çok var..."
- "Hazirana ne kaldı şunun şurasında. Mart, Nisan, Mayıs... Haziranı zaten sayma. Üç ay... Yapsın bakalım hanım. Çok değil en fazla bir ay sonra emekli olacağım. O zaman da başına buyruk davransın da görelim Mustafa beyimizi.
- "Unutmadan bey, Hatice aradı. Onlarda yola çıkmışlar geliyorlarmış. On beş ya da yirmi dakika falan önce aradılar. Osmaniye’den çıkmışlar.
’Anne, bir belki bir buçuk saat sonra ordayız. Gülbahar kurtulmuş mu?’ diye sordu."
- "Daha çocuk doğmadı ne için geliyorlarmış?"
- "Damada iş yerinden on beş günlük izin vermişler. Hem sizi hem de bebeği görmüş oluruz dediler."
- "Sadece Ali’ye mi yoksa başkalarına da mı izin vermişler?"
- "Herhalde yirmi ya da otuz kişiye vermişler izni."
- "Hayırlısı hanım, hayırlısı olsun. Gelsinler de öğrenelim neymiş ne değilmiş. Hiç olmadı, bizim patronla bir konuşurum. Burada bir şeyler ayarlarız."
Okan, annesinin sesine uyanır.
- "Ya anne saat kaç ki sen beni uyandırıyorsun? Biliyorsun akşam geç yattım."
Okan’ın annesi Zeynep Hanım;
- "Ben sana söylemedim mi akşam; ’Okan, oğlum erken yat. oğlum erken yat.’ ama anne kim ki sözünü dinleyeceksin... Ama sana o şıllık, "Okan, hayatım bu gün erken yat. dinlen.’ deseydi beyefendimiz akşam altıda yatardı."
- "Anne sabah sabah ne diyorsun sen ya?"
- "Yat oğlum diyorum, yat sen. O şıllık seni uyandırmak için buraya gelir seni öperek uyandırır. Yat sen."
- "Of anne of."
- "Bana oflayıp puflama. Kalk hadi saat kaç olmuş sen hala yatıyorsun."
- "Kaç ki saat?"
- "Telefonun yok mu yanında, bakıver. Ben mutfakta sana bir şeyler hazırlıyorum."
- "Anne bunun şarjı yok, kapalı."
- "Gecenin ikisine kadar konuşursan tabi biter şarjı. Tabi kapanır."
- "Ya anne altı üstü bir saati sorduk, etmediğin laf kalmadı."
- "Sen kalk da ordan bana laf yetiştirmeye devam edeceğine saatine bak."
- "Tamam, anne, lanet olsun kalkıyorum."
Okan yirmi iki yaşında lise mezunu bir gençtir. İstanbul’da bir alışveriş merkezinde çalışmaktadır. Adana’ya ailesinin yanına iş yerinden aldığı bir haftalık iznini kullanmak için gelmiştir. Okan, aynı alışveriş merkezinde çalışan Seda adında bir kızla sevgilidir. Annesi ise Okan’a mahalleden bir başka kızı beğendiği için Seda ile olan ilişkisine karşıdır.
Okan kalkar kalkmaz hemen telefonunu şarja takıp açar. Ve gece Sedanın attığı mesajları okumaya başlar.
- "Oğlum hadi gel de kahvaltını yap. Akşam yatıyorsun elinde telefon, sabah kalkıyorsun elinde telefon... Yok, biz seni telefonla evlendirelim."
- "Aman anne ne kadar komiksin."
- "Hadi bırak şu telefonu da gel şu kahvaltını yap. Hem de yüzünü görelim. Bir hafta izine geldin ama yüzünü iki saat göremedik..."
- “tamam, anne, geliyorum.”
Okan, kahvaltıdan sonra bilet almak için evden ayrılır. Akşam 20.00’de kalkacak otobüs için bilet alır. Ve eve döner.
