- 2091 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
NARE NARE HEY NARE
NARE NARE HEY NARE!
Yıl 1961 Kızıltepe Büyük Boğaziye Köyünde öğretmen olarak görevimi yapmaktayım. Aralık ayının son günüydü. Eşimle birlikte okulumuzun bitişiğindeki lojmanımızda saat 23 sularında yer yatağımıza yattık. Yatarken beş numara petrol lâmbamızın fitilini iyice kısarak sedirin üzerine koyduk.
Henüz uyumamıştık ki, köy içerisinde kalabalık bir gru-bun ayak sesleriyle birlikte, köpeklerin havlamaları, bağırıp çağırmaları gecenin sessizliğinde korkutucu bir hal alıyordu. Suriye hududuna 2–3 kilometre mesafede olan köyümüzde zaman zaman kaçakçılarla jandarmalar arasında müsademeler olur, silah sesleri yankılanırdı. Bir keresinde kaçakçılarla yapılan müsademe de on üç çuval Muş tütünü müsadere edilmişti. Sabahleyin müsademe yerine bölükten gelen yüzbaşı okula da uğradı:
—Öğretmen Bey! Buralarda bakkal yok, sigara yok. Sofra bezi veya çarşaf gibi bir şey ser odaya, diyerek jandarma erine:
—Mehmet çuvalın birisini getir bakalım, diyerek benim çarşafın üzerine bahara kadar içeceğim tütünü bıraktırmıştı.
Fakat bu kalabalık ve bağrışmalar böyle bir olay değildi. Bambaşka bir şeydi.
Yattığımız yerden hanımla birlikte yorum üretiyorduk. Acaba köyde bir acil hasta var da bir yere mi götürüyorlar. Yahut bizim lojmana mı geliyorlar? Belki de ilaç isteyecekler-dir gibi düşünceler içersindeyken okulun lojman kapısı “güm güm güm”, çalınmaz mı? Bazı tanıdık seslerin avazları yükseliyordu:
—Muallim Efendi! Muallim Efendi! Hele vara.. Vara!
Yatağımızdan tedirginlik içerisinde kalkarken gaz lâmbasını devirdik, camı kırıldı. İsli yanan fitilini yükselterek loş ışıkta, ben önde, hanım arkamda kapıya doğru yürüdük. Kapının arkasındaki anahtarı çevirerek açtım. Aman Allah’ım bir de ne göreyim. Kara çarşaflara bürünmüş iki metreye yakın bir siluet ile onun sağında kamburu çıkmış, beyaz sakallı bir cüce yok mu? Ben aniden gecenin altında karşılaştığım bu manzarayı görünce “Bismillâhirrahmanirrahim!” diyerek hanımın görmemesi için siper olmaya çalışırken, bu görüntünün arkasındaki kalabalıktan:
—Muallim Efendi korkma! Korkma! Sesleri geliyordu. Bir anda acaba bunların diğer köylerden gelen şeyhleri var da bana mı gösterecekler diye düşünürken, birkaç tanesi kapının aralığından çamurlu ayaklarıyla odama süzülerek yerde serili bulunan Antep kiliminin üzerinde:
—Nare nare hey nare! Diyerek halay çekmeye başlamazlar mı? Öfke içerisinde kendilerine:
—Hay sizin narenize! Ulan kilimi batırdınız çamurlu ayaklarınızla, nedir sizin bu yaptıklarınız? Deyince Benden yaşça daha büyük olan, Hacı İsmail’in Hasan Efendi:
—Muallim Efendi! Bu gün yılbaşı şu gördüğün aksakallı cüce eski yıl, şu çarşaf içerisindeki gelin, yeni yılı temsil ediyor. Bu bizim geleneğimiz. Her evi dolaşırız. Ya bir horoz alırsın ya da parasını verirsin. Aksi halde sabaha kadar “Nare nare hey nare” oyunumuzu sürdürürüz demesinler mi? Onlara:
—Hay Allah iyiliğinizi versin. Bizi bunca korku ve endi-şeye koymanın âlemi var mıydı? Şunu adam gibi gelip de isteseydiniz, lâmbamın şişesi kırılmaz, hanım korkmaz, kilimimiz çamurlanmazdı. Bende şu an para yok. Komşu Esat Ağadan alın ben ona yarın öderim dedim. Halay durdu. Sesler kesildi. Odamızı terk ettiler.
Ertesi gün komşuya sordum ki, benim adıma on lira ödemiş. 1961 senesinde iyi para.
H.İbrahim SAKARYA
(Emekli Öğretmen)
_________________