Metin, sözlü ve nişan hazırlığı yapan bir gençtir. Kırklareli’nde devlet memur olarak çalışmaktadır. Metin, amirinden nişan hazırlıkları için üç gün izin almış ve Adanaya gelmiştir. Dönüş için direkt Kırklareli’ne bilet bulamamış, İstanbul aktarmalı olarak gitmek zorunda kalmış ve bu yüzden de bileti İstanbul için almıştır.
Annesi Nazife Hanım Metin’ seslenir.
- “Oğlum, telefonun çalıyor bir bak.”
- “ Tamam, anne çalsın ya. Kim olacak. Arkadaşlardan biridir. Ben sonra ararım.”
- “oğlum sen dönüş işini ne yaptın?”
- “hallettim anne ben onu. Bu gün akşam 8’de gideceğim.”
- “biletini aldın mı oğlum?”
- “evet, anne, dün aldım.”
- “Oğlum, Nişan işlerini ne yaptın?”
- “Nerdeyse bitti anne. Bir tek davetiyeler kaldı, onu da bizim Celal halledecek.”
- “Oğlum baban yapardı, el oğluna niye dersin?”
- “yapsın anne. Hem o sevinir. Seve seve yapar o şerefsiz.”
- “Sen bilirsin oğlum.”
- “Metin, oğlum yine telefonun çalıyor.”
- “tamam, anne bakıyorum. Şerefsiz Celaldir. Başka kim arar bu saatte?”
Saat 11.
Özcan, Osmaniyeli yirmi beş yaşında bir delikanlıdır. İstanbul’da bir inşaatta çalışan kuzeni Özcan’ı yanına çalışmak için çağırmıştır. Ve Özcan da, ‘ne yapalım kader kısmet’ deyip İstanbul’a gitmeye karar vermiştir. İstanbul’a gitmeden önce Osmaniyede geçirdiği kazadan sonra Adanada hastanede yatan kardeşini görmek istemiş ve bu yüzden biletini Adanadan almıştır.
Özcan abisi Yusuf’la telefonda konuşmaktadır.
-“ Efendim Yusuf ağabey. Yok, ağabey daha Adanaya varamadım. Şuan yoldayım. Adanaya doğru gidiyorum.”
- “Tamam, ağabey Osman’ın yanına varınca ben seni ararım, konuşursunuz.”
- “Tamam abi, biliyorum, akşama çok var ama ben gece gideceğim yoksa o kadar saat nasıl bitecek?”
- “Görüş saat 1’de. O zamana kadar ancak hastaneye varırım. Ziyaretten sonra da otobüs saatine kadar dolanırım bir yerlerde merak etme.”
- “Allaha emanet olun abi. Ben akşam giderim. Kaç arabasıyla giderim bilmiyorum. Ben sana saati söylerim.”
Saat 12….
Serdar, yirmi dört yaşında üniversite mezunu bir gençtir. Adanadan, Ankara’da memur olan nişanlısı Sibel’in yanına gidecektir.
Serdar, Sibelle telefonda konuşmaktadır.
- “Aşkım…”
Sibel,
- “Efendiim aşkım.”
- “Aşkım, bileti aldım akşam sana kavuşuyorum.”
- “inşallah aşkım. Kavuşacağız.”
- “Aşkım, saatler geçmiyor. Sana kavuşmayı düşündükçe saniyeler yıla dönüyor.”
- “Aşkım ya… Ne desem bilemiyorum ama ben de senden farklı değilim.”
- “Aşkım, bak şuan saat 12. Ve sana kavuşmama sekiz saat kaldı.”
- “Sekizde mi burada olacaksın?”
- “Hayır, aşkım, sekizde buradan hareket edeceğim. Ama yola çıktıktan sonra sana kavuşmuşum demektir. Ben yolu düşünmüyorum.”
- “Aşkım gel de geç gel…”
- “Aşkım benden ve adanadan bir isteğin var mı?”
- “Adana seni bana bir an önce yollasın. Ve sen gel yeter, başka bir şey istemem…”
- “öptüm aşkım, hem de dudaktan…”
- “Ben de aşkım. Seni seviyorum.”
Saat 13.30
Mehmet, Nuri kaptanın büyük oğludur. Gece boyunca uyumadığından artık ayakta zor durmaktadır. Mustafa’nın yanına gelmesi için eve telefon açar.
Mehmet,
- “Alo anne.”
Cennet hanım,
- “Oğlum… Yoksa müjdeli haber mi?
- “ Yok anne. Ben diyecektim, ‘Mustafa akşama kadar hastaneye gelse.”
- “Tamam, oğlum, gönderirim ben şimdi onu yanına.”
- “Oğlum başka istediğin bir şey var mı? İstersen ben de geleyim ya da Hatice ablan gelsin. Hem bak onlar da geldi. Sizden haber bekliyoruz.”
- “Sağol anne, Selma annem başından hiç ayrılmıyor. Zaten beni de almıyorlar içeri. Selma annem, arada gelip haberdar ediyor beni. Mustafa’yı da olur da bir istekleri olursa diye çağırıyorum.”
- “Tamam, oğlum. Peki, doktorlar ne zaman doğar diyorlar?”
- “En geç yarın diyorlar anne. Ben de akşama kadar evde biraz uyuyup akşam geri geleyim diyorum. Anne, bu arada babam evde mi hala?”
- “Evde oğlum. Hadi gel de görüşürsünüz. Hadi oğlum fazla yazmasın telefon.”
- “Tamam, görüşürüz.”
Saat 15…
Ali ve Hasan Çalıştıkları kuyumcudan, patronlarının boş bunduğu bir anda başına vurarak bayıltmışlar ve 85 bin tl yi çalmışlardır. Bir an önce Adanadan uzaklaşmaya çalışmaktadırlar.
Ali,
- “oğlum aldın mı biletleri, kimse gördü mü?”
Hasan,
- “oğlum, dur bir nefes al sakin ol. Aldım biletleri.”
- “Nasıl sakin olayım? Yarım saattir öyle bir ileri bir geri gidip durdun. Kimse şüphelendi mi senden?”
- “Ya bir sakin ol. Kimse şüphelenmedi. Hem beni bilirsin ayağımı yaş tahtaya basmam.”
- “Bilirim bilirim… Peki, ne zaman gidiyoruz?”
- “Akşam sekizde.”
- “Demek akşam sekizde. Bir de bana ayağımı yaşa basmam diyor. Oğlum sen yaşa değil başka bir şeye bastın… Ne sekizi? Nasıl saklanacaz oğlum? Sen de başka bir firmadan alsaydın ya… Sen harbiden salakmışsın ha…”
- “ Geri zekâlı, dikkat çekmeden şöyle bir etrafına bak.”
- “Baktım ne varmış?”
- “Oğlum ben yarım saat boşa mı dolandım ileri geri. Bak bütün ofislerde güvenlik kamerası var. Ben neden o ofise girdim benim salak arkadaşım? O ofisde güvenlik kamerası yok.”
- “Demek tek zeki sensin. Peki diğerlerinin kameraları bizi görmüyor mu?”
- “Görsün… Bizi tanıtacak kadar net mi? Hem nerden biliyorsun hepsinin çalıştığını?”
- “Madem çalışmıyor sen niye boşa dolandın?”
- “İşimi garanti yaparım. (gülerek) mesela bizim patron akşama kadar kendine gelmez. Kimse de merak etmez; sen merak etme.”
- “O kadar zaman patron ortada görünmezse şüphelenmez mi kimse? Telefon etmezler mi?”
- “Ya yürü artık birazdan harbiden bizden şüphelecekler. Yarım saattir burada duruyoruz. patron için, için rahat olsun. kimse şüphelenmez. (gülerek) Ben Kapıyı kapatırken ‘cenaze dolayısıyla kapalıyız’ yazısı astım. Merak etme.”
Yürümeye başlarlar.
- “Peki ya adamı baş sağlığı için ararlarsa?”
(gülerek) - “Cevap veremez.”
- “eee..”
- “Ne ee si. Oğlum, ‘bu adam cenazede o yüzden telefonu açmıyor’ derler. Olur biter.”
Hasan,
- “Ali bırak şimdi patronu da biz akşama kadar nerde saklanacaz?”
Ali,
- “O kadar plan yaptın da onu mu düşünmedin?”
- “Bırak o kadar da hatamız olsun. Hem her şeyi ben düşündüm bunu da sen düşün.”
- “Tamam buldum. Bizim tıfıl Yavuz’da kalırız.”
İkili konuşarak ilerlerken önlerine bakmazlar birine çarparlar.
Hasan,
- “Önüne baksana birader!” der ama çarptıkları kişi onlara bulaşmak istemez ve yoluna devam eder.
Ofisin kapısından yirmi beş yaşlarında bir genç girer.
- “İyi günler. Bu akşam için İstanbul’a yeriniz var mı?”
- “Evet, akşam saat 8 sizin için uygun mu?”
- “Sekiz mi? Daha çok varmış ama.”
- “Üzgünüm ama İstanbul’a ilk arabamız 8’de.”
- “Napalım biraz daha sabredeyim bu garip insanlara.”
- “Garip insanlar mı?”
- “Evet, az önce iki serseri bana çarptı ama karşılık versem dayağı ben yiyecektim.”
- “Haklısınız, etraf serseri kaynıyor. Size 24 numarayı veriyorum.”
- “Tamam sorun değil, kaç numara olursa olsun.”
- “Pardon isim neydi?”
- “Özcan. Özcan Karahasan.”
Saat 16.16
Serdar saatine bakar. Saat 16.16’dır.
Hemen Sibeli arar.
Serdar,
- “Aşkım, yoksa beni mi düşünüyordun?”
- “Aşkım, nerden çıktı şimdi bu?”
- “Ne bileyim aşkım, sesini duymak için kendime bahane arıyorum.”
- “Aşkım bahaneye ne gerek var…”
- “Aşkım, sana kavuşacağım ya heyecandan saçmalıyorum işte…”
- “Benim saçmalayan aşkım.”
- “Efendim aşkım.”
- “Aşkım, ben şimdi kapatsam. Malum daha çalışıyorum.”
- “Affet beni aşkım, pardon. Unuttum bir an.”
- “ Tamam, aşkım, görüşürüz.”
Nuri kaptan evinden ayrılmak üzeredir. Kapıda Cennet hanımla vedalaşırken,
- “Hanım, bak hemen bana haber vereceksiniz torun doğduğunda.”
- “Tamam bey, meraklanma.”
- “Meraklanmayayım mı? Hanım ilk torun geliyor, torunum geliyor.”
- “Madem toruna o kadar meraklısın; söyleseydin patronuna, bu gün yola gitmeseydin.”
- “Şurada bir ay kaldı hanım. Hem ben Torunuma İstanbul’dan hediyeler getireceğim.”
Cennet hanım gülümseyerek,
- “Sen bilirsin bey… Sadece toruna hediyeler alırsın. Bize hediye aldığını da görmedik zaten.”
- “Ha hanım, unutmadan sorayım, Mustafa bu telefonun pilini falan doldurmuş mu?”
- “Doldurmuş bey. Ama yine de sen inince İstanbul’a, orda yeniden şarj et. “
- “Tamam hanım. Allaha emanet olun. (gülerek) Torunu ağlatmayın, yoksa karışmam bak…”
- “Aman ne değerliymiş şu torununda… hadi güle güle bey. Dikkat et kendine.”
Saat 18…
Zeynep Hanım,
- “Okan, oğlum hadi. Bak geç kalacaksın. Bırak artık şu telefonu.”
- “Anne, daha iki saat var. Ne geç kalması. Yetişirim ben merak etme.”
- “Yetişirsin bilirim seni, bana laf yetiştirmenden…”
- “Anne, kaç yaşına geldim ya yeter.”
- “Ha şunu bileydi beyimiz. Büyüdün artık. Ben de senin evlenmeni istiyorum artık. Torun istiyorum ben, Okan beyefendi”
- “Ne? Ne torunu?”
- “Diyorum şu Pakize hanımın kızını sana isteyelim. Evlen artık.”
- “Anne, evlen dedin başım üstüne. Ama bana o kızı istiyorum deme. Ben evleneceksem, bir kişiyle evlenirim. O da Seda.”
- “O şıllık gelinim olamaz benim.”
- “Olur annecim olur.”
- “Olmaazzzz….”
- “Olur. Hem bak sen beni lafa tutarsan ben otobüse geç kalacağım.”
- “Hayırdır, hani daha iki saat vardı otobüse?”
- “Düşündüm de geç kalabilirim. Ben gideyim.”
- “Kaç bakalım Okan Bey. Ne kadar kaçacaksın daha?”
- “Pakize ablanın kızı evleninceye kadar kaçacağım.”
Okan bavulunu alır ve hemen evden çıkar.
Metin gitmeden arkadaşı Celalle konuşmak için evlerine gider ve Celalle kapıda ayaküstü konuşurlar.
Metin,
- “Celal, kardeşim beni kırmayacağını biliyordum. Sana ne kadar teşekkür etsem az.”
Celal,
- “Lan bırak bana edebiyat yapmayı. Sana işim düşse sen yapmayacak mısın?”
- “Evet ama…”
- “Ne âmâsı ya. Metin kırdırma kafanı bana. Eğer bana teşekkür etmeye devam edeceksen kapıyı kapatayım, başımı ağrıtma benim. Metin biz seninle kardeş değil miyiz de sen bana şunu yaptığın için teşekkür ederim, bunu yaptığın için teşekkür ederim… Bu ne metin?”
- “Lan sen de ne acayip adamsın ya.”
- “Biz de adamlık böyle metin. Biz de kardeşlik böyle.”
- “Sağol kardeşim.”
- “Bak hala Sağol diyor. Hadi ya içeri gir yada beni tutma kapıda.”
- “Yok kardeş giremem. Gideceğim birazdan. Ben buraya sana Teş..”
- “Metin, bak sana sağdan bir çarpacam…”
- “Tamam kardeşim, sustum.”
- “Ha şöyle… Gel de sana, gitmeden bir sarılayım kardeşim benim.”
- “Eyvallah kardeşim. Hadi Allaha emanet ol.”
- “Sen de metin. Ha unutma bak nişan sadıcın benim. Yoksa o nişanı dağıtırım bak.”
- “Tamam, lan deli oğlan, tamam.”
Saat 19.30
Nuri kaptan, İbrahim’e seslenir,
- “Oğlum kapıları aç, bavulları yerleştirmeye başla.”
İbrahim, on dokuz yaşında bir gençtir. Lise hayatı pek istediği gibi geçmeyince üçüncü sınıfta okulu bırakmış ve hayata atılmıştır. 1,5 yıldır Nuri kaptanla beraber sefere çıkmaktadır.
İbrahim,
- “Hemen abi. Hemen açıyorum kapıları.”
Nuri kaptan yanındaki görevliye dönerek,
- “Bu İbrahim, zehir gibi çocuk.”
Özcan, bavullarını verdikten sonra koltuğunu ararken, bilet almaya gittiğinde ona çarpanları görür. Özcan 24 numaraya otururken 21 ve 22 numarada oturan Ali ve Hasan da onu tanırlar.
Saat 20…
İbrahim gelen listeyi kontrol için araç içinde koltuklara bakar. Bütün koltuklar doludur. Nuri kaptana herkesin arabada olduğunu söyler, muavin İbrahim. Ve hareket ederler. Serdar 5, Okan 9, Hasan 21, Ali 22, Özcan 24 ve Metin 33 numaralı koltuklarda yolculuğa başlarlar.
Hasan ve Ali kendi aralarında konuşmaya başlarlar.
Hasan,
- “Kurtulduk oğlum, kurtulduk. Artık arasın bizi polisler. Belki bulurlar…”
Ali,
- “Peki bulurlarsa?”
- “Sus Ali, içimi karartma şimdi. Benim bu parayla yapacaklarımı düşünmem lazım.”
- “Ne yapacaksın peki?”
- “Oğlum ben de onu düşünüyorum. Ne yapabilirim payıma düşen parayla.?”
- “Neyse Hasan boşver düşünmeyi. Artık kurtulduk. Hem uyumaya çalış yoksa bu yol bitmez.”
İbrahim, servisi bitirdikten sonra Nuri kaptan ışıkları kapatır. Otobüsteki çoğu kişi uyumaya başlar.
Saat 22.45 civarı, otobüstekiler İbrahim’in sesiyle uyanırlar.
- “Sayın yolcularımız ilk mola yerimiz olan Aksaray’daki tesisimize gelmiş bulunmaktayız. Burada 30 dakika yemek ve ihtiyaç molası vereceğiz. Mola süresince değerli eşyalarınızı yanınıza almanızı ve mola bitiminde yerlerinizi almanızı önemle rica eder iz.”
Serdar, hemen Sibel’e mesaj atar,
“Aşkım, sana kavuştum sayarım. Aksaray’dayım şuan. Ve SENİ SEVİYORUM.”
Okan, bir köşede Seda ile konuşmaya başlar hemen. Özcan bir kenarda molanın bitmesini beklerken, Metin uyanmamış ve arabada uyumaktadır. Hasan ve Ali ise sabırsızlıkla molanın bir an önce bitmesini istemektedirler. çünkü dinlenme tesisinde bir polis otosu vardır ve korkmaktadırlar.
Mola biter ve yolculuk kaldığı yerden devam eder.
Saat 23.30 civarıdır. Otobüs Aksaray’ı yeni geçmiş ve Ankara’ya doğru ilerlerken, Nuri kaptanın cep telefonu çalar.
Muavin İbrahim,
- "Nuri abi, sanki senin yanında telefon çalıyor.(gülerek) Yoksa sen de mi telefon kullanmaya başladın?"
- "Yok, oğlum sadece bu sefere özel."
- "Bu seferin özelliği ne Nuri abi?"
- "Oğlum boşver şimdi sen hele şu telefonu açıver."
- "Nuri abi şu yeşil tuşa basacaksın."
- "İbo, oğlum bu yeşil mi?"
- "Evet, abi o yeşil."
- "Tamam. açayım yoksa şimdi kapatacaklar."
Nuri kaptan telefonu açıp kulağına götürürken İbrahim bağırır,
- "Nuri abiiiii..."
Telefonun açıldığını fark eden Mehmet bağırır;
- "Baba. Baba torunun oldu baba. Baba bir kız torunun oldu. Baba burada olmalıydın bir görsen.
Baba inanamıyorum ben de baba oldum, ben de baba oldum, baba..."
8 saat sonra. Sabah 7.30 civarı.
Tv de kazanın haberi geçmektedir."Türkiye dün geceki kazaya ağlıyor. Adanadan İstanbula giden bir yolcu otobüsü Aksaray yakınlarında bir yakıt tankeri ile çarpıştı. Olayda otobüste bulunan yolculardan kurtulan olmazken kazanın aşırı hız, uykusuzluk ve dikkatsizlikten meydana gelmiş olabileceği üzerinde duruluyor. Kazada yanarak feci şekilde hayatını kaybedenlerin bir bölümünün kimlik tespiti yapılabildi. yetkililer, diğerlerinin ise vücutlarının tamamen yandığından dolayı kimlikleri belirlemekte zorlanıyorlar. Kimlikleri belirlenen vatandaşlarımızsa;
Otobüz şoförü Nuri Gencay
Personel İbrahim Küçükağa
Yolcular,
Ayşe kayalı
Ayten kayalı
Emin körlü
Hatice Sapan
Metin aykan
Süleyman hacıoğlu
Özcan karahasan
Sadık kayıncı
Ayşen yaban.
Diğer yolcularınsa kimlik belirleme çalışmaları devam ediyor.
Sıradaki haberimizse Amasyadan....."
(SON)
BLL (16.12.10) 22:39
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